English    Türkçe    فارسی   

5
174-198

  • ما درین دهلیز قاضی قضا  ** بهر دعوی الستیم و بلی 
  • Biz takdir kadısının şu dehlizinde Bela ve Elest davalarını görmek için duruyoruz.
  • که بلی گفتیم و آن را ز امتحان  ** فعل و قول ما شهودست و بیان  175
  • Biz bela dedik sınama yönünden işimiz ve sözümüz, bunu görmek, bunu bildirmekten ibarettir.
  • از چه در دهلیز قاضی ای گواه  ** حبس باشی ده شهادت از پگاه 
  • Neden kadı’nın dehlizinde durmaktayız? Biz şahit olmak için gelmedik mi?
  • چند در دهلیز قاضی ای گواه‌  ** حبس باشی ده شهادت از بگاه
  • Ey şahit niceye bir kadı’nın dehlizinde hapis olacaksın? O şahadeti ver de kurtul!
  • زان بخواندندت بدین‌جا تا که تو  ** آن گواهی بدهی و ناری عتو 
  • Seni buraya şunun için çağırdılar ki inat etmiyesin, o şahadette bulunasın.
  • از لجاج خویشتن بنشسته‌ای  ** اندرین تنگی کف و لب بسته‌ای 
  • Halbuki sen, inadından şu daracık yerde oturmuş, elini bağlamış, dudağını yummuşsun.
  • تا بندهی آن گواهی ای شهید  ** تو ازین دهلیز کی خواهی رهید  180
  • Ey tanık, sen bu şahadette bulunmadıkça şu dehlizden nasıl kurtulabilirsin?
  • یک زمان کارست بگزار و بتاز  ** کار کوته را مکن بر خود دراز 
  • İş bir anda biter, yap, bitir. Kısa işi kendine uzatma.
  • خواه در صد سال خواهی یک زمان  ** این امانت واگزار و وا رهان 
  • İster yüzyılda ister bir anda olsun; şu emaneti ver de kurtul!
  • بیان آنک نماز و روزه و همه چیزهای برونی گواهیهاست بر نور اندرونی 
  • Dışta olan namaz, oruç ve sair ibadetler, içteki nura tanıktır.
  • این نماز و روزه و حج و جهاد  ** هم گواهی دادنست از اعتقاد 
  • Bu namaz, oruç ve savaş da inanışa tanıktır.
  • این زکات و هدیه و ترک حسد  ** هم گواهی دادنست از سر خود 
  • Bu zekat, hediye, bu hasedi bırakma da kendi sırrından haber vermedir.
  • خوان و مهمانی پی اظهار راست  ** کای مهان ما با شما گشتیم راست  185
  • İhsanda bulunmak doyurmak, konuk davet etmek, ey ulular, biz sizinleyiz, size doğru bir özle inandık demektir.
  • هدیه‌ها و ارمغان و پیش‌کش  ** شد گواه آنک هستم با تو خوش 
  • Hediyeler armağanlar, sunulan şeyler, ben seninleyim; seni seviyorum diye tanıklıktan ibarettir.
  • هر کسی کوشد به مالی یا فسون  ** چیست دارم گوهری در اندرون 
  • Kimi bir mal veya afsun için çalışır, uğraşırsa bu ne demektir? İçimde bir gevherim var demektir;
  • گوهری دارم ز تقوی یا سخا  ** این زکات و روزه در هر دو گوا 
  • Allah’dan çekinmemden, yahut cömertliğimden bir gevherim var ki bu zekatla oruç ikisine de şahittir.
  • روزه گوید کرد تقوی از حلال  ** در حرامش دان که نبود اتصال 
  • Oruç der ki: Bu helalden çekindi, bil ki harama ulaşmasına artık imkan yok.
  • وان زکاتش گفت کو از مال خویش  ** می‌دهد پس چون بدزدد ز اهل کیش  190
  • Zekat der ki: Kendi malını bile veriyor, artık, kendisiyle aynı dinde aynı yolda olandan nasıl çalar?
  • گر بطراری کند پس دو گواه  ** جرح شد در محکمه‌ی عدل اله 
  • Fakat bu işleri riya ve tezvirle yaparsa o iki tanık, Allah’nın adalet mahkemesine kabul edilmez.
  • هست صیاد ار کند دانه نثار  ** نه ز رحم و جود بل بهر شکار 
  • Avcı tane saçar ama acımasından değil, avlanmak için.
  • هست گربه‌ی روزه‌دار اندر صیام  ** خفته کرده خویش بهر صید خام 
  • Kedi de oruç ayında oruç tutar ama kendisini av avlamak için uyur gösterir.
  • کرده بدظن زین کژی صد قوم را  ** کرده بدنام اهل جود و صوم را 
  • Bu eğrilikten yüzlerce kavim, kötü sanılmıştır. Bu kötü kişi, cömert kişilerle oruç tutanların adını da kötüye çıkarmıştır.
  • فضل حق با این که او کژ می‌تند  ** عاقبت زین جمله پاکش می‌کند  195
  • Fakat Allah’nın lütuf ve ihsanı, o eğri işlerle bulunmakla beraber nihayet onu, hepsinden de arıtır.
  • سبق برده رحمتش وان غدر را  ** داده نوری که نباشد بدر را 
  • Rahmeti o kötülüğü aşmış, ayın on dördüne bile vermediği ışığı vermiştir.
  • کوششش را شسته حق زین اختلاط  ** غسل داده رحمت او را زین خباط 
  • Allah onun çalışmasını bu kötülükle karışmadan yıkar; rahmeti, onu bu hatadan arıtır.
  • تا که غفاری او ظاهر شود  ** مغفری کلیش را غافر شود 
  • Bu suretle de Allah’nın yarlıgayıcılığı meydana çıkar; bu miğfer, kulun kelliğini örter.