English    Türkçe    فارسی   

3
135-184

  • در عذاب منکرست آن جان او ** گزدم غم دل دل غمدان او 135
  • Canı Münker ve Nekir’in azabına uğramış, gamlı gönlünde de gam akrepleri yer tutmuştur.
  • از برون بر ظاهرش نقش و نگار ** وز درون ز اندیشه‌ها او زار زار
  • Zahirini süslemiş, püslemiş ama içi düşüncelerden feryatlara düşmüş.
  • و آن یکی بینی در آن دلق کهن ** چون نبات اندیشه و شکر سخن
  • Başka birini de görürsün ki eski elbiseler giyinmiş ama o köhne libaslar içinde kamışa benzer, sözü de şeker gibidir.
  • بازگشتن به حکایت پیل
  • Fil hikâyesine dönüş, öğütçünün öğüdü
  • گفت ناصح بشنوید این پند من ** تا دل و جانتان نگردد ممتحن
  • Öğütçü dedi ki “Bu öğüdümü tutun da gönlünüz, canınız belâlara düşmesin.
  • با گیاه و برگها قانع شوید ** در شکار پیل‌بچگان کم روید
  • Otlara, yapraklara kaani olun, fil yavrularını avlamaya varmayın.
  • من برون کردم ز گردن وام نصح ** جز سعادت کی بود انجام نصح 140
  • Ben boynumdaki öğüt borcumu ödedim. Öğüdü tutanın sonu, ancak kutluluktur.
  • من به تبلیغ رسالت آمدم ** تا رهانم مر شما را از ندم
  • Ben, sizi nedametlerden kurtarmak için elçiliğimi yaptım.
  • هین مبادا که طمع رهتان زند ** طمع برگ از بیخهاتان بر کند
  • Kendinize gelin, sakın tamah yolunuzu vurmasın. Tamah, yapraklarınızı ta kökünden söker, çıkarır.”
  • این بگفت و خیربادی کرد و رفت ** گشت قحط و جوعشان در راه زفت
  • Bunları söyleyip “Haydi, hayra karşı” diyerek onları uğurladı, selâmetledi, gitti. Onlar, yolda kıtlığa düştüler, susuzlukları artıkça arttı.
  • ناگهان دیدند سوی جاده‌ای ** پور پیلی فربهی نو زاده‌ای
  • Ansızın yolda yeni doğmuş güzel bir fil yavrusu gördüler.
  • اندر افتادند چون گرگان مست ** پاک خوردندش فرو شستند دست 145
  • Sarhoş kurtlar gibi başına üşüştüler. Onu tertemiz yiyip bu işten ellerini yıkadılar.
  • آن یکی همره نخورد و پند داد ** که حدیث آن فقیرش بود یاد
  • Yoldaşlarından biri, onlara öğüt verdi, o adamın öğüdü hatırındaydı.
  • از کبابش مانع آمد آن سخن ** بخت نو بخشد ترا عقل کهن
  • Bu söz, adamın o fili kebap edip yemesine mâni oldu. Eski ve tecrübe görmüş akıl, sana yeni bir baht bağışlar.
  • پس بیفتادند و خفتند آن همه ** وان گرسنه چون شبان اندر رمه
  • Onlar fil yavrusunu yiyip yattılar, uyudular. O aç adamsa sürüyü bekleyen çoban gibi uyanıktı.
  • دید پیلی سهمناکی می‌رسید ** اولا آمد سوی حارس دوید
  • Birdenbire baktı ki kızgın bir fil çıkageldi. Önce o gözetleyene gelip çattı.
  • بوی می‌کرد آن دهانش را سه بار ** هیچ بویی زو نیامد ناگوار 150
  • Ağzını üç kere kokladı. Fakat ondan hiçbir kötü koku gelmedi.
  • چند باری گرد او گشت و برفت ** مر ورا نازرد آن شه‌پیل زفت
  • Birkaç kere etrafın da dönüp dolaşarak gitti. O iri fil, adama hiç dokunmadı.
  • مر لب هر خفته‌ای را بوی کرد ** بوی می‌آمد ورا زان خفته مرد
  • Uyuyanların hepsinin ağızlarını kokladı, hepsinden de koku aldı.
  • از کباب پیل‌زاده خورده بود ** بر درانید و بکشتش پیل زود
  • Yavrusunu kebap edip yiyenleri hemencecik paraladı öldürdü.
  • در زمان او یک بیک را زان گروه ** می‌درانید و نبودش زان شکوه
  • O anda hepsini de birer, birer paralıyor, onlardan hiç de ürkmüyordu.
  • بر هوا انداخت هر یک را گزاف ** تا همی‌زد بر زمین می‌شد شکاف 155
  • Onların her birini havaya kaldırıp yere vurarak parçalamaktaydı.
  • ای خورنده‌ی خون خلق از راه برد ** تا نه آرد خون ایشانت نبرد
  • Ey halkın kanını emen, bu işten uzaklaş, halkın kanı seni savaşa düşürmesin.
  • مال ایشان خون ایشان دان یقین ** زانک مال از زور آید در یمین
  • Bil ki halkın malı kanı demektir. Çünkü mal güçle, kuvvetle çalışmayla ele geçer.
  • مادر آن پیل‌بچگان کین کشد ** پیل بچه‌خواره را کیفر کشد
  • O fil yavrularının anaları kan güder, fil yavrusu yiyenden öç alır, öldürür.
  • پیل‌بچه می‌خوری ای پاره‌خوار ** هم بر آرد خصم پیل از تو دمار
  • Ey rüşvet alan, sen fil yavrusu yemektesin. Sana düşman olan fil, kökünü kazır, seni mahveder.
  • بوی رسوا کرد مکر اندیش را ** پیل داند بوی طفل خویش را 160
  • Hilelere sapanı koku, rüsvay etti. Fil yavrusunun kokusunu bilir.
  • آنک یابد بوی حق را از یمن ** چون نیابد بوی باطل را ز من
  • Hak kokusunu Yemen’den duyan bendeki bâtıl kokuyu nasıl olurda duymaz?
  • مصطفی چون برد بوی از راه دور ** چون نیابد از دهان ما بخور
  • Mustafa, ta uzak yoldan koku alır da ağzımızda ki güzel kokuyu nasıl almaz?
  • هم بیابد لیک پوشاند ز ما ** بوی نیک و بد بر آید بر سما
  • Duyar, duyar ama yüzümüze vurmaz, örter. İyi koku da göklere çıkar, kötü koku da.
  • تو همی‌خسپی و بوی آن حرام ** می‌زند بر آسمان سبزفام
  • Sen uyuyup durursun, o haram koku ise şu yeşil gökyüzüne urup durur.
  • همره انفاس زشتت می‌شود ** تا به بوