English    Türkçe    فارسی   

4
2462-2486

  • آنک رمزی را بداند او صحیح ** حاجتش ناید که گویندش صریح
  • Remiz ve işareti gören kişiye açık söz söylemeye ihtiyaç var mı?
  • این بلا از کودنی آید ترا ** که نکردی فهم نکته و رمزها
  • Bu bela sana aptallığından gelir... Nükteleri remizleri anlamazsın!
  • از بدی چون دل سیاه و تیره شد ** فهم کن اینجا نشاید خیره شد
  • Gönül kötülük yüzünden karardı da kapkara oldu mu artık anla... Burada sersemleşmenin lüzumu yok!
  • ورنه خود تیری شود آن تیرگی ** در رسد در تو جزای خیرگی 2465
  • Yoksa o karalık sana bir ok olur... Sersemliğinin cezası sana erişir!
  • ور نیاید تیر از بخشایش است ** نه پی نادیدن آلایش است
  • Ok gelmezse lütuf ve kerem yüzünden gelmez; o kötülük görülmediğinden değil.
  • هین مراقب باش گر دل بایدت ** کز پی هر فعل چیزی زایدت
  • Kendine gel de eğer sana gönül gerekse dikkat et... Çünkü her işin ardından senin için bir şey meydana gelir!
  • ور ازین افزون ترا همت بود ** از مراقب کار بالاتر رود
  • Himmetin bundan fazla olursa dikkatle işin, daha yücelir!
  • بیان آنک تن خاکی آدمی هم‌چون آهن نیکو جوهر قابل آینه شدن است تا درو هم در دنیا بهشت و دوزخ و قیامت و غیر آن معاینه بنماید نه بر طریق خیال
  • İnsanın topraktan yaratılan bedenî, cevheri iyi bir demire benzer, ayna olmaya kabiliyeti vardır, onda dünyada da cennet, cehennem, kıyamet vesaire görünür, hem de apaçık ve doğru olarak, hayal yoluyla değil!
  • پس چو آهن گرچه تیره‌هیکلی ** صیقلی کن صیقلی کن صیقلی
  • Sen de görünüşte kapkara bir demire benzersin ama kendini cilala, cilala!
  • تا دلت آیینه گردد پر صور ** اندرو هر سو ملیحی سیمبر 2470
  • Bu suretle de gönlün, suretlerle dolu bir ayna kesilsin; ona her cihetten gümüş bedenli bir güzel aksetsin!
  • آهن ار چه تیره و بی‌نور بود ** صیقلی آن تیرگی از وی زدود
  • Demir gerçi karadır, nursuzdur... Fakat cilalamak, ondaki karalığı giderir.
  • صیقلی دید آهن و خوش کرد رو ** تا که صورتها توان دید اندرو
  • Demir cilalanır, yüzünü güzelleştirir. Bu suretle suretler onda görünebilir.
  • گر تن خاکی غلیظ و تیره است ** صیقلش کن زانک صیقل گیره است
  • Topraktan yaratılan beden kabadır, karadır ama cila kabul eder, onu cilala!
  • تا درو اشکال غیبی رو دهد ** عکس حوری و ملک در وی جهد
  • Cilala da onda gayb şekilleri yüz göstersin. Huri ve melek akisleri görünsün!
  • صیقل عقلت بدان دادست حق ** که بدو روشن شود دل را ورق 2475
  • Allah, bil ki sana bir akıl cilâsı vermiştir... Onunla gönül yaprağı arınır, aydınlanır.
  • صیقلی را بسته‌ای ای بی‌نماز ** وآن هوا را کرده‌ای دو دست باز
  • A binamaz, cilâlanmayı bırakmışsın da heva ve hevesinin iki elini de açmışsın!
  • گر هوا را بند بنهاده شود ** صیقلی را دست بگشاده شود
  • Heva ve heves kapandı mı cilacının eli açılır.
  • آهنی که آیینه غیبی بدی ** جمله صورتها درو مرسل شدی
  • Gayb aynası olan demirde bütün suretler görünür.
  • تیره کردی زنگ دادی در نهاد ** این بود یسعون فی الارض الفساد
  • İçini kararttın, paslattın, işte "Yeryüzünde fesada çalışırlar" ayetinin manası budur!
  • تاکنون کردی چنین اکنون مکن ** تیره کردی آب را افزون مکن 2480
  • Şimdiye kadar böyle hareket ettin durdun, artık böyle harekette bulunma. Suyu kararttın, daha ziyade karartma!
  • بر مشوران تا شود این آب صاف ** واندرو بین ماه و اختر در طواف
  • Bulandırma da bu su durulsun. O suyun içinde ay ve yıldızları tavaf eder gör!
  • زانک مردم هست هم‌چون آب جو ** چون شود تیره نبینی قعر او
  • Çünkü insan, ırmak suyuna benzer. Bulandı mı artık onun dibini göremezsin!
  • قعر جو پر گوهرست و پر ز در ** هین مکن تیره که هست او صاف حر
  • Irmağın dibi incilerle, mercanlarla dopdolu. Sakın bulandırma, o saf ve durudur.
  • جان مردم هست مانند هوا ** چون بگرد آمیخت شد پرده‌ی سما
  • İnsanların canı havaya benzer. Tozla karıştı mı gökyüzünde perde olur, gökyüzünü göstermez.
  • مانع آید او ز دید آفتاب ** چونک گردش رفت شد صافی و ناب 2485
  • Güneşin görünmesine mâni olur... Fakat tozu gitti mi saf ve parlak bir hale gelir.
  • با کمال تیرگی حق واقعات ** می‌نمودت تا روی راه نجات
  • Canın kapkara olmakla beraber Allah, kurtuluş yolunu bulasın diye sana rüyalar göstermiştir.
  • باز گفتن موسی علیه‌السلام اسرار فرعون را و واقعات او را ظهر الغیب تابخبیری حق ایمان آورد یا گمان برد
  • Musa aleyhisselâm'ın Firavun'un sırlarını söylemesi, Allah’ın bildiğine inanması yahut hiç olmazsa galiba biliyor diye şüpheye düşmesi için gaybdan haber vererek gördüğü rüyaları söylemesi