English    Türkçe    فارسی   

4
1848-1872

  • چون رسید آن وقت و آن تاریخ راست ** زاده شد آن شاه و نرد ملک باخت
  • Tanı o zaman, o tarih gelip çatınca o padişah doğdu... Devlet satrancını oynadı!
  • از پس آن سالها آمد پدید ** بوالحسن بعد وفات بایزید
  • Bayezid’in ölümünden sonra yıllar geçti, Ebul Hasan dünyaya geldi.
  • جمله‌ی خوهای او ز امساک وجود ** آن‌چنان آمد که آن شه گفته بود 1850
  • O padişah, Ebulhasan’ın ihsanına, kıskanmasına ait ne gibi huylar söylediyse aynen zuhur etti.
  • لوح محفوظ است او را پیشوا ** از چه محفوظست محفوظ از خطا
  • Çünkü onun önünde giden levhimahfuz’dur... Neden mahfuzdur o levh? Hatadan!
  • نه نجومست و نه رملست و نه خواب ** وحی حق والله اعلم بالصواب
  • Bu, ne yıldız bilgisidir, ne remil, ne de rüya... Allah, doğrusunu daha iyi bilir ya, Allah vahyidir!
  • از پی روپوش عامه در بیان ** وحی دل گویند آن را صوفیان
  • Sofiler, bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demişlerdir.
  • وحی دل گیرش که منظرگاه اوست ** چون خطا باشد چو دل آگاه اوست
  • Sen istersen onu gönül vahyi farz et... Gönül zaten onun nazargâhıdır... Gönül, ona agâh olunca nasıl hata eder?
  • مومنا ینظر به نور الله شدی ** از خطا و سهو آمن آمدی 1855
  • Ey mümin, sen, Allah nuruyla bakar, görürsün... Hatadan, yanılmadan eminsin!
  • نقصان اجرای جان و دل صوفی از طعام الله
  • Sofinin canına, gönlüne gelen Allah yemeğinin eksilmesi
  • صوفیی از فقر چون در غم شود ** عین فقرش دایه و مطعم شود
  • Sofi, yoksulluktan dertlenince yoksulluğu, ona dadı ve gıda kesilir.
  • زانک جنت از مکاره رسته است ** رحم قسم عاجزی اشکسته است
  • Çünkü cennet, hoşa gitmeyen şeylerden meydana gelmiştir... Merhamet, gönlü kırık âcizlerin nasibidir.
  • آنک سرها بشکند او از علو ** رحم حق و خلق ناید سوی او
  • Yücelikle başlar kıran kişiye ne Allah’ın merhameti nasip olur, ne halkın!
  • این سخن آخر ندارد وان جوان ** از کمی اجرای نان شد ناتوان
  • Bu sözün sonu yoktur... Evet, o yiğit, yiyecek ve ekmek nafakasının azlığından perişan oldu!
  • شاد آن صوفی که رزقش کم شود ** آن شبه‌ش در گردد و اویم شود 1860
  • Ne mutlu o sofiye ki rızkı azalır... Boncuğu inci olur, kendisi deniz kesilir!
  • زان جرای خاص هر که آگاه شد ** او سزای قرب و اجری‌گاه شد
  • O hususi Allah nafakasını duyan, Allah’ın yakınlığına erer, gayb nafakasını elde eder.
  • زان جرای روح چون نقصان شود ** جانش از نقصان آن لرزان شود
  • Fakat ruh nafakası noksan olan kişinin canı o noksan yüzünden titremeye başlar.
  • پس بداند که خطایی رفته است ** که سمن‌زار رضا آشفته است
  • Anlar ki bir hata etmiştir de bundan dolayı rıza yaseminliği perişan olmuştur.
  • هم‌چنانک آن شخص از نقصان کشت ** رقعه سوی صاحب خرمن نبشت
  • İşte o adam da ekinin az olması yüzünden harman sahibine mektup yazdı.
  • رقعه‌اش بردند پیش میر داد ** خواند او رقعه جوابی وا نداد 1865
  • Mektubunu o yüce ve adil padişaha götürdüler, okudu, fakat bir cevap vermedi.
  • گفت او را نیست الا درد لوت ** پس جواب احمق اولیتر سکوت
  • Dedi ki: onun derdi yalnız gıda, başka bir şey değil... Ahmağa verilecek en iyi cevap sükûttur.
  • نیستش درد فراق و وصل هیچ ** بند فرعست او نجوید اصل هیچ
  • Ayrılık ve vuslat derdi onda hiç yok... fer’e bağlanmış, aslı hiç aramıyor.
  • احمقست و مرده‌ی ما و منی ** کز غم فرعش فراغ اصل نی
  • O ahmağın biri... Varlığa kapılmış, ölmüş gitmiş fer’in derdiyle asla aldırış bile etmemekte.
  • آسمانها و زمین یک سیب دان ** کز درخت قدرت حق شد عیان
  • Göklerle yeri bir elma farz et... Allah’ın kudret ağacından bitmiş!
  • تو چه کرمی در میان سیب در ** وز درخت و باغبانی بی‌خبر 1870
  • Sen, bu elmanın içindeki bir kurda benzersin; ağaçtan da haberin yok, bahçıvandan da!
  • آن یکی کرمی دگر در سیب هم ** لیک جانش از برون صاحب‌علم
  • Elmada bir kurt daha var; fakat onun canı dış âleminde bayrak sahibi!
  • جنبش او وا شکافد سیب را ** بر نتابد سیب آن آسیب را
  • Onun hareketi elmayı yarar... Elma onun hareketine karşı koyamaz!