English    Türkçe    فارسی   

5
2699-2723

  • برتر از کرسی و عرش اسرار او  ** شیء لله شیء لله کار او 
  • Sırları, arştan da yüceydi, kürsüden de. Öyle olduğu halde işi gücü "Tanrı için, Tanrı için" demekti.
  • انبیا هر یک همین فن می‌زنند  ** خلق مفلس کدیه ایشان می‌کنند  2700
  • Peygamberlerin hepsi, bu çeşit hareket ederler. Halk müflistir, öyle olduğu halde onlar, halktan bir şey isterler.
  • اقرضوا الله اقرضوا الله می‌زنند  ** بازگون بر انصروا الله می‌تنند 
  • "Tanrı'ya ödünç verin, Tanrı'ya ödünç verin" derler, işi tersine yürütürler de "Tanrı'ya yardım ederseniz Tanrı da size yardım eder" derler.
  • در به در این شیخ می‌آرد نیاز  ** بر فلک صد در برای شیخ باز 
  • Bu şeyh de kapı kapı dolaşıp yalvarmadaydı. Halbuki şeyh için gökyüzünde yüzlerce kapı açıktı.
  • که آن گدایی که آن به جد می‌کرد او  ** بهر یزدان بود نه از بهر گلو 
  • O dilenciliği boğazı için değil, Tanrı için yapıyordu. Bu işe iyice sarılmıştı.
  • ور بکردی نیز از بهر گلو  ** آن گلو از نور حق دارد غلو 
  • Hattâ boğazı için bile dilense ne çıkar? O boğaz, Tanrı nuriyle dopdoluydu.
  • در حق او خورد نان و شهد و شیر  ** به ز چله وز سه روزه‌ی صد فقیر  2705
  • Onun ekmek, bal ve süt yemesi, yüz yoksulun çilesinden, üç günde bir iftar ederek oruç tutmasından daha hayırlıydı.
  • نور می‌نوشد مگو نان می‌خورد  ** لاله می‌کارد به صورت می‌چرد 
  • O, nur yer, ekmek yiyor deme. Görünüşte otlar, fakat hakikatte lâle eker.
  • چون شراری کو خورد روغن ز شمع  ** نور افزاید ز خوردش بهر جمع 
  • Kandilin yağını yiyen alev gibi o da etrafındakileri aydınlatır, onların nurunu artırır.
  • نان‌خوری را گفت حق لاتسرفوا  ** نور خوردن را نگفتست اکتفوا 
  • Tanrı, ekmek yiyene "israf etmeyin" dedi, nur yiyene "Artık kâfi" demedi.
  • آن گلوی ابتلا بد وین گلو  ** فارغ از اسراف و آمن از غلو 
  • O boğaz, iptilâ boğazıdır, buysa israftan da. emin, ileri gidişten de.
  • امر و فرمان بود نه حرص و طمع  ** آن چنان جان حرص را نبود تبع  2710
  • Şeyhin bu hale düşmesi hırsından, tamahından değildi, buyruğa uymasındandı. Öyle can hırsa, tamaha uymaz ki.
  • گر بگوید کیمیا مس را بده  ** تو به من خود را طمع نبود فره 
  • Kimya, bakıra, gel kendini tamamiyle bana ver derse bu sözü tamahından söylemez.
  • گنجهای خاک تا هفتم طبق  ** عرضه کرده بود پیش شیخ حق 
  • Tanrı, yedinci göğe kadar toprak hazinelerini Şeyhe göstermişti.
  • شیخ گفتا خالقا من عاشقم  ** گر بجویم غیر تو من فاسقم 
  • Şeyh dedi ki: Ey beni yaratan! Ben âşıkım. Senden başka bir şey dilersem kötü kişi olayım.
  • هشت جنت گر در آرم در نظر  ** ور کنم خدمت من از خوف سقر 
  • Sekiz cennet gözüme görünür, yahut sana cehennem korkusundan hizmet edersem,
  • مومنی باشم سلامت‌جوی من  ** زانک این هر دو بود حظ بدن  2715
  • Ancak kendi selâmetini arıyan bir inanmış kul olurum. Çünkü cennet de bedene aittir, cehennem de.
  • عاشقی کز عشق یزدان خورد قوت  ** صد بدن پیشش نیرزد تره‌توت 
  • Bir âşık, Tanrı aşkıyle gıdalanırsa yüzlerce beden, onca bir gazel yaprağına değmez.
  • وین بدن که دارد آن شیخ فطن  ** چیز دگر گشت کم خوانش بدن 
  • O ulu Şeyhin bedeni de başka bir şey oldu, artık ona pek beden deme.
  • عاشق عشق خدا وانگاه مزد  ** جبرئیل متمن وانگاه دزد 
  • Hem Tanrı âşıkı olmak, hem de ücret istemek olur mu? Emniyet sahibi Cebrail, hiç hırsızlık eder mi?
  • عاشق آن لیلی کور و کبود  ** ملک عالم پیش او یک تره بود 
  • O yaslı leylânın âşıkına bile bu âlem saltanatı bir zerre göründü.
  • پیش او یکسان شده بد خاک و زر  ** زر چه باشد که نبد جان را خطر  2720
  • Önce toprakla altın birdi. Altın da nedir? Canını bile tehlikeden esirgemiyordu.
  • شیر و گرگ و دد ازو واقف شده  ** هم‌چو خویشان گرد او گرد آمده 
  • Aslan, kurt ve başka yırtıcı canavarlar bile bunu duydular, anladılar da onunla akraba gibi çevresine toplandılar.
  • کین شدست از خوی حیوان پاک پاک  ** پر ز عشق و لحم و شحمش زهرناک 
  • Çünkü o, hayvan huyundan arındı, temizlendi Aşkla doldu. Yağı, eti de zehirli bir hal aldı.
  • زهر دد باشد شکرریز خرد  ** زانک نیک نیک باشد ضد بد 
  • Aklın şekerler dökmesi, canavarlara zehir olur. Çünkü iyinin iyiliği, kötünün zıddıdır.