English    Türkçe    فارسی   

1
1586-1635

  • مرد بازرگان پذیرفت این پیام ** کاو رساند سوی جنس از وی سلام‌‌
  • Tacir, Hindistan’daki dudulara, dudusundan selam götürmeyi kabul etti.
  • دیدن خواجه طوطیان هندوستان را در دشت و پیغام رسانیدن از آن طوطی‌‌
  • Tâcirin, kırda Hindistan dudularını görüp onlara dudusundan haber götürmesi
  • چون که تا اقصای هندوستان رسید ** در بیابان طوطی چندی بدید
  • Hindistan uçlarına varınca kırda birkaç dudu gördü.
  • مرکب استانید پس آواز داد ** آن سلام و آن امانت باز داد
  • Atını durdurup seslendi, dudunun selâmını ve kendisine emanet ettiği sözleri söyledi.
  • طوطیی ز آن طوطیان لرزید بس ** اوفتاد و مرد و بگسستش نفس‌‌
  • O dudulardan birisi, bir hayli titredi ve düşüp öldü, nefesi kesildi.
  • شد پشیمان خواجه از گفت خبر ** گفت رفتم در هلاک جانور 1590
  • Tâcir, bu haberi verdiğinden dolayı pişman oldu, dedi ki: “Bir cana kıydım,
  • این مگر خویش است با آن طوطیک ** این مگر دو جسم بود و روح یک‌‌
  • Bu dudu, olsa olsa o duducağızın akrabası olacak, galiba bunların cisimleri iki, canları bir.
  • این چرا کردم چرا دادم پیام ** سوختم بی‌‌چاره را زین گفت خام‌‌
  • Bu işi neye yaptım, o haberi neye verdim? Bu münasebetsiz sözle biçareyi yaktım, yandırdım.”
  • این زبان چون سنگ و هم آهن‌‌وش است ** و آن چه بجهد از زبان چون آتش است‌‌
  • Bu dil, çakmak taşıyla çakmak demiri gibidir. Dilden çıkan da ateşe benzer.
  • سنگ و آهن را مزن بر هم گزاف ** گه ز روی نقل و گاه از روی لاف‌‌
  • Manasız yere gâh hikâye yoluyla, gâh laf olsun diye çakmak taşıyla demirini birbirine vurma!
  • ز آن که تاریک است و هر سو پنبه زار ** در میان پنبه چون باشد شرار 1595
  • Zira ortalık karanlıktır, her tarafta pamuk dolu. Pamuk arasında kıvılcım nasıl durur?
  • ظالم آن قومی که چشمان دوختند ** ز آن سخنها عالمی را سوختند
  • Zalim onlardır ki gözlerini kapamışlar, söyledikleri sözlerle bütün âlemi yakmışlardır.
  • عالمی را یک سخن ویران کند ** روبهان مرده را شیران کند
  • Bir söz, bir âlemi yıkar, ölmüş tilkileri aslan eder.
  • جانها در اصل خود عیسی دمند ** یک زمان زخمند و گاهی مرهمند
  • Canlar aslen İsâ nefeslidir; bir anda yara, bir anda merhem olurlar.
  • گر حجاب از جانها برخاستی ** گفت هر جانی مسیح آساستی‌‌
  • Canlardan perde kalkaydı; her canın sözü, Mesih'i’ sözü gibi tesir ederdi.
  • گر سخن خواهی که گویی چون شکر ** صبر کن از حرص و این حلوا مخور 1600
  • Şeker gibi söz söylemek istersen sabret, haris olma , bu helvayı yeme!
  • صبر باشد مشتهای زیرکان ** هست حلوا آرزوی کودکان‌‌
  • Feraset sahiplerinin iştahları sabradır, onlar sabretmek isterler. Helva ise, çocukların istediği şeydir.
  • هر که صبر آورد گردون بر رود ** هر که حلوا خورد واپس‌‌تر رود
  • Sabreden, göklerin üstüne yükselir; helva yiyense geriler, kalır!
  • تفسیر قول فرید الدین عطار قدس الله روحه: تو صاحب نفسی ای غافل میان خاک خون می‌‌خور که صاحب دل اگر زهری خورد آن انگبین باشد
  • Ferideddîn-i Attâr’ın – Tanrı ruhunu takdis etsin – sözünün tefsiri “Ey gafil! Sen nefis ehlisin, toprak içinde kan yiyedur! Fakat gönüle sahip olan kişi , zehir bile yese o zehir bal olur.”
