English    Türkçe    فارسی   

5
1071-1095

  • که الم نشرح نه شرحت هست باز  ** چون شدی تو شرح‌جو و کدیه‌ساز 
  • “Elem neşrah” ayetinde bildirildiği gibi senin göğsün şerh edilmedi mi ki? Öyleyse neden sıkılır, neden yine şerh istersin ki?
  • در نگر در شرح دل در اندرون  ** تا نیاید طعنه‌ی لا تبصرون 
  • İçinde gönlünün ferahlanmasına, şerh edilmesine bak ki “Onlar, kendilerinde olan Tanrı delillerini görmezler” ayetindeki kınamaya uğramayasın.
  • تفسیر و هو معکم 
  • ”O sizinle beraberdir” ayetinin tefsiri
  • یک سپد پر نان ترا بی‌فرق سر  ** تو همی خواهی لب نان در به در 
  • Başının üstünde bir sepet dolusu ekmek var da sen hala şuraya buraya koşup duruyor, ekmek istiyorsun.
  • در سر خود پیچ هل خیره‌سری  ** رو در دل زن چرا بر هر دری 
  • Şaşkın mısın ne? Kendi başına dolan. Neden her kapıyı dövüp durursun? Yürü, gönül kapısını döv!
  • تا بزانویی میان آب‌جو  ** غافل از خود زین و آن تو آب جو  1075
  • Dizine kadar dereye girmişsimde kendinden gafilsin, şundan bundan su isteyip durursun.
  • پیش آب و پس هم آب با مدد  ** چشمها را پیش سد و خلف سد 
  • Önünde de sana yardım edecek su var, ardında da. Fakat kaynaklara ulaşman için önünde de set var, ardında da.
  • اسپ زیر ران و فارس اسپ‌جو  ** چیست این گفت اسپ لیکن اسپ کو 
  • Ata binmişsin, at oyluğunun altında, fakat süvari at arıyor. Bu nedir? dense at, fakat nerede? Diyor.
  • هی نه اسپست این به زیر تو پدید  ** گفت آری لیک خود اسپی که دید 
  • Hey gidi hey! Bu altındaki at nedir? dedin mi evet diyor, at ama o atı kim gördü acaba?
  • مست آب و پیش روی اوست آن  ** اندر آب و بی‌خبر ز آب روان 
  • Suyun sarhoşu su da gözünün önünde. Kendisi su içinde, fakat akar sudan haberi bile yok.
  • چون گهر در بحر گوید بحر کو  ** وآن خیال چون صدف دیوار او  1080
  • İnci gibi hani. İnci de deniz içinde deniz nerede? Der. Sedef gibi olan hayal onun duvarı.
  • گفتن آن کو حجابش می‌شود  ** ابر تاب آفتابش می‌شود 
  • Nerede demesi kendisine hicap olmakta, güneşin ziyasını kaplayan bir bulut kesilmede.
  • بند چشم اوست هم چشم بدش  ** عین رفع سد او گشته سدش 
  • Kendi kötü gözü, gözüne perde olmada. Ben seddimi kaldırdım demesi, kendisine set kesilmede.
  • بند گوش او شده هم هوش او  ** هوش با حق دار ای مدهوش او 
  • Aklı kulağına bağ olmada. Ey Tanrı şaşkını, aklını Tanrı’ya ver.
  • در تفسیر قول مصطفی علیه‌السلام من جعل الهموم هما واحدا کفاه الله سائر همومه و من تفرقت به الهموم لا یبالی الله فی ای واد اهلکه 
  • Mustafa aleyhisselam’ın “Bütün dertlerini bir dert yapanı, Tanrı başka dertlerden kurtarır. Fakat dertlerini dağıtan, birçok şeylere dertlenen kişiyi, hangi vadide helak olacaksa Tanrı kayırmaz”hadisinin tefsiri
  • هوش را توزیع کردی بر جهات  ** می‌نیرزد تره‌ای آن ترهات 
  • Aklını bir çok yerlere dağıttın. Halbuki o saçma sapan uğraşman, o beyhude mırıldanman, bir tereye bile değmez.
  • آب هش را می‌کشد هر بیخ خار  ** آب هوشت چون رسد سوی ثمار  1085
  • Aklının suyunu her diken, çekip durdukça akıl suyun, meyvelere nasıl ulaşabilir?
  • هین بزن آن شاخ بد را خو کنش  ** آب ده این شاخ خوش را نو کنش 
  • Kendine gel de o kötü dalı kes, buda. Bu güzel dala su ver de tazelendir.
  • هر دو سبزند این زمان آخر نگر  ** کین شود باطل از آن روید ثمر 
  • Şimdi ikisi de yeşil ama sonuna bak. Bu sonunda bir şeye yaramaz, öbürüyse meyve verir.
  • آب باغ این را حلال آن را حرام  ** فرق را آخر ببینی والسلام 
  • Bağın suyu buna helaldir, ona haram. Aralarındaki farkı sonunda görürsün vesselam.
  • عدل چه بود آب ده اشجار را  ** ظلم چه بود آب دادن خار را 
  • Adalet nedir? ağaçlara su vermek. Zulüm nedir? dikeni sulamak.
  • عدل وضع نعمتی در موضعش  ** نه بهر بیخی که باشد آبکش  1090
  • Adalet bir nimeti yerine koymaktır, her su çeken tohumu sulamak değil.
  • ظلم چه بود وضع در ناموضعی  ** که نباشد جز بلا را منبعی 
  • Zulüm nedir? bir şeyi yerinde kullanmamak, yeri olmayan yere koymak. Bu da ancak belaya kaynak olur.
  • نعمت حق را به جان و عقل ده  ** نه به طبع پر زحیر پر گره 
  • Tanrı nimetini cana, akla ver, iç ağrısına uğramış, düğümlerle, sıkıntılarla dopdolu olmuş tabiata değil.
  • بار کن بیگار غم را بر تنت  ** بر دل و جان کم نه آن جان کندنت 
  • Dünya gamının savaşını bedenine yükle. O can çekişmeyi gönlüne, canına az tattır.
  • بر سر عیسی نهاده تنگ بار  ** خر سکیزه می‌زند در مرغزار 
  • Yük dengini İsa’nın başına koymuş da; tekme atan, yuvarlanıp kalgıyan eşeği çayıra salıveriyor.
  • سرمه را در گوش کردن شرط نیست  ** کار دل را جستن از تن شرط نیست  1095
  • Sürmeyi kulağa çekmezler. Gönül işini bedenden istemek şart değildir.