English    Türkçe    فارسی   

6
1849-1873

  • خفض و رفع این زمین نوعی دگر  ** نیم سالی شوره نیمی سبز و تر 
  • Şu yerin yücelip alçalışı da bir başka çeşittir. Yılın yarısında çorak bir hale gelir, yarısında yeşerir, tazeleşir.
  • خفض و رفع روزگار با کرب  ** نوع دیگر نیم روز و نیم شب  1850
  • Mihnetle dolu olan zamanın yücelip alçalması, büsbütün başka bir tarzdadır. Yirmi dört saatin yarısı günden olur, yarısı gece.
  • خفض و رفع این مزاج ممترج  ** گاه صحت گاه رنجوری مضج 
  • Zıtlarla uzlaşan mizacın yükselmesi, alçalması da şudur: Gâh insan sıhhatli olur, gâh hastalanır, inler.
  • هم‌چنین دان جمله احوال جهان  ** قحط و جدب و صلح و جنگ از افتتان 
  • Dünyanın bütün hallerini böyle bil. Kıtlık, bolluk, barış, savaş, hep denemelerden meydana gelir.
  • این جهان با این دو پر اندر هواست  ** زین دو جانها موطن خوف و رجاست 
  • Şu dünya, havada bu iki kanatla uçar. Canlar da bu ikisi yüzünden korku ve ümit yurtlarında yurt edinirler.
  • تا جهان لرزان بود مانند برگ  ** در شمال و در سموم بعث و مرگ 
  • Böylece dünya, şimal rüzgârına benzeyen hayatla ve sam yeli gibi olan ölümle titrer durur.
  • تا خم یک‌رنگی عیسی ما  ** بشکند نرخ خم صدرنگ را  1855
  • Nihayet İsa’mızın tek renge boyayan birlik küpü yüzlerce renkli küpleri kırar.
  • کان جهان هم‌چون نمکسار آمدست  ** هر چه آنجا رفت بی‌تلوین شدست 
  • Çünkü o âlem, tuzlaya benzer. Oraya ne düşerse renkten arınır.
  • خاک را بین خلق رنگارنگ را  ** می‌کند یک رنگ اندر گورها 
  • Toprağa bak. Çeşit, çeşit renkte bulunan insanları mezarlarda bir renge sokmada.
  • این نمکسار جسوم ظاهرست  ** خود نمکسار معانی دیگرست 
  • Bu, görünen bedenlerin tuzlası, mâna âlemine ait tuzlaysa bundan tamamı ile ayrıdır.
  • آن نمکسار معانی معنویست  ** از ازل آن تا ابد اندر نویست 
  • O mâna tuzlası mânevidir. O, ezelden ebede kadar yenilikler içindedir.
  • این نوی را کهنگی ضدش بود  ** آن نوی بی ضد و بی ند و عدد  1860
  • Eskilik bu yeniliğin zıddıdır. Halbuki o âlemin yeniliği zıtsızdır, eşsizdir, sayıya da sığmaz.
  • آنچنان که از صقل نور مصطفی  ** صد هزاران نوع ظلمت شد ضیا 
  • Nitekim Mustafa’nın nurunun cilâsı ile yüz binlerce çeşit karanlık ışık kesildi.
  • از جهود و مشرک و ترسا و مغ  ** جملگی یک‌رنگ شد زان الپ الغ 
  • O ulu er yüzünden Yahudilerin, Allah’ya şirk koşanların, Hıristiyanların, Mecusilerin hepsi bir renge boyandılar.
  • صد هزاران سایه کوتاه و دراز  ** شد یکی در نور آن خورشید راز 
  • Yüz binlerce kısa ve uzun gölgeler o sır denizinin nurunda bir oldular.
  • نه درازی ماند نه کوته نه پهن  ** گونه گونه سایه در خورشید رهن 
  • Ne uzunluk kaldı, ne kısalık, ne genişlik. Çeşit, çeşit gölgeler, güneşe rehin oldu.
  • لیک یک‌رنگی که اندر محشرست  ** بر بد و بر نیک کشف و ظاهرست  1865
  • Fakat mahşerdeki tek renge boyanış, iyiye de apaçık görünür, kötüye de.
  • که معانی آن جهان صورت شود  ** نقشهامان در خور خصلت شود 
  • O âlemde mânalar, surete bürünürler. Suretlerimiz, hülyalarımıza uygun olur.
  • گردد آنگه فکر نقش نامه‌ها  ** این بطانه روی کار جامه‌ها 
  • O zamanda mektupların sureti açığa çıkar, elbiselerin astarı yüz olur, herkesin içi, dışına döner.
  • این زمان سرها مثال گاو پیس  ** دوک نطق اندر ملل صد رنگ ریس 
  • Şimdi gizli şeyler, alacalı öküze benzer. Söz iği, âlem içinde yüzlerce renkte bir iplik gibi görünür.
  • نوبت صدرنگیست و صددلی  ** عالم یک رنگ کی گردد جلی 
  • Şimdi yüzlerce renge boyanma, yüzlerce gönül sahibi olma devri. Tek renkli olma âlemi nereden tecelli edecek?
  • نوبت زنگست رومی شد نهان  ** این شبست و آفتاب اندر رهان  1870
  • Şimdi zencilik zamanı. Rum diyarına mensup olanlar, beyaz güzeller gizli. Şimdi gece, güneş gizli.
  • نوبت گرگست و یوسف زیر چاه  ** نوبت قبطست و فرعونست شاه 
  • Kurdun devri, Yusuf kuyunun dibinde. Kıptilerin nöbeti, Firavun, padişah şimdi.
  • تا ز رزق بی‌دریغ خیره‌خند  ** این سگان را حصه باشد روز چند 
  • Bu suretle de herkese lüzumlu, lüzumsuz gülüp duran ve kimseden esirgenmeyen rızktan şu köpekler de birkaç gün rızıklansınlar, hisselerini alsınlar bakalım.
  • در درون بیشه شیران منتظر  ** تا شود امر تعالوا منتشر 
  • “Gelin” buyruğu verilinceye kadar aslanlar, orman içinde beklemedeler.