  • صاحب دل را ندارد آن زیان ** گر خورد او زهر قاتل را عیان‌‌
  • Gönle sahip olan kişi, apaçık öldürücü bir zehir bile yese ona ziyan gelmez.
  • ز آن که صحت یافت و از پرهیز رست ** طالب مسکین میان تب در است‌‌
  • Çünkü o, sıhhat bulmuş, perhizden kurtulmuştur. Fakat zavallı talip (kemale ermemiş salik), henüz hararet içindedir.
  • گفت پیغمبر که ای مرد جری ** هان مکن با هیچ مطلوبی مری‌‌ 1605
  • Peygamber buyurdu ki:”Ey cüretli talip! Sakın hiçbir matlup ile mücadele etme!”
  • در تو نمرودی است آتش در مرو ** رفت خواهی اول ابراهیم شو
  • Sende Nemrûd’luk var, ateşe atılma, atılacaksan önce İbrahim ol!
  • چون نه‌‌ای سباح و نه دریاییی ** در میفکن خویش از خود راییی‌‌
  • Mademki sen ne yüzgeçsin, ne de denizci... Aklına uyup kendini denize atma!
  • او ز آتش ورد احمر آورد ** از زیانها سود بر سر آورد
  • Yüzgeç ve denizci, denizden inci çıkarır, ziyanlardan bile bir hayli fayda elde eder.
  • کاملی گر خاک گیرد زر شود ** ناقص ار زر برد خاکستر شود
  • Kâmil, toprağı tutsa altın olur; nâkıs, altını ele alsa toz toprak kesilir.
  • چون قبول حق بود آن مرد راست ** دست او در کارها دست خداست‌‌ 1610
  • O gerçek er, Tanrı’ya makbul olmuştur, bütün işlerde onun eli Tanrı elidir.
  • دست ناقص دست شیطان است و دیو ** ز آن که اندر دام تکلیف است و ریو
  • Nâkıs kimsenin eli ise Şeytan’ın, ifritin elidir. Çünkü Şeytan’ın teklif ve hile tuzağına tutulmuştur.
  • جهل آید پیش او دانش شود ** جهل شد علمی که در ناقص رود
  • Kâmile göre bilgisizlik bile bilgi olur, nâkısın bildiği bilgi ise bilgisizlik kesilir.
  • هر چه گیرد علتی علت شود ** کفر گیرد کاملی ملت شود
  • İlletli kimse, ne tutarsa illet olur. Kâmil kâfir bile olsa o küfür, din ve şeriat haline gelir.
  • ای مری کرده پیاده با سوار ** سر نخواهی برد اکنون پای دار
  • Ey yayan olduğu halde süvari ile yarışa girişen! Sen bu müsabakada kazanmayacak, onu geçmeyeceksin, iyisi mi, dur!
  • تعظیم ساحران مر موسی را علیه السلام که چه فرمایی اول تو اندازی عصا یا ما
  • Sihirbazların “ Ne buyurursun, asâyı önce sen mi atarsın, yoksa biz mi atalım? “ diyerek Mûsa Aleyhisselâm’a hürmet edip onu ağırlamaları, Mûsâ’nın da “ Siz atın “ demesi
  • ساحران در عهد فرعون لعین ** چون مری کردند با موسی به کین‌‌ 1615
  • Melûn Firavun’un zamanında sihirbazlar Mûsâ ile kin güderek mücadeleye giriştiler.
  • لیک موسی را مقدم داشتند ** ساحران او را مکرم داشتند
  • Fakat onu büyük tuttular, öne geçirdiler, ağırladılar.
  • ز آن که گفتندش که فرمان آن تست ** گر تو می‌‌خواهی عصا بفکن نخست‌‌
  • Zira ona “Ferman senin. İstiyorsan önce sen asânı at” dediler.
  • گفت نی اول شما ای ساحران ** افکنید آن مکرها را در میان‌‌
  • Mûsâ “ Hayır, ey sihirbazlar, önce siz büyülerinizi meydana koyun” dedi.
