English    Türkçe    فارسی   

1
2064-2113

  • گر بر آن آتش بماندی آدمی ** بس خرابی در فتادی و کمی‌‌
  • Eğer Âdemoğlu, o keder ateşi içinde kalıp duraydı ziyadesiyle harap olur, eksikliğe düşer, ( hiçbir şey yapamaz bir hale gelir) di.
  • این جهان ویران شدی اندر زمان ** حرصها بیرون شدی از مردمان‌‌ 2065
  • O anda bu dünya harap olurdu, insanların içlerinde hırs kalmazdı.
  • استن این عالم ای جان غفلت است ** هوشیاری این جهان را آفت است‌‌
  • Ey can, bu âlemin direği gaflettir. Akıllılık, uyanıklık, bu dünya için afettir.
  • هوشیاری ز آن جهان است و چو آن ** غالب آید پست گردد این جهان‌‌
  • Akıllılık o âlemdendir, galip gelirse bu âlem alçalır.
  • هوشیاری آفتاب و حرص یخ ** هوشیاری آب و این عالم وسخ‌‌
  • Akıllılık güneştir, hırs ise buzdur. Akıllılık sudur, bu âlem kirdir.
  • ز آن جهان اندک ترشح می‌‌رسد ** تا نغرد در جهان حرص و حسد
  • Dünyada hırs ve haset kükremesin diye o âlemden akıllılık, ancak sızar, sızıntı halinde gelir.
  • گر ترشح بیشتر گردد ز غیب ** نی هنر ماند در این عالم نه عیب‌‌ 2070
  • Gayb âleminden çok sızarsa bu dünyada ne hüner kalır, ne de ayıp.
  • این ندارد حد سوی آغاز رو ** سوی قصه‌‌ی مرد مطرب باز رو
  • Bu bahsin sonu yoktur. Başlamış olduğun söze dön, tekrar çalgıcının, hikâyesine devam et.
  • بقیه‌‌ی قصه‌‌ی پیر چنگی و بیان مخلص آن‌‌
  • Çalgıcı hikâyesinin söylenmedik kısmı ve çalgıcının kurtuluşu
  • مطربی کز وی جهان شد پر طرب ** رسته ز آوازش خیالات عجب‌‌
  • O, öyle çalgıcıydı ki âlem, onun yüzünden neşeyle dolmuştu. Dinleyenler sesinden garip garip hayallere dalıyorlar, şaşılacak hallere düşüyorlardı.
  • از نوایش مرغ دل پران شدی ** وز صدایش هوش جان حیران شدی‌‌
  • Gönül kuşu onun nağmesiyle uçmakta; canın aklı, sesine hayran olmaktaydı.
  • چون بر آمد روزگار و پیر شد ** باز جانش از عجز پشه‌‌گیر شد
  • Fakat zaman geçip ihtiyarlayınca evvelce doğan kuşu gibi olan canı, acizlikten sinek avlamaya başladı.
  • پشت او خم گشت همچون پشت خم ** ابروان بر چشم همچون پالدم‌‌ 2075
  • Sırtı, küp sırtı gibi eğrildi, kamburlaştı. Gözlerinin üstünde kaşlar, âdeta eyer kuskununa döndü.
  • گشت آواز لطیف جان فزاش ** زشت و نزد کس نیرزیدی به لاش‌‌
  • Onun cana can katan lâtif sesi fena, iğrenç, çirkin yürek tırmalayıcı geldi.
  • آن نوای رشک زهره آمده ** همچو آواز خر پیری شده‌‌
  • Zühere’nin bile haset ettiği o güzel sesi, kart eşeğin sesine benzedi.
  • خود کدامین خوش که او ناخوش نشد ** یا کدامین سقف کان مفرش نشد
  • Zaten hangi hoş vardır ki nahoş olmamıştır? Yahut hangi tavan vardır ki yıkılmamış, yere serilmemiştir.
  • غیر آواز عزیزان در صدور ** که بود از عکس دمشان نفخ صور
  • Ancak Sûr’un üfürülmesi, nefeslerinin aksinden ibaret olan yüce azizlerin sesleri, bundan müstesnadır; onların sesleri bakidir.
  • اندرونی کاندرونها مست از اوست ** نیستی کاین هستهامان هست از اوست‌‌ 2080
  • Onların gönülleri, öyle bir gönüldür ki gönüller, ondan sarhoştur. Yoklukları öyle bir yokluktur ki bizim varlıklarımız, o yokluktan var olmuşlardır.
  • کهربای فکر و هر آواز او ** لذت الهام و وحی و راز او
  • Her fikrin, her sesin kehlibarı (fikirleri ve sesleri çeken) o gönüldür. İlham, vahiy ve sır lezzeti yine o gönülden ibarettir.
