English    Türkçe    فارسی   

2
3092-3141

  • گفت ضعف معده هم از پیری است ** گفت وقت دم مرا دم گیری است‏
  • Doktor “ Mide zayıflığı da ihtiyarlıktan” dedi. Adam, “ Nefes alırken sıkıntı çekiyorum, nefes darlığım var” dedi.
  • گفت آری انقطاع دم بود ** چون رسد پیری دو صد علت شود
  • Doktor dedi ki: “Evet, nefes darlığı da ihtiyarlıktan. İhtiyarlayınca insanda iki yüz türlü illet peyda olur.”
  • گفت ای احمق بر این بر دوختی ** از طبیبی تو همین آموختی‏
  • İhtiyar kızıp, “ Be ahmak, lâfın hep bu mu, sen doktorluktan yalnız bunu mu belledin?
  • ای مدمغ عقلت این دانش نداد ** که خدا هر رنج را درمان نهاد 3095
  • Be herif, Allah her derde bir derman verdi, bunu bilemiyor musun?
  • تو خر احمق ز اندک مایگی ** بر زمین ماندی ز کوته‏پایگی‏
  • Sen ahmak bir eşeksin, bilgin de kıt, aklın da. Ayağın kısa olduğundan yeryüzünde kalakalmışsın” dedi.
  • پس طبیبش گفت ای عمر تو شصت ** این غضب وین خشم هم از پیری است‏
  • Doktor cevap verdi: “Ey yaşı altmış, işi bitmiş adam, bu kızgınlık, bu hiddet de ihtiyarlıktan!”
  • چون همه اوصاف و اجزا شد نحیف ** خویشتن‏داری و صبرت شد ضعیف‏
  • Vücudun bütün cüzileri, zayıflar, yıpranır, sabır da azalır.
  • بر نتابد دو سخن زو هی کند ** تاب یک جرعه ندارد قی کند
  • İki çift söze bile tahammül edemez, haykırır. Bir yudum suyu bile hazmedemez, kusuverir!
  • جز مگر پیری که از حق است مست ** در درون او حیات طیبه است‏ 3100
  • Ancak Allah sarhoşu olan ihtiyar müstesna. O tertemiz bir yaşayışa sahiptir.
  • از برون پیر است و در باطن صبی ** خود چه چیز است آن ولی و آن نبی‏
  • Zahiren ihtiyardır ama hakikatte çocuk. Zaten o veli ve nebi nedir ki?
  • گر نه پیدایند پیش نیک و بد ** چیست با ایشان خسان را این حسد
  • Eğer iyinin, kötünün yanında zahir olmasalar bu aşağılık kişilerin onlara şu hasedi neden?
  • ور نمی‏دانندشان علم الیقین ** چیست این بغض و حیل سازی و کین‏
  • Onlar yakîn ilmini bilmiyorlarsa onlara karşı bu buğuz, bu hilekârlık, bu kin ne?
  • ور نمی‏دانند بعث و رستخیز ** چون زنندی خویش بر شمشیر تیز
  • Onlara düşman olanlar ölümden sonra dirilmeyi ve kıyamet gününü bilselerdi kendilerini keskin kılıcın üstüne nasıl atarlardı.
  • بر تو می‏خندد مبین او را چنان ** صد قیامت در درون استش نهان‏ 3105
  • O pir sana gülümser, fakat sen onu öyle görme; onun için yüzlerce kıyamet var.
  • دوزخ و جنت همه اجزای اوست ** هر چه اندیشی تو او بالای اوست‏
  • Cennet, cehennem... Hepsi onun cüzileri. Ne düşünürsen, O, o düşünceden de üstün.
  • هر چه اندیشی پذیرای فناست ** آن که در اندیشه ناید آن خداست‏
  • Ne düşünüyorsan yokluk kabul eder, fakat düşünceye sığmayan yok mu? İşte Allah odur.
  • بر در این خانه گستاخی ز چیست ** گر همی‏دانند کاندر خانه کیست‏
  • İçinde kim olduğunu biliyorsa, evin kapısındaki küstahlık neden?
  • ابلهان تعظیم مسجد می‏کنند ** در جفای اهل دل جد می‏کنند
  • Ahmaklar Mescidi ulular da, gönül ehlinin gönlünü yıkmaya çalışır.
  • آن مجاز است این حقیقت ای خران ** نیست مسجد جز درون سروران‏ 3110
  • Hâlbuki o mecazidir be eşekler, bu hakikat. Uluların gönülden başka Mescidi yoktur.
  • مسجدی کان اندرون اولیاست ** سجده‏گاه جمله است آن جا خداست‏
  • Herkesin secdegâhı olan velilerin gönül mescitlerinde Allah vardır.
  • تا دل مرد خدا نامد به درد ** هیچ قومی را خدا رسوا نکرد
  • Allah erinin gönlü derde düşmedikçe Allah, hiçbir milleti rüsvay etmemiştir.
  • قصد جنگ انبیا می‏داشتند ** جسم دیدند آدمی پنداشتند
  • Peygamberlerle savaşa girişenler, onları cisim görüp kendileri gibi insan sanmışlardır.
  • در تو هست اخلاق آن پیشینیان ** چون نمی‏ترسی که تو باشی همان‏
  • Sende o ilk gelenlerin ahlâkı var. Nasıl oluyor da sen de onlar gibi helâk olmaktan korkmuyorsun?
  • آن نشانیها همه چون در تو هست ** چون تو زیشانی کجا خواهی برست‏ 3115
  • Onlardaki nişanelerin hepsi sende de var. Mademki onlardansın, nerde kurtulacaksın?
