English    Türkçe    فارسی   

4
1078-1102

  • دوزخ آن خشمست خصمی بایدش ** تا زید ور نی رحیمی بکشدش
  • Cehennem dediğin o kızgınlıktır... Düşmanlık gerek ki yaşasın. Yoksa merhamet, onu söndürüverirdi!
  • پس بماندی لطف بی‌قهر و بدی ** پس کمال پادشاهی کی بدی
  • O vakit kahırsız ve kötülüksüz lütuf kalırdı; bu takdirde padişahlığın kemâli nasıl zahir olurdu ki?
  • ریش‌خندی کرده‌اند آن منکران ** بر مثلها و بیان ذاکران 1080
  • O münkirler, öğütçülerin sözlerine, getirdikleri misallere aldırış etmediler, onların sakallarına güldüler!
  • تو اگر خواهی بکن هم ریش‌خند ** چند خواهی زیست ای مردار چند
  • İstersen sen de gül... Fakat a murdar, ne vakte dek yaşayacaksın, ne vakte dek?
  • شاد باشید ای محبان در نیاز ** بر همین در که شود امروز باز
  • Ey sevenler, niyaza başlayın, şad olun, bu kapıda yalvarın... Çünkü bu kapı, bugün açılacak!
  • هر حویجی باشدش کردی دگر ** در میان باغ از سیر و کبر
  • Bahçede soğan, sarımsak vesaire gibi sebzelerin her birine ayrı bir evlek vardır.
  • هر یکی با جنس خود در کرد خود ** از برای پختگی نم می‌خورد
  • Her biri, kendi cinsiyledir, kendi evleğindedir... Yetişip olmak için orada rutubetten gıdalanır durur!
  • تو که کرد زعفرانی زعفران ** باش و آمیزش مکن با دیگران 1085
  • Sen safran evleğisin, safran olur... Başka sebzelerle karışıp uzlaşma!
  • آب می‌خور زعفرانا تا رسی ** زعفرانی اندر آن حلوا رسی
  • Ey safran, sudan gıdanı al da safran ol, zerdeye gir!
  • در مکن در کرد شلغم پوز خویش ** که نگردد با تو او هم‌طبع و کیش
  • Şalgam evleğine girip ağzını açma da onunla aynı tabiatta, aynı huya sahip olma!
  • تو بکردی او بکردی مودعه ** زانک ارض الله آمد واسعه
  • Sen bir evleğe konmuşsun, o bir evleğe... Çünkü “Allah’ın olan yeryüzü pek geniş!”
  • خاصه آن ارضی که از پهناوری ** در سفر گم می‌شود دیو و پری
  • Hele o yeryüzü yok mu? O kadar geniş ki sefere çıkan devler, periler bile orada kaybolmada!
  • اندر آن بحر و بیابان و جبال ** منقطع می‌گردد اوهام و خیال 1090
  • O denizde, o ovada, o dağlarda vehim ve hayal bile yol alamaz; kaybolur gider!
  • این بیابان در بیابانهای او ** هم‌چو اندر بحر پر یک تای مو
  • Şu ova, o yeryüzündeki ovada uçsuz bucaksız denizdeki bir kara kıl gibi kalır!
  • آب استاده که سیرستش نهان ** تازه‌تر خوشتر ز جوهای روان
  • Orada öyle durgun sular var ki akmaları gizlidir... Hepsi de akarsulardan daha taze, daha hoştur!
  • کو درون خویش چون جان و روان ** سیر پنهان دارد و پای روان
  • İçten içe can ve ruh gibi gizli gizli akarlar, akıp giden ayakları vardır!
  • مستمع خفتست کوته کن خطاب ** ای خطیب این نقش کم کن تو بر آب
  • Dinleyen uyudu, sözü kısa kes ey hatip... Su üstüne yazı yazmayı bırak gayri!
  • خیز بلقیسا که بازاریست تیز ** زین خسیسان کسادافکن گریز 1095
  • Kalk ey Belkıs, alışveriş pazarı kızıştı... Şu kesatçı hasislerden kaç!
  • خیز بلقیسا کنون با اختیار ** پیش از آنک مرگ آرد گیر و دار
  • Kalk ey Belkıs, ölüm gelip çatmadan şimdi ihtiyarınla kalk!
  • بعد از آن گوشت کشد مرگ آنچنان ** که چو دزد آیی به شحنه جان‌کنان
  • Sonra ölüm, kulağını öyle bir çeker ki hırsız gibi can çekişe sahneye gelir, teslim olursun!
  • زین خران تا چند باشی نعل‌دزد ** گر همی دزدی بیا و لعل دزد
  • Bu eşeklerden ne vakte dek nal çalıp duracaksın? Eğer bir şey çalacaksan bari gel de lâal çal!
  • خواهرانت یافته ملک خلود ** تو گرفته ملکت کور و کبود
  • Kız kardeşlerin ebedîlik mülkünü elde ettiler, sense bu yaslı yurtta kalakaldın!
  • ای خنک آن را کزین ملکت بجست ** که اجل این ملک را ویران‌گرست 1100
  • Ne mutlu ona ki bu yurttan sıçradı, çıktı... Çünkü ecel, bu yurdu nihayet yıkar, viran eder!
  • خیز بلقیسا بیا باری ببین ** ملکت شاهان و سلطانان دین
  • Kalk, gel ey Belkıs de bir kerecik olsun din padişahlarıyla din sultanlarının yurdunu gör!
  • شسته در باطن میان گلستان ** ظاهر آحادی میان دوستان
  • Onlar, görünüşte dostlar arasında nağmelerle deve sürüyorlar ama iç âleminde gül bahçesinde oturmuşlar, zevk u safa ediyorlar.