English    Türkçe    فارسی   

4
1529-1553

  • زو چو استعداد شد کان رهبرست ** هر غذایی کو خورد مغز خرست
  • İnsandan yol gösteren bu istidat gitti mi ne yerse yesin eşek beynidir!
  • گر بلادر خورد او افیون شود ** سکته و بی‌عقلیش افزون شود 1530
  • Aklı arttıran bir ilâç olan belâdür yese afyon kesilir... Kalp illeti ve akılsızlığı artar!
  • ماند یک قسم دگر اندر جهاد ** نیم حیوان نیم حی با رشاد
  • İnsanların bir bölüğüyse savaştadır. Yarı hayvan, doğru yolu bulma bakımından yarı insandır!
  • روز و شب در جنگ و اندر کش‌مکش ** کرده چالیش آخرش با اولش
  • Gece gündüz savaşta, çekiştedir bunlar... Sonu yani insanlığı, önüyle yani hayvanlığıyla savaşır durur.
  • چالیش عقل با نفس هم چون تنازع مجنون با ناقه میل مجنون سوی حره میل ناقه واپس سوی کره چنانک گفت مجنون هوا ناقتی خلفی و قدامی الهوی و انی و ایاها لمختلفان
  • Aklın nefisle savaşı Mecnun’un devesiyle savaşına benzer. Mecnun’un sevdası Leylâ’dır, devenin sevdası yavrusuna. Nitekim Mecnun da “Devemin sevdası ardındakinedir, benim sevdam önümdekine. İkimiz de sevdalıyız ama sevdalarımız aykırı!" demiştir.
  • هم‌چو مجنون‌اند و چون ناقه‌ش یقین ** می‌کشد آن پیش و این واپس به کین
  • Bu, Mecnun’la devesine benzer... O, ileriye gitmeye savaşır, bu geriye gitmeye!
  • میل مجنون پیش آن لیلی روان ** میل ناقه پس پی کره دوان
  • Mecnun’un sevdası, önde bulunan Leylâ’ya kavuşmak, devenin sevdası ardına dönüp yavrusuna ulaşmak!
  • یک دم ار مجنون ز خود غافل بدی ** ناقه گردیدی و واپس آمدی 1535
  • Mecnun, bir an bile kendisinden geçti mi deve, hemencecik geri döner, geriye giderdi.
  • عشق و سودا چونک پر بودش بدن ** می‌نبودش چاره از بی‌خود شدن
  • Mecnun, tamamı ile aşkla, sevda ile dolu olduğundan kendisinden geçmemesine imkân yoktu.
  • آنک او باشد مراقب عقل بود ** عقل را سودای لیلی در ربود
  • Kendisini gözetleyen akıldı... Fakat aklını, Leylâ’nın sevdası kapmıştı!
  • لیک ناقه بس مراقب بود و چست ** چون بدیدی او مهار خویش سست
  • Deveye gelince o, çevikti, fırsat gözleyip durmaktaydı... Yularını gevşek hissetti mi,
  • فهم کردی زو که غافل گشت و دنگ ** رو سپس کردی به کره بی‌درنگ
  • Anlardı ki Mecnun daldı gitti... Hemen geriye yüz tutar, yavrusunun bulunduğu tarafa doğru gitmeye başlardı.
  • چون به خود باز آمدی دیدی ز جا ** کو سپس رفتست بس فرسنگها 1540
  • Mecnun kendisine gelir, evvelce bulundukları yerden fersahlarca geriye gittiğini anlardı.
  • در سه روزه ره بدین احوالها ** ماند مجنون در تردد سالها
  • Üç gün böyle yol aldılar... Mecnun, âdeta yıllarca tereddüt içinde kaldı.
  • گفت ای ناقه چو هر دو عاشقیم ** ما دو ضد پس همره نالایقیم
  • Nihayet dedi ki: A deve, ikimizde âşığız ama birbirimize aykırıyız... Arkadaşlığa lâyık değiliz!
  • نیستت بر وفق من مهر و مهار ** کرد باید از تو صحبت اختیار
  • Senin sevgin de bana uygun değil, yuların da senden ayrılmak gerek!
  • این دو همره یکدگر را راه‌زن ** گمره آن جان کو فرو ناید ز تن
  • Bu iki arkadaş da, birbirinin yolunu vurmada... Tenden aşağı inip ayrılmayan can, yol azıtır gider!
  • جان ز هجر عرش اندر فاقه‌ای ** تن ز عشق خاربن چون ناقه‌ای 1545
  • Senin canın da arşın ayrılığı ile yoksulluğa düşmüş... Teninse diken aşkıyla deveye dönmüş!
  • جان گشاید سوی بالا بالها ** در زده تن در زمین چنگالها
  • Can, yücelere kanatlar açmada... Ten, tırnaklarıyla yere sarılmada!
  • تا تو با من باشی ای مرده‌ی وطن ** پس ز لیلی دور ماند جان من
  • Ey vatan aşkıyla ölmüş deve, sen benimle oldukça canım, Leylâ’dan uzak kaldı gitti!
  • روزگارم رفت زین گون حالها ** هم‌چو تیه و قوم موسی سالها
  • Adeta Musa kavminin yıllarca çölde kalışı gibi bende seninle bu hallere düştüm... Ömrüm geldi geçti!
  • خطوتینی بود این ره تا وصال ** مانده‌ام در ره ز شستت شصت سال
  • Bu yol, vuslata erişmek için iki adımdan ibaret... Hâlbuki ben, senin hilenle tam altmış yıldır, bu iki adımlık yolda kalakaldım!
  • راه نزدیک و بماندم سخت دیر ** سیر گشتم زین سواری سیرسیر 1550
  • Yol yakın... Fakat ben pek geç kaldım. Bu binicilikten adamakıllı usandım artık!
  • سرنگون خود را از اشتر در فکند ** گفت سوزیدم ز غم تا چندچند
  • Bu sözleri söyleyip kendisini deveden fırlattı attı, niceye bir dertten yanıp yakılacağım, yandım artık, dedi!
  • تنگ شد بر وی بیابان فراخ ** خویشتن افکند اندر سنگلاخ
  • Ona o geniş ova daracık bir hale geldi... Kendisini bir taşlığa atıverdi!
  • آنچنان افکند خود را سخت زیر ** که مخلخل گشت جسم آن دلیر
  • Hem de öyle bir attı ki o yiğidin bedeni ezildi...