  • چون که مطرب پیرتر گشت و ضعیف ** شد ز بی‌‌کسبی رهین یک رغیف‌‌
  • Çalgıcı bir hayli ihtiyarlayıp zayıflayınca kazançsızlıktan bir parçacık yufka ekmeğine bile muhtaç hale geldi.
  • گفت عمر و مهلتم دادی بسی ** لطفها کردی خدایا با خسی‌‌
  • Dedi ki: “Tanrım, bana çok ömür ve mühlet verdin, hakir bir kişiye karşı lütuflarda bulundun.
  • معصیت ورزیده‌‌ام هفتاد سال ** باز نگرفتی ز من روزی نوال‌‌
  • Yetmiş yıldır isyan edip durdum. Benden bir gün bile ihsanını kesmedin.
  • نیست کسب امروز مهمان توام ** چنگ بهر تو زنم آن توام‌‌ 2085
  • Bugün kazanç yok, senin konuğunum. Çengi sana çalacağım, gayrı seninim.”
  • چنگ را برداشت و شد الله جو ** سوی گورستان یثرب آه گو
  • Çengi omuzlayıp Tanrı aramağa yola düştü; ah ederek Medine Mezarlığına doğru yollandı.
  • گفت خواهم از حق ابریشم بها ** کاو به نیکویی پذیرد قلبها
  • “Tanrı’dan kiriş parası isteyeceğim. Çünkü o kendisine karşı halis olan kalplere kerem ve ihsanıyla eder” dedi.
  • چون که زد بسیار و گریان سر نهاد ** چنگ بالین کرد و بر گوری فتاد
  • Bir hayli çenk çalıp ağladı ve başını yere koydu, çengi yastık yaptı bir mezara yaslandı.
  • خواب بردش مرغ جانش از حبس رست ** چنگ و چنگی را رها کرد و بجست‌‌
  • Çalgıcıyı uyku bastırdı, can kuşu kafesten kurtuldu; çalgıyı da bırakıp sıçradı.
  • گشت آزاد از تن و رنج جهان ** در جهان ساده و صحرای جان‌‌ 2090
  • Sâf bir âleme, can sahrasına vararak tenden ve cihan mihnetinden kurtuldu.
  • جان او آن جا سرایان ماجرا ** کاندر اینجا گر بماندندی مرا
  • Canı, orada macerasını şöyle terennüm etmekteydi: Beni burada bıraksalardı.
  • خوش بدی جانم در این باغ و بهار ** مست این صحرا و غیبی لاله‌‌زار
  • Canım bu bahçede, bu bahar çağında ne hoş bir hale gelir, bu ovanın bu gayb lâleliğinin sarhoşu olurdu.
  • بی‌‌پر و بی‌‌پا سفر می‌‌کردمی ** بی‌‌لب و دندان شکر می‌‌خوردمی‌‌
  • Başsız, ayaksız seferler eder, dişsiz, dudaksız şekerler yedim.
  • ذکر و فکری فارغ از رنج دماغ ** کردمی با ساکنان چرخ لاغ‌‌
  • Felek sakinleriyle zahmetsiz, mihnetsiz zikre, dimağsız fikre dalar, onlarla lâtifeler ederdim.
  • چشم بسته عالمی می‌‌دیدمی ** ورد و ریحان بی‌‌کفی می‌‌چیدمی‌‌ 2095
  • Gözleri kapalı olarak bir âlem görür; elsiz, avuçsuz güller, reyhanlar devşirirdim...
  • مرغ آبی غرق دریای عسل ** عین ایوبی شراب و مغتسل‌‌
  • Çalgıcı, bir su kuşuydu; bu âlem de bir bal denizi. Bu bal Eyyub Peygamber’in içtiği ve yıkandığı pınardı.
  • که بدو ایوب از پا تا به فرق ** پاک شد از رنجها چون نور شرق‌‌
  • Eyyub, o pınarda yıkanarak tepeden tırnağa kadar doğu nuru gibi bütün hastalıklardan arındı, pirüpak oldu.
  • مثنوی در حجم گر بودی چو چرخ ** درنگنجیدی در او زین نیم برخ‌‌
  • Mesnevi hacım bakımından felekler kadar bile olsa yine bu âlemin, hatta küçük bir cüz’ünü ihata edemezdi.
  • کان زمین و آسمان بس فراخ ** کرد از تنگی دلم را شاخ شاخ‌‌
  • Hâlbuki çok geniş olan o yerler gök, darlıktan gönlümü paramparça etti.