  • این قدر تعظیم دینشان را خرید ** کز مری آن دست و پاهاشان برید
  • Mûsâ’ya karşı gösterdikleri o kadarcık hürmet, din sahibi olmalarına sebep oldu; inat yüzünden de elleri ayakları kesildi.
  • ساحران چون حق او بشناختند ** دست و پا در جرم آن درباختند 1620
  • Sihirbazlar Mûsâ’nın hakkını anladıklarından evvelce işledikleri suça karşılık olarak ellerini, ayaklarını feda eylediler.
  • لقمه و نکته ست کامل را حلال ** تو نه‌‌ای کامل مخور می‌‌باش لال‌‌
  • Yemek yemek ve nükte söylemek, kâmile helâldir; mademki sen kâmil değilsin yeme ve sükût et!
  • چون تو گوشی او زبان نی جنس تو ** گوشها را حق بفرمود أنصتوا
  • Çünkü sen kulaksın, o dildir; o senin cinsinden değil, Tanrı, kulaklara “Ansitû” buyurdu.
  • کودک اول چون بزاید شیر نوش ** مدتی خامش بود او جمله گوش‌‌
  • Çocuk önce, süt emme kabiliyetinde doğar, bir müddet susar ve tamamı ile kulak kesilir.
  • مدتی می‌‌بایدش لب دوختن ** از سخن تا او سخن آموختن‌‌
  • Lâkırdı söylemeyi öğreninceye kadar bir zaman dudağını yumması, söz söylememesi gerekir.
  • ور نباشد گوش و تی‌‌تی می‌‌کند ** خویشتن را گنگ گیتی می‌‌کند 1625
  • Kulak vermezse “ti ,ti “ diye manasız sözler söyler; kendisini âlemin dilsizi yapar.
  • کر اصلی کش نبود آغاز گوش ** لال باشد کی کند در نطق جوش‌‌
  • Anadan sağır doğan ise hiç dinlemediği için dilsiz olur; nasıl dile gelsin?
  • ز آن که اول سمع باید نطق را ** سوی منطق از ره سمع اندر آ
  • Çünkü söz söylemek için önce dinlemek gerektir. Söze, kulak verme yolundan gir.
  • ادخلوا الأبیات من أبوابها ** و اطلبوا الأغراض فی أسبابها
  • Evlere kapılardan girin; rızıkları, sebeplerine teşebbüs ederek arayın!
  • نطق کان موقوف راه سمع نیست ** جز که نطق خالق بی‌‌طمع نیست‌‌
  • Dinleme ihtiyacı olmaksızın anlaşılan söz, ancak tamahsız ve ihtiyaçsız olan Tanrı’nın sözüdür.
  • مبدع است او تابع استاد نی ** مسند جمله و را اسناد نی‌‌ 1630
  • Tanrı, yarattığını eşsiz, örneksiz yaratır; üstada tâbi değildir. Herkes ona dayanır; onun dayanacağı bir varlık yoktur.
  • باقیان هم در حرف هم در مقال ** تابع استاد و محتاج مثال‌‌
  • Ondan başka bütün mahlûkat; hem sanatında, hem sözünde üstada tâbidir, örneğe muhtaçtır.
  • زین سخن گر نیستی بیگانه‌‌ای ** دلق و اشکی گیر در ویرانه‌‌ای‌‌
  • Bu söze yabancı değilsen bir hırkaya bürün, bir viraneye çekil ve gözyaşı dök!
  • ز آن که آدم ز آن عتاب از اشک رست ** اشک تر باشد دم توبه پرست‌‌
  • Çünkü Âdem, Tanrı itabından ağlamakla kurtuldu; tövbekârın nefesi ıslak gözyaşlarıdır.
  • بهر گریه آمد آدم بر زمین ** تا بود گریان و نالان و حزین‌‌
  • Âdem, yeryüzüne, ağlamak için, daima feryat etmek, inlemek ve mahzun olmak için gelmiştir.
  • آدم از فردوس و از بالای هفت ** پای ماچان از برای عذر رفت‌‌ 1635
  • Âdem, Firdevs’ten, yedi kat göklerin üstünden ayakları dolaşarak en adi yere, tâ kapı dibine, özür dilemek için gitti.