  • قصه‏ی جوحی و آن کودک که پیش جنازه‏ی پدر خویش نوحه می‏کرد
  • Cuha ile babasının cenazesi önünde feryat eden çocuk
  • کودکی در پیش تابوت پدر ** زار می‏نالید و بر می‏کوفت سر
  • Çocuğun biri, babasının tabutu önünde ağlamakta, başına vurmaktaydı.
  • کای پدر آخر کجایت می‏برند ** تا ترا در زیر خاکی بسپرند
  • “Baba, seni nereye götürüyorlar? Nihayet seni toprağın altına yatıracaklar.
  • می‏برندت خانه‏ی تنگ و زحیر ** نی در او قالی و نه در وی حصیر
  • Öyle bir dar, öyle bir elemli eve götürüyorlar ki orada ne halı var, ne hasır.
  • نی چراغی در شب و نه روز نان ** نی در او بوی طعام و نه نشان‏
  • Ne geceleyin bir ışık var, ne gündüzün bir dilim ekmek, ne yemek kokusu var, ne yiyecekten eser..
  • نی درش معمور و نی در بام راه ** نی یکی همسایه کاو باشد پناه‏ 3120
  • Ne mamur bir kapı var, ne damında bir yol, ne de sığınılacak bir komşu!
  • چشم تو که بوسه گاه خلق بود ** چون رود در خانه‏ی کور و کبود
  • Halkın öptüğü cismin o elemli yurda nasıl gidecek?
  • خانه‏ی بی‏زینهار و جای تنگ ** که در او نه روی می‏ماند نه رنگ‏
  • Amansız bir ev, dar bir yer, orada ne bet kalır, ne beniz” demekte.
  • زین نسق اوصاف خانه می‏شمرد ** وز دو دیده اشک خونین می‏فشرد
  • Bu suretle o evin vasıflarını sayıp gözlerinden kanlı yaşlar saçmaktaydı.
  • گفت جوحی را پدر ای ارجمند ** و الله این را خانه‏ی ما می‏برند
  • Cuha, babasına dedi ki: “Babacığım, vallahi bu adamı bizim eve götürüyorlar.”
  • گفت جوحی را پدر ابله مشو ** گفت ای بابا نشانیها شنو 3125
  • Babası, Cuha’ya “Ahmak olma” dedi. Cuha, Baba, şu nişaneleri dinle.
  • این نشانیها که گفت او یک به یک ** خانه‏ی ما راست بی‏تردید و شک‏
  • Birer, birer saydığı bu nişanelerin hepsi, şeksiz şüphesiz bizim evin nişaneleri.
  • نی حصیر و نه چراغ و نه طعام ** نه درش معمور و نه صحن و نه بام‏
  • Ne hasır var, ne ışık var, ne yemek. Ne kapısı mamur, ne içi, ne damı!”
  • زین نمط دارند بر خود صد نشان ** لیک کی بینند آن را طاغیان‏
  • Halkta da bu suretle kendilerine ait yüzlerce alâmet olduğu halde azgınlar, bu nişaneleri görmezler.
  • خانه‏ی آن دل که ماند بی‏ضیا ** از شعاع آفتاب کبریا
  • Kibriya güneşinin şuanından mahrum ve ışıksız olan gönül evi,
  • تنگ و تاریک است چون جان جهود ** بی‏نوا از ذوق سلطان ودود 3130
  • Yahudilerin canı gibi dar ve karanlıktır; muhabbet ihsan eden Allah’ın zevkinden mahrumdur.
  • نی در آن دل تافت نور آفتاب ** نی گشاد عرصه و نه فتح باب‏
  • Ne güneşin o gönüle ışığı parlar, ne o gönlün sahası genişler, ne kapısı açılır.
  • گور خوشتر از چنین دل مر ترا ** آخر از گور دل خود برتر آ
  • Sana böyle bir gönülden mezar yeğdir. Gönül mezarından çık artık!
  • زنده‏ای و زنده زاد ای شوخ و شنگ ** دم نمی‏گیرد ترا زین گور تنگ‏
  • Ey şuh ve neşeli can, dirisin, diri oğlusun. Bu dar gönül mezarında nefesin daralmıyor mu?
  • یوسف وقتی و خورشید سما ** زین چه و زندان بر آ و رو نما
  • Sen vaktin Yusuf’usun, gökyüzünün güneşi. Bu çölden, bu zindandan çık yüzünü göster!
  • یونست در بطن ماهی پخته شد ** مخلصش را نیست از تسبیح بد 3135
  • Yunus, balık karnında pişti. Yunus Peygamber, bu belâdan ancak tespihle kurtuldu.
  • گر نبودی او مسیح بطن نون ** حبس و زندانش بدی تا یبعثون‏
  • Balık karnında tespih etmeseydi kıyamete kadar o hapiste, o zindan da kalırdı.
  • او به تسبیح از تن ماهی بجست ** چیست تسبیح آیت روز أ لست
  • Yunus, balıktan Allah’ı tespih ederek halâs oldu. Tespih nedir? Elest gününün nişanesi.
  • گر فراموشت شد آن تسبیح جان ** بشنو این تسبیحهای ماهیان‏
  • Eğer can tespihini unutursan şu balıkların tespihini dinle.
  • هر که دید الله را اللهی است ** هر که دید آن بحر را آن ماهی است‏
  • Allah’ı gören Allah’a mensuptur; o denizi gören, o balıktır.
  • این جهان دریاست و تن ماهی و روح ** یونس محجوب از نور صبوح‏ 3140
  • Bu cihan denizdir, ten balık, ruh da sabah nurundan mahcup Yunus.
  • گر مسبح باشد از ماهی رهید ** ور نه در وی هضم گشت و ناپدید
  • Yunus Allah’a tespih ettiği için balıktan kurtuldu, yoksa hazmolur, yok olup giderdi.