English    Türkçe    فارسی   

6
153-177

  • آن ملایک جمله عقل و جان بدند  ** جان نو آمد که جسم آن بدند 
  • Melekler de tamamı ile akıldan, candan ibarettiler. Fakat yeni bir can geldi. Âdem yaratıldı mı onun karşısında beden haline geldiler.
  • از سعادت چون بر آن جان بر زدند  ** هم‌چو تن آن روح را خادم شدند 
  • Kutluluktan o canı gördüler, ten gibi o ruha hizmetçi kesildiler.
  • آن بلیس از جان از آن سر برده بود  ** یک نشد با جان که عضو مرده بود  155
  • Şeytana gelince, canla başla ondan baş çekti, canla birleşmedi, çünkü ölü bir uzuvdu.
  • چون نبودش آن فدای آن نشد  ** دست بشکسته مطیع جان نشد 
  • Canı olmadığı için Âdem’e feda olmadı... Kırık bir eldi, cana itaat etmedi.
  • جان نشد ناقص گر آن عضوش شکست  ** کان بدست اوست تواند کرد هست 
  • Fakat o uzvu kırıldıysa cana bir noksan gelmedi ya. Canın elindedir bu, onu yine yaratabilir.
  • سر دیگر هست کو گوش دگر  ** طوطیی کو مستعد آن شکر 
  • Başka bir sır daha var, fakat bunu duyacak kulak nerede? O şekeri yiyecek dudu kuşu hani?
  • طوطیان خاص را قندیست ژرف  ** طوطیان عام از آن خور بسته طرف 
  • Has dudulara pek bol, pek değerli şeker var ama aşağılık dudular, o taraftan göz yummuşlar.
  • کی چشد درویش صورت زان زکات  ** معنیست آن نه فعولن فاعلات  160
  • Yalnız sureti derviş olan, o zekâtı, o arılığı nereden tadacak. O, mânadır, faûlün fâilât değil.
  • از خر عیسی دریغش نیست قند  ** لیک خر آمد به خلقت که پسند 
  • İsa’nın eşeğinden şeker esirgnemez ama eşek, yaradılış bakımından otu beğenir.
  • قند خر را گر طرب انگیختی  ** پیش خر قنطار شکر ریختی 
  • Şeker, eşeği neşelendirseydi önüne kantarla şeker dökülürdü.
  • معنی نختم علی افواههم  ** این شناس اینست ره‌رو را مهم 
  • “Onların ağızlarını mühürledik” âyetinin mânasını bil. Yolcuya bu, mühim bir şeydir.
  • تا ز راه خاتم پیغامبران  ** بوک بر خیزد ز لب ختم گران 
  • Bunu bil de belki peygamberlerin sonuncusunun yolu hürmetine ağızdan o kuvvetli mühür kaldırılır.
  • ختمهایی که انبیا بگذاشتند  ** آن بدین احمدی برداشتند  165
  • Peygamberlerden kalan mühürleri, Ahmed’in dini hürmetine kaldırdılar.
  • قفلهای ناگشاده مانده بود  ** از کف انا فتحنا برگشود 
  • Açılmamış kilitleri vardı; onlar, “İnna fettehna” eliyle açıldı.
  • او شفیع است این جهان و آن جهان  ** این جهان زی دین و آنجا زی جنان 
  • O, bu dünyada da şefaatçidir, o dünyada da, bu dünyada insanı dine götürür, o dünyada cennetlere.
  • این جهان گوید که تو رهشان نما  ** وآن جهان گوید که تو مهشان نما 
  • Bu dünyada “Sen onlara yol göster” der; o dünyada “Sen onlara ay gibi yüzünü göster” der.
  • پیشه‌اش اندر ظهور و در کمون  ** اهد قومی انهم لا یعلمون 
  • Onun gizli, aşikâr işi, daima “Yarabbi, sen kavmime doğru yolu göster, onlar bilmiyorlar” demektir.
  • باز گشته از دم او هر دو باب  ** در دو عالم دعوت او مستجاب  170
  • Onun nefesiyle iki kapı da açıktır. Duası, iki âlemde de müstecap olur.
  • بهر این خاتم شدست او که به جود  ** مثل او نه بود و نه خواهند بود 
  • Ona benzer ne gelmiştir, ne de gelecek. Bu yüzden son peygamber olmuştur.
  • چونک در صنعت برد استاد دست  ** نه تو گویی ختم صنعت بر توست 
  • Sanatında son derece ileri gitmiş bir üstadı görünce bu sanat, sende bitmiştir demez misin?
  • در گشاد ختمها تو خاتمی  ** در جهان روح‌بخشان حاتمی 
  • Ey peygamber, mühürleri kaldırmak, kapalı kapıları açmaktasın, Hatem’sin, bu iş, seninle ve sende bitmiştir. Can bağışlayanlar âleminde bir Hatem’sin sen.
  • هست اشارات محمدالمراد  ** کل گشاد اندر گشاد اندر گشاد 
  • Hâsılı mühürleri kaldırma ve kapıları açmada Muhammed’in işaretleri, tamamiyle açıklık içinde açıklıktır, açılık içinde açıklıktır,açıklık içinde açıklık.
  • صد هزاران آفرین بر جان او  ** بر قدوم و دور فرزندان او  175
  • Onun canına, evlâdının gelişine ve zamanına yüz binlerce aferin !
  • آن خلیفه‌زادگان مقبلش  ** زاده‌اند از عنصر جان و دلش 
  • Onun devlet ve ikbal sahibi halifesinin oğulları, onun can ve gönül unsurundan doğmuşlardır.
  • گر ز بغداد و هری یا از ری‌اند  ** بی‌مزاج آب و گل نسل وی‌اند 
  • İster Bağdat’tan olsunlar, ister Herat’tan, ister Rey’den. Su ve toprak karışıklığı olmaksızın onun soyudur onlar.