English    Türkçe    فارسی   

2
3113-3162

  • قصد جنگ انبیا می‏داشتند ** جسم دیدند آدمی پنداشتند
  • Peygamberlerle savaşa girişenler, onları cisim görüp kendileri gibi insan sanmışlardır.
  • در تو هست اخلاق آن پیشینیان ** چون نمی‏ترسی که تو باشی همان‏
  • Sende o ilk gelenlerin ahlâkı var. Nasıl oluyor da sen de onlar gibi helâk olmaktan korkmuyorsun?
  • آن نشانیها همه چون در تو هست ** چون تو زیشانی کجا خواهی برست‏ 3115
  • Onlardaki nişanelerin hepsi sende de var. Mademki onlardansın, nerde kurtulacaksın?
  • قصه‏ی جوحی و آن کودک که پیش جنازه‏ی پدر خویش نوحه می‏کرد
  • Cuha ile babasının cenazesi önünde feryat eden çocuk
  • کودکی در پیش تابوت پدر ** زار می‏نالید و بر می‏کوفت سر
  • Çocuğun biri, babasının tabutu önünde ağlamakta, başına vurmaktaydı.
  • کای پدر آخر کجایت می‏برند ** تا ترا در زیر خاکی بسپرند
  • “Baba, seni nereye götürüyorlar? Nihayet seni toprağın altına yatıracaklar.
  • می‏برندت خانه‏ی تنگ و زحیر ** نی در او قالی و نه در وی حصیر
  • Öyle bir dar, öyle bir elemli eve götürüyorlar ki orada ne halı var, ne hasır.
  • نی چراغی در شب و نه روز نان ** نی در او بوی طعام و نه نشان‏
  • Ne geceleyin bir ışık var, ne gündüzün bir dilim ekmek, ne yemek kokusu var, ne yiyecekten eser..
  • نی درش معمور و نی در بام راه ** نی یکی همسایه کاو باشد پناه‏ 3120
  • Ne mamur bir kapı var, ne damında bir yol, ne de sığınılacak bir komşu!
  • چشم تو که بوسه گاه خلق بود ** چون رود در خانه‏ی کور و کبود
  • Halkın öptüğü cismin o elemli yurda nasıl gidecek?
  • خانه‏ی بی‏زینهار و جای تنگ ** که در او نه روی می‏ماند نه رنگ‏
  • Amansız bir ev, dar bir yer, orada ne bet kalır, ne beniz” demekte.
  • زین نسق اوصاف خانه می‏شمرد ** وز دو دیده اشک خونین می‏فشرد
  • Bu suretle o evin vasıflarını sayıp gözlerinden kanlı yaşlar saçmaktaydı.
  • گفت جوحی را پدر ای ارجمند ** و الله این را خانه‏ی ما می‏برند
  • Cuha, babasına dedi ki: “Babacığım, vallahi bu adamı bizim eve götürüyorlar.”
  • گفت جوحی را پدر ابله مشو ** گفت ای بابا نشانیها شنو 3125
  • Babası, Cuha’ya “Ahmak olma” dedi. Cuha, Baba, şu nişaneleri dinle.
  • این نشانیها که گفت او یک به یک ** خانه‏ی ما راست بی‏تردید و شک‏
  • Birer, birer saydığı bu nişanelerin hepsi, şeksiz şüphesiz bizim evin nişaneleri.
  • نی حصیر و نه چراغ و نه طعام ** نه درش معمور و نه صحن و نه بام‏
  • Ne hasır var, ne ışık var, ne yemek. Ne kapısı mamur, ne içi, ne damı!”
  • زین نمط دارند بر خود صد نشان ** لیک کی بینند آن را طاغیان‏
  • Halkta da bu suretle kendilerine ait yüzlerce alâmet olduğu halde azgınlar, bu nişaneleri görmezler.
