English    Türkçe    فارسی   

5
1690-1714

  • من چو کلکم در میان اصبعین  ** نیستم در صف طاعت بین بین  1690
  • Ben iki parmağın arasındaki kalem gibiyim. İbadet safında mütereddit değilim.
  • خاک را مشغول کرد او در سخن  ** یک کفی بربود از آن خاک کهن 
  • Azrail toprağı söze tuttu; o sırada o köhne topraktan bir avuç kaptı.
  • ساحرانه در ربود از خاکدان  ** خاک مشغول سخن چون بی‌خودان 
  • Yeryüzünden sihirbazca bir avuç toprak aldı, halbuki toprak, sözle meşguldü, ondan haberi bile olmadı.
  • برد تا حق تربت بی‌رای را  ** تا به مکتب آن گریزان پای را 
  • O bir avuç toprağı yeryüzünün rızası olmadan aldı, kaçmak isteyen, ayakları gerisin geriye giden çocuğu nasıl zorla mektebe götürürlerse öylece Tanrı tapısına götürdü.
  • گفت یزدان که به علم روشنم  ** که ترا جلاد این خلقان کنم 
  • Tanrı dedi ki: Apaydın bilgim hakki için seni bu halkın celladı yapacağım.
  • گفت یا رب دشمنم گیرند خلق  ** چون فشارم خلق را در مرگ حلق  1695
  • Azrail dedi ki: Yarabbi, halk bana düşman olur. halkın ölüm çağında boğazını siktim mi herkes bana düşman kesilir.
  • تو روا داری خداوند سنی  ** که مرا مبغوض و دشمن‌رو کنی 
  • Yüce Tanrım, reva görür müsün halk benden nefret etsin, bana düşman olsun?
  • گفت اسبابی پدید آرم عیان  ** از تب و قولنج و سرسام و سنان 
  • Tanrı dedi ki: Ben, sıtma ve humma, kulunç, yaralanma, gibi öyle sebepler yaratırım ki,
  • که بگردانم نظرشان را ز تو  ** در مرضها و سببهای سه تو 
  • Onlar gözlerini senden çevirirler, o hastalıklara, o sebeplere üç kat sarılırlar, yalnız onları görürler.
  • گفت یا رب بندگان هستند نیز  ** که سببها را بدرند ای عزیز 
  • Azrail, “Yarabbi, Yüce Tanrım, öyle kullarında vardır ki onlar, sebepleri yırtarlar.
  • چشمشان باشد گذاره از سبب  ** در گذشته از حجب از فضل رب  1700
  • Gözleri sebeplerden geçer, senin ihsanınla perdeleri asar.
  • سرمه‌ی توحید از کحال حال  ** یافته رسته ز علت و اعتلال 
  • Hal göz doktorundan birlik sürmesini çekerler de illetten de kurtulurlar sebepten de.
  • ننگرند اندر تب و قولنج و سل  ** راه ندهند این سببها را به دل 
  • Ne hummaya bakarlar, ne kulunca, ne basura, bu sebeplere hiç ehemmiyet vermezler.
  • زانک هر یک زین مرضها را دواست  ** چون دوا نپذیرد آن فعل قضاست 
  • Çünkü bu illetlerin her birinin devası vardır. Deva kabul etmeyen illet kaza ve kaderdir.
  • هر مرض دارد دوا می‌دان یقین  ** چون دوای رنج سرما پوستین 
  • Bilki her hastalığın mutlaka bir devası vardır. Soğuk illetinin devası nasıl kürk giymekse.
  • چون خدا خواهد که مردی بفسرد  ** سردی از صد پوستین هم بگذرد  1705
  • Fakat Tanrı, bir adamı dondurmayı murat ederse soğuk, yüz tane kürk giyse yüzünden de tesir eder.
  • در وجودش لرزه‌ای بنهد که آن  ** نه به جامه به شود نه از آشیان 
  • Bedeni öyle bir titremeye baslar ki, ne elbiseyle ısınır ne evle.
  • چون قضا آید طبیب ابله شود  ** وان دوا در نفع هم گمره شود 
  • Kaza ve kader geldi mi doktor aptallaşır. O ilaç da fayda verme hususunda yolunu şaşırır.
  • کی شود محجوب ادراک بصیر  ** زین سببهای حجاب گول‌گیر 
  • Ahmakları avlayan bu sebepler, nasıl olur da can gözü açık olanın anlayışına perde olur?
  • اصل بیند دیده چون اکمل بود  ** فرع بیند چونک مرد احول بود 
  • Göz sağlam oldu mu aslı görür. Fakat insan şaşı olursa aslı değil de fer’i görür” dedi.
  • جواب آمدن کی آنک نظر او بر اسباب و مرض و زخم تیغ نیاید بر کار تو عزرائیل هم نیاید کی تو هم سببی اگر چه مخفی‌تری از آن سببها و بود کی بر آن رنجور مخفی نباشد کی و هو اقرب الیه منکم و لکن لا تبصرون 
  • Tanrıdan, Ey Azrail, sebepleri, hastalıkları, kılıç yarasını görmeyen, senin yaptığın işi de görmez. O sebeplerden daha gizlisin ama sen de sebepsin. Hatta o hastaya "Tanrı, ona sizden yakındır ama siz görmezsiniz" sırrı bile gizli kalmaz.
  • گفت یزدان آنک باشد اصل دان  ** پس ترا کی بیند او اندر میان  1710
  • Tanrı dedi ki: Aslı bilen kişi, nasıl olur da arada seni görür?
  • گرچه خویش را عامه پنهان کرده‌ای  ** پیش روشن‌دیدگان هم پرده‌ای 
  • Kendini halktan gizledin ama sırları apaydın görenlerce sen de bir perdesin.
  • وانک ایشان را شکر باشد اجل  ** چون نظرشان مست باشد در دول 
  • Onlara ecel, şeker gibi tatlı gelirken Artık gözleri dünya devlet ve ikbaline sarhoş olur mu?
  • تلخ نبود پیش ایشان مرگ تن  ** چون روند از چاه و زندان در چمن 
  • Onlarca bedene ait olan ölüm, acı değildir. Çünkü onlar, kuyudan, zindandan çayırlığa, çimenliğe gidiyorlar.
  • وا رهیدند از جهان پیچ‌پیچ  ** کس نگرید بر فوات هیچ هیچ 
  • Bu ıstıraplarla dolu alemden kurtuluyorlar. İnsan bir hiçin kayboluşuna ağlar mı?