English    Türkçe    فارسی   

4
3116-3140

  • بهر این فرمود آن شاه نبیه ** مصطفی که الولد سر ابیه
  • Onun için o uyanık padişah, Mustafa “Çocuk, babanın sırrıdır” buyurdu.
  • بهر این معنی همه خلق از شغف ** می‌بیاموزند طفلان را حرف
  • İşte bu yüzden bütün halk, sevgilerden çocuklarına sanat öğretirler de,
  • تا بماند آن معانی در جهان ** چون شود آن قالب ایشان نهان
  • Onların kalıpları gözden gizlenince o mânalar âlemde bâki kalsın derler.
  • حق به حکمت حرصشان دادست جد ** بهر رشد هر صغیر مستعد
  • Tanrı, hikmetiyle istidat sahibi olan her küçük çocuğun doğru yolu bulması için onların hırsına bir ciddiyet vermiştir.
  • من هم از بهر دوام نسل خویش ** جفت خواهم پور خود را خوب کیش 3120
  • Ben de kendi soyumun devamı için oğluma mezhebi meşrebi iyi bir kız alacağım.
  • دختری خواهم ز نسل صالحی ** نی ز نسل پادشاهی کالحی
  • Fakat alacağım kızın kötü bir padişahın soyundan değil, temiz bir kişinin soyundan bir kız olmasını isterim.
  • شاه خود این صالحست آزاد اوست ** نی اسیر حرص فرجست و گلوست
  • Padişah, zaten bu temiz kişidir... hür olan da odur... ne şehvetin esiridir, ne boğazının.
  • مر اسیران را لقب کردند شاه ** عکس چون کافور نام آن سیاه
  • Fakat halk, aksine olarak esirlere padişah adını taktılar... Zenciye Kâfur adı takıldığı gibi hani!
  • شد مفازه بادیه‌ی خون‌خوار نام ** نیکبخت آن پیس را کردند عام
  • Kanlar içen çöle kurtuluş yeri, bayağı, nekes ve kutsuz kişiye kutlu adını verirler ya!
  • بر اسیر شهوت و حرص و امل ** بر نوشته میر یا صدر اجل 3125
  • Şehvet, kızgınlık ve istek esirine bey, yahut “Sadr ecel – en ulu vezir” dediler.
  • آن اسیران اجل را عام داد ** نام امیران اجل اندر بلاد
  • O ecel esirlerine halk, şehirlerde beyler ve “Emîrani ecel – Ulu beyler” adını taktılar.
  • صدر خوانندش که در صف نعال ** جان او پستست یعنی جاه و مال
  • Canı, pabuççuların safında alçalmış, yani mevkiye mala kapılıp kalmış olma “Sadr – Ulu ve baş köşeye geçen vezir” derler.
  • شاه چون با زاهدی خویشی گزید ** این خبر در گوش خاتونان رسید
  • Padişah bir zâhidi seçince bu haber, kadınların kulağına vardı!
  • اختیار کردن پادشاه دختر درویش زاهدی را از جهت پسر و اعتراض کردن اهل حرم و ننگ داشتن ایشان از پیوندی درویش
  • Padişahın,oğlu için bir yoksul zâhidin kızını seçip almasına harem ehlinin itirazı ve onların bu akrabalıktan utanmaları
  • مادر شه‌زاده گفت از نقص عقل ** شرط کفویت بود در عقل نقل
  • Şehzadenin anası, aklının noksan oluşundan itiraz ederek dedi ki: Evlenmede gerek akıl, gerek nakil, eşit olmayı şart koşmuştur.
  • تو ز شح و بخل خواهی وز دها ** تا ببندی پور ما را بر گدا 3130
  • Halbuki sen nekesliğinden, cimriliğinden kurnazlık ederek oğlumuzu bir yoksulla akraba yapıyorsun?
  • گفت صالح را گدا گفتن خطاست ** کو غنی القلب از داد خداست
  • Padişah dedi ki: Temiz bir kişiye yoksul demek hatadır... çünkü onun kalbi ganidir ve bu da Tanrı vergisidir.
  • در قناعت می‌گریزد از تقی ** نه از لیمی و کسل هم‌چون گدا
  • Böyle adam, takvasında kanaat bucağına kaçar, yoksul gibi nekesliğinden, tembelliğinden değil!
  • قلتی کان از قناعت وز تقاست ** آن ز فقر و قلت دونان جداست
  • Kanaattan meydana gelen darlık, takvadandır... bu, aşağılık kişilerin yokluğundan, darlığından apayrı bir şeydir.
  • حبه‌ای آن گر بیابد سر نهد ** وین ز گنج زر به همت می‌جهد
  • Nekes, bir habbe bulsa başını bile verir... halbuki temiz kişi, himmetiyle altın hazinesine bile bakmaz, terk edip gider!
  • شه که او از حرص قصد هر حرام ** می‌کند او را گدا گوید همام 3135
  • Hırsından, her çeşit harama kasten padişaha ulu kişiler, yoksul derler.
  • گفت کو شهر و قلاع او را جهاز ** یا نثار گوهر و دینار ریز
  • Kadın dedi ki: Nerede onda çeyiz olarak verecek şehir ve kaleler... yahut saçı olarak saçacak inciler, paralar pullar?
  • گفت رو هر که غم دین برگزید ** باقی غمها خدا از وی برید
  • Padişah, yürü yahu dedi... kim, din gamına düşerse Tanrı, öbür dertleri artık ondan alır.
  • غالب آمد شاه و دادش دختری ** از نژاد صالحی خوش جوهری
  • Nihayet padişah üstün geldi, ona yaradılışı güzel ve bir temiz kişinin soyundan bir kız aldı.
  • در ملاحت خود نظیر خود نداشت ** چهره‌اش تابان‌تر از خورشید چاشت
  • Kızın güzellikte eşi yoktu... yüzü, kuşluk güneşinden daha parlaktı!
  • حسن دختر این خصالش آنچنان ** کز نکویی می‌نگنجد در بیان 3140
  • Kızın güzelliği buydu, huyu da güzelliği gibiydi... hasılı ahlâkı o kadar iyiydi ki anlatmaya imkân yok!