  • وین جهانی کاندر این خوابم نمود ** از گشایش پر و بالم را گشود 2100
  • Bu bir âlemdir ki bana rüyada göründü; açıklığıyla kolumu, kanadımı açtı.
  • این جهان و راهش ار پیدا بدی ** کم کسی یک لحظه‌‌ای آن جا بدی‌‌
  • Bu âlemle bu âlemin yolu meydanda olsaydı dünyada pek az kimse, ancak bir lâhzacık kalırdı.
  • امر می‌‌آمد که نی طامع مشو ** چون ز پایت خار بیرون شد برو
  • İhtiyar çalgıcıya “Burada kalmaya tamah etme, mademki ayağından diken çıkmıştır, haydi git” diye emir gelmekte.
  • مول مولی می‌‌زد آن جا جان او ** در فضای رحمت و احسان او
  • Canı ise orada, Tanrı’nın rahmet ve ihsanı meydanında “Durakla, bekle” demekteydi.
  • در خواب گفتن هاتف مر عمر را رضی الله عنه که چندین زر از بیت المال به آن مرد ده که در گورستان خفته است
  • Hâtif’in rüyada Ömer’e “ Beytülmalden şu kadar mal al, mezarlıkta yatan o adama ver “ demesi
  • آن زمان حق بر عمر خوابی گماشت ** تا که خویش از خواب نتوانست داشت‌‌
  • O sırada Hak Ömer’e bir uyku verdi ki kendini uykudan alamadı.
  • در عجب افتاد کاین معهود نیست ** این ز غیب افتاد بی‌‌مقصود نیست‌‌ 2105
  • “Bu mûtat bir şey değildi. Bu uyku, gayb âleminden geldi. Sebepsiz olamaz” diye taaccüpte kaldı.
  • سر نهاد و خواب بردش خواب دید ** کامدش از حق ندا جانش شنید
  • Başını koydu, uyudu. Rüyasında hak tarafından bir ses geldi, bu sesi ruhu duydu.
  • آن ندایی کاصل هر بانگ و نواست ** خود ندا آن است و این باقی صداست‌‌
  • O ses öyle bir sesti ki her sesin nağmenin aslıdır. Asıl ses odur, o sesten başka sesler, aksi sedadır.
  • ترک و کرد و پارسی گو و عرب ** فهم کرده آن ندا بی‌‌گوش و لب‌‌
  • Türk, Kürt, Zenci, Acem, Arap bütün milletler kulağa, dudağa muhtaç olmadan bu sesi anlamışlardır.
  • خود چه جای ترک و تاجیک است و زنگ ** فهم کرده ست آن ندا را چوب و سنگ‌‌
  • Hattâ Türk, Acem ve Zenci şöyle dursun... o sesi dağlar taşlar bile işitmiştir.
  • هر دمی از وی همی‌‌آید أ لست ** جوهر و اعراض می‌‌گردند هست‌‌ 2110
  • Her dem Tanrı’dan “ Elestü” sesi gelir, cevherlerle arazlar da o sesten var olmaktadırlar.
  • گر نمی‌‌آید بلی‌‌ ز یشان ولی ** آمدنشان از عدم باشد بلی‌‌
  • Gerçi bunlardan zâhiren “Belâ” sesi gelmezse de onların yokluktan gelmeleri, var olmaları “Belâ” demeleridir.
  • ز آن چه گفتم من ز فهم سنگ و چوب ** در بیانش قصه‌‌ای هش دار خوب‌‌
  • Ağacın, taşın anlayışını söyledim ya. Hemen şimdicik bunu anlatan şu hikâyeyi dinle!
  • نالیدن ستون حنانه چون برای پیغامبر علیه السلام منبر ساختند که جماعت انبوه شد گفتند ما روی مبارک تو را به هنگام وعظ نمی‌‌بینیم و شنیدن رسول و صحابه آن ناله را و سؤال و جواب مصطفی صلی الله علیه و اله و سلم با ستون صریح‌‌
  • Cemaat çoğaldı, vâzettiğin zaman mübarek yüzünü göremiyoruz diye Peygamber Sallâllahu Aleyhi vesellem için mimber yaptıkları vakit (evvelce dayanıp vâzettiği) Hannâne direğinin inlemesi ve Peygamber’le sahabenin o iniltiyi işitmeleri, Mustafa Sallâllahu Aleyhi vesselem’in o direkle açıkça sual ve cevabı
  • استن حنانه از هجر رسول ** ناله می‌‌زد همچو ارباب عقول‌‌
  • Hannâne direği, Peygamberin ayrılığı yüzünden akıl sahipleri gibi ağlayıp inliyordu.