  • خانه‏ی آن دل که ماند بی‏ضیا ** از شعاع آفتاب کبریا
  • Kibriya güneşinin şuanından mahrum ve ışıksız olan gönül evi,
  • تنگ و تاریک است چون جان جهود ** بی‏نوا از ذوق سلطان ودود 3130
  • Yahudilerin canı gibi dar ve karanlıktır; muhabbet ihsan eden Allah’ın zevkinden mahrumdur.
  • نی در آن دل تافت نور آفتاب ** نی گشاد عرصه و نه فتح باب‏
  • Ne güneşin o gönüle ışığı parlar, ne o gönlün sahası genişler, ne kapısı açılır.
  • گور خوشتر از چنین دل مر ترا ** آخر از گور دل خود برتر آ
  • Sana böyle bir gönülden mezar yeğdir. Gönül mezarından çık artık!
  • زنده‏ای و زنده زاد ای شوخ و شنگ ** دم نمی‏گیرد ترا زین گور تنگ‏
  • Ey şuh ve neşeli can, dirisin, diri oğlusun. Bu dar gönül mezarında nefesin daralmıyor mu?
  • یوسف وقتی و خورشید سما ** زین چه و زندان بر آ و رو نما
  • Sen vaktin Yusuf’usun, gökyüzünün güneşi. Bu çölden, bu zindandan çık yüzünü göster!
  • یونست در بطن ماهی پخته شد ** مخلصش را نیست از تسبیح بد 3135
  • Yunus, balık karnında pişti. Yunus Peygamber, bu belâdan ancak tespihle kurtuldu.
  • گر نبودی او مسیح بطن نون ** حبس و زندانش بدی تا یبعثون‏
  • Balık karnında tespih etmeseydi kıyamete kadar o hapiste, o zindan da kalırdı.
  • او به تسبیح از تن ماهی بجست ** چیست تسبیح آیت روز أ لست
  • Yunus, balıktan Allah’ı tespih ederek halâs oldu. Tespih nedir? Elest gününün nişanesi.
  • گر فراموشت شد آن تسبیح جان ** بشنو این تسبیحهای ماهیان‏
  • Eğer can tespihini unutursan şu balıkların tespihini dinle.
  • هر که دید الله را اللهی است ** هر که دید آن بحر را آن ماهی است‏
  • Allah’ı gören Allah’a mensuptur; o denizi gören, o balıktır.
  • این جهان دریاست و تن ماهی و روح ** یونس محجوب از نور صبوح‏ 3140
  • Bu cihan denizdir, ten balık, ruh da sabah nurundan mahcup Yunus.
  • گر مسبح باشد از ماهی رهید ** ور نه در وی هضم گشت و ناپدید
  • Yunus Allah’a tespih ettiği için balıktan kurtuldu, yoksa hazmolur, yok olup giderdi.
  • ماهیان جان در این دریا پرند ** تو نمی‏بینی که کوری ای نژند
  • Bu deniz, can balıklarıyla dopdoludur. Sen görmüyorsun ama etrafında uçuşup duruyorlar.
  • بر تو خود را می‏زنند آن ماهیان ** چشم بگشا تا ببینی‏شان عیان‏
  • O balıklar, sana kendilerini çarpmaktalar. Gözünü aç da apaçık gör.
  • ماهیان را گر نمی‏بینی پدید ** گوش تو تسبیحشان آخر شنید
  • Balıkları görmüyorsan bile bari kulağın, tespihlerini duysun.
  • صبر کردن جان تسبیحات تست ** صبر کن کان است تسبیح درست‏ 3145
  • Sabretmek, canının tespihleridir. Sabret, asıl doğru tespih odur.
  • هیچ تسبیحی ندارد آن درج ** صبر کن الصبر مفتاح الفرج‏
  • O derecede hiçbir tespih yoktur. Sabret, asıl doğru tespih odur. O derecede hiçbir tespih yoktur. Sabret, “Sabır, sıkıntının, darlığın anahtarıdır.”
  • صبر چون پول صراط آن سو بهشت ** هست با هر خوب یک لالای زشت‏
  • Sabır, sırat köprüsüne benzer, cennet se öbür tarafta. Her güzelin bir çirkin lalası vardır.
