English    Türkçe    فارسی   

6
4825-4849

  • عاجزی و خیره کن عجز از کجاست  ** عجز تو تابی از آن روز جزاست  4825
  • Acizsin, bu aciz nerden diye şaşırmışsın değil mi? Senin aczin, kıyamet gününden meydana gelmededir.
  • عجزها داری تو در پیش ای لجوج  ** وقت شد پنهانیان را نک خروج 
  • A inatçı, senin önünde âcizler var. Gizli olanların meydana çıkması zamanı geldi, işte sana kıyamet.
  • خرم آن کین عجز و حیرت قوت اوست  ** در دو عالم خفته اندر ظل دوست 
  • Bu aciz ve hayret, kendisine gıda olan kişiye ne mutlu. O, iki âlemde de sevgilinin gölgesinde uyumuştur.
  • هم در آخر عجز خود را او بدید  ** مرده شد دین عجایز را گزید 
  • O, nihayet kendi aczini görmüş, ölmüş, kocakarılar dinini seçmiştir.
  • چون زلیخا یوسفش بر وی بتافت  ** از عجوزی در جوانی راه یافت 
  • Zeliha gibi, ona Yusuf' un nuru vurdu mu kocalıktan kurtuldu, gençliğe yol buldu, gençleşti.
  • زندگی در مردن و در محنتست  ** آب حیوان در درون ظلمتست  4830
  • Hayat, ölümde ve mihnettedir. Abıhayat, karanlıklar içindedir.
  • رجوع کردن به قصه‌ی پروردن حق تعالی نمرود را بی‌واسطه‌ی مادر و دایه در طفلی 
  • Ulu Tanrı' nın Nemrud'u anasız ve dadısız olarak yetiştirip büyütmesi
  • حاصل آن روضه چو باغ عارفان  ** از سموم صرصر آمد در امان 
  • Hâsılı o bahçe, arifler bağı gibi sam yellerinden de amandaydı, kasırgadan da.
  • یک پلنگی طفلکان نو زاده بود  ** گفتم او را شیر ده طاعت نمود 
  • Bir kaplan yavrulamıştı. Ona dedim ki: Süt ver bu çocuğa, itaat etti.
  • پس بدادش شیر و خدمتهاش کرد  ** تا که بالغ گشت و زفت و شیرمرد 
  • Ona süt verdi, tapılar kıldı. Nihayet çocuk gelişti, irileşti, aslanlaştı.
  • چون فطامش شد بگفتم با پری  ** تا در آموزید نطق و داوری 
  • Sütten kesilince bir periye, ona söz söylemeyi öğret dedim, öğretti.
  • پرورش دادم مر او را زان چمن  ** کی بگفت اندر بگنجد فن من  4835
  • Onu, o yeşillikte yetiştirdim, besledim. Benim hünerim, sanatım hiç söze sığar mı?
  • داده من ایوب را مهر پدر  ** بهر مهمانی کرمان بی‌ضرر 
  • Ben, zararsız kurtları Eyüb'e konuk ettim, kendisine de onlara karşı baba sevgisi verdim.
  • داده کرمان را برو مهر ولد  ** بر پدر من اینت قدرت اینت ید 
  • Kurtlar da evlâdın babasını sevmesi gibi onu severlerdi. Onlara da bu sevgiyi verdim, tşte sana kudret, işte sana güç!
  • مادران را داب من آموختم  ** چون بود لطفی که من افروختم 
  • Analara analık edebini ben öğrettim. Artık düşün, benim yakıp aydınlattığım lütuf nasıl olur?
  • صد عنایت کردم و صد رابطه  ** تا ببیند لطف من بی‌واسطه 
  • Yüzlerce inayetlerde bulundum, yüzlerce alâkalar yarattım, bu suretle benim lûtfumu vasıtasız olarak görsün dedim.
  • تا نباشد از سبب در کش‌مکش  ** تا بود هر استعانت از منش  4840
  • Görsün de sebep yüzünden savaşlara, çekişmelere düşmesin; her yardımı, ancak benden beklesin.
  • ورنه تا خود هیچ عذری نبودش  ** شکوتی نبود ز هر یار بدش 
  • Bana karşı hiçbir özrü olmasın, her kötü dosttan şikâyetlenmesin dedim.
  • این حضانه دید با صد رابطه  ** که بپروردم ورا بی‌واسطه 
  • Bu yüzlerce alâkayla beslenmeyi, yetişmeyi gördü. Onu vasıtasız olarak nasıl besledim, anladı, bildi.
  • شکر او آن بود ای بنده‌ی جلیل  ** که شد او نمرود و سوزنده‌ی خلیل 
  • Ey ulu Tanrı'nın kulu, buna karşılık şükrane olarak Nemrut oldu, Halil'i yakmaya kalkıştı.
  • هم‌چنان کین شاه‌زاده شکر شاه  ** کرد استکبار و استکثار جاه 
  • Nitekim bu şehzade de padişaha şükran olarak ululandı, mevkiinin daha yücelmesini istedi.
  • که چرا من تابع غیری شوم  ** چونک صاحب ملک و اقبال نوم  4845
  • Ben neden başkasına tâbi olayım? Benim de bir ülkem var, ben de yeni bir ikbale sahibim dedi.
  • لطف‌های شه که ذکر آن گذشت  ** از تجبر بر دلش پوشیده گشت 
  • Evvelce anlattığımız gibi, padişahtan görmüş olduğu lütuf lan, ululandığı için gönlünde örtüldü gitti.
  • هم‌چنان نمرود آن الطاف را  ** زیر پا بنهاد از جهل و عمی 
  • Nemrut da bunun gibi bilgisizlik ve körlük yüzünden o lûtufları ayağının altına aldı.
  • این زمان کافر شد و ره می‌زند  ** کبر و دعوی خدایی می‌کند 
  • Şimdi kâfir odu, yol kesmekte. Ululanmada, Tanrılık dâvasına kalkışmada.
  • رفته سوی آسمان با جلال  ** با سه کرکس تا کند با من قتال 
  • Üç gerges kuşuna uymuş, yüce göklere çıkmaya, benimle savaşıp vuruşmaya girişti.