English    Türkçe    فارسی   

5
2430-2454

  • نقل کن زینجا به سوی مرغزار  ** می‌چر آنجا سبزه گرد جویبار  2430
  • Buradan çayırlığa göç. Orada ırmak kenarında yeşil otlar otla.
  • مرغزاری سبز مانند جنان  ** سبزه رسته اندر آنجا تا میان 
  • Cennet gibi yemyeşil bir çayırlık. Orada yeşillikler bitmiş, ta bele kadar büyümüş.
  • خرم آن حیوان که او آنجا شود  ** اشتر اندر سبزه ناپیدا شود 
  • Ne mutlu o hayvana ki oraya varır. Deve bile o yeşillikte kaybolur.
  • هر طرف در وی یکی چشمه‌ی روان  ** اندرو حیوان مرفه در امان 
  • Orada her yanda bir kaynak akmada. Orada hayvanlar, amana kavuşmuş, hepsi rahattaydı.
  • از خری او را نمی‌گفت ای لعین  ** تو از آن‌جایی چرا زاری چنین 
  • Eşek, eşekliğinden "A melun, sen oradasın da neden böyle zayıfsın?
  • کو نشاط و فربهی و فر تو  ** چیست این لاغر تن مضطر تو  2435
  • Nerde neşen, semizliğin, nerde nurun, ferin? Neden bu sıkıntılara düşmüş bedenin böyle zayıf?
  • شرح روضه گر دروغ و زور نیست  ** پس چرا چشمت ازو مخمور نیست 
  • Bu aç gözlülük, bu görmemezlik, senin yoksuzluğundandır, beylerbeyi olduğundan değil.
  • این گدا چشمی و این نادیدگی  ** از گدایی تست نه از بگلربگی 
  • Madem kaynaktan geldin, neden kurusun?
  • چون ز چشمه آمدی چونی تو خشک  ** ور تو ناف آهویی کو بوی مشک 
  • Madem misk ceylânısın, nerde sende misk kokusu?
  • زانک می‌گویی و شرحش می‌کنی  ** چون نشانی در تو نامد ای سنی 
  • Söylediğin, anlattığın şeylerden neden sende bir nişane yok ey yüce kişi?" diyemedi.
  • مثل آوردن اشتر در بیان آنک در مخبر دولتی فر و اثر آن چون نبینی جای متهم داشتن باشد کی او مقلدست در آن 
  • Bir devleti haber verende o devletin eserini ve nurunu göremezsen onun mukallit olduğuna hükmetmen lâzımdır. Bu hususta bir deve hikâyesini örnek getiriyoruz.
  • آن یکی پرسید اشتر را که هی  ** از کجا می‌آیی ای اقبال پی  2440
  • Birisi, deveye "Ey izi kutlu, nerden geliyorsun?" dedi.
  • گفت از حمام گرم کوی تو  ** گفت خود پیداست در زانوی تو 
  • Deve dedi ki: Senin civarında bulunan sıcacık hamamdan. Adam, evet dedi, zaten dizinden belli!
  • مار موسی دید فرعون عنود  ** مهلتی می‌خواست نرمی می‌نمود 
  • İnatçı Firavun, Musa'nın ejderhasını görünce mühlet istedi, yumuşaklık gösterdi.
  • زیرکان گفتند بایستی که این  ** تندتر گشتی چو هست او رب دین 
  • Akıllılar dediler ki: Bu, daha fazla sertleşmeliydi. Hani ya Tanrıydı ya!
  • معجزه‌گر اژدها گر مار بد  ** نخوت و خشم خدایی‌اش چه شد 
  • Mucize ister ejderha olsun, ister yılan. Onun Tanrılık kibri, Tanrılık hışımı ne oldu?
  • رب اعلی گر ویست اندر جلوس  ** بهر یک کرمی چیست این چاپلوس  2445
  • Oturunca "Ben yüce Tanrıyım" diyordu. Bir kurtcağız için bu yaltaklanma neden?
  • نفس تو تا مست نقلست و نبید  ** دانک روحت خوشه‌ی غیبی ندید 
  • Senin nefsin, mezeyle, hurma şarabiyle sarhoşsa bil ki gayıp salkımını görmemiştir.
  • که علاماتست زان دیدار نور  ** التجافی منک عن دار الغرور 
  • Çünkü o nuru görenlerde alâmetler vardır. Onlar, bu gurur yüzünden uzaklaşırlar.
  • مرغ چون بر آب شوری می‌تند  ** آب شیرین را ندیدست او مدد 
  • Acı suyun etrafında dönüp dolaşan kuş, tatlı suyu görmemiştir.
  • بلک تقلیدست آن ایمان او  ** روی ایمان را ندیده جان او 
  • Onun imanı da taklitten ibarettir. Canı, iman yüzünü görmemiştir.
  • پس خطر باشد مقلد را عظیم  ** از ره و ره‌زن ز شیطان رجیم  2450
  • Mukallide yoldan da büyük bir tehlike vardır" yol kesen taşlanmış Şeytandan da.
  • چون ببیند نور حق آمن شود  ** ز اضطرابات شک او ساکن شود 
  • Fakat hak nurunu görünce emin olur. Ondaki şüphe ıstırapları yatışır.
  • تا کف دریا نیاید سوی خاک  ** که اصل او آمد بود در اصطکاک 
  • Denizin köpüğü, aslı olan toprağa gelmedikçe çalkanır durur.
  • خاکی است آن کف غریبست اندر آب  ** در غریبی چاره نبود ز اضطراب 
  • O köpük, toprağa aittir, denizde gariptir. Gariplikte de ıstırap çekmesinden başka bir çaresi yoktur.
  • چونک چشمش باز شد و آن نقش خواند  ** دیو را بر وی دگر دستی نماند 
  • Bir adamın gözü açıldı da o nakşı okudu mu artık Şeytan, bir daha ona el atamaz.