  • تا ز لالا می‏گریزی وصل نیست ** ز انکه لالا را ز شاهد فصل نیست‏
  • Laladan çekinirsen vuslata imkân yok. Çünkü lala, gözlerden ayrılmaz.
  • تو چه دانی ذوق صبر ای شیشه دل ** خاصه صبر از بهر آن نقش چگل‏
  • Ey azıcık bir şeyden kırılan sırça gönüllü, sen sabrın zevkini ne bilirsin? Hele o Çikil güzeline ulaşmak için çekilen sabrın lezzetini!
  • مرد را ذوق غزا و کر و فر ** مر مخنث را بود ذوق‏از ذکر 3150
  • Savaş zevki, kudret ve kuvvetli ere göredir, karı tabiatlı adamsa ancak zekerden zevk alır.
  • جز ذکر نه دین او و ذکر او ** سوی اسفل برد او را فکر او
  • Zekerden başka ne dini vardır, ne zikri; o düşünce, o adamı ta aşağılık yere kadar çekip götürür.
  • گر بر آید بر فلک از وی مترس ** کاو بعشق سفل آموزید درس‏
  • Gökyüzüne bile çıksa korkma ondan. Çünkü o, ancak aşağılık aşkıyla ders öğrenmiştir.
  • او بسوی سفل می‏راند فرس ** گر چه سوی علو جنباند جرس‏
  • Çanı yukarılarda çalınsa, Çan sesi yukarılardan gelse bile atını aşağıya doğru sürüp durur.!
  • از علمهای گدایان ترس چیست ** کان علمها لقمه‏ی نان را رهی است‏
  • Yoksulların âlemlerinden korkulur mu? O âlemler lokma elde etmek için bir yoldur.
  • ترسیدن کودک از آن شخص صاحب جثه و گفتن آن شخص که ای کودک مترس که من نامردم‏
  • Oğlanın iriyarı adamdan korkması, Adamın ”Korkma çocuğum, ben er değilim” demesi
  • کنگ زفتی کودکی را یافت فرد ** زرد شد کودک ز بیم قصد مرد 3155
  • Bir iri adam bir oğlanı ele geçirdi. Bu adam bana kast eder diye çocuğun yüzü sarardı.
  • گفت ایمن باش ای زیبای من ** که تو خواهی بود بر بالای من‏
  • Adam dedi ki “ Güzelim, emin ol, sen benim üstüme bineceksin.
  • من اگر هولم مخنث دان مرا ** همچو اشتر بر نشین می‏ران مرا
  • Ben korkunç görünsem de aldırış etme, bil ki ben bir ibneyim. Deveye biner gibi bin üstüme, sür”
  • صورت مردان و معنی این چنین ** از برون آدم درون دیو لعین‏
  • İnsanların suretleriyle manaları da işte böyledir. Dışardan adam görünürler, içerden melûn Şeytan!
  • آن دهل را مانی ای زفت چو عاد ** که بر او آن شاخ را می‏کوفت باد
  • Ey Âd gibi ipiri adam, sen rüzgârın tesiriyle dalın vurduğu davula benziyorsun.
  • روبهی اشکار خود را باد داد ** بهر طبلی همچو خیک پر ز باد 3160
  • Tilki, hava ile dolu tulum gibi bir davul yüzünden avını yele verdi.
  • چون ندید اندر دهل او فربهی ** گفت خوکی به ازین خیک تهی‏
  • Davulda bir can olmadığını, içinin hava dolu olduğunu görünce dedi ki: “ Domuz bile şu bomboş tulumdan yeğ!”
  • روبهان ترسند ز آواز دهل ** عاقلش چندان زند که لا تقل‏
  • Davul sesinden tilkiler korkar, fakat akıllı kişi onu öyle döver ki deme gitsin!
  • قصه‏ی تیر اندازی و ترسیدن او از سواری که در بیشه می‏رفت‏
  • Ormana dalan süvariden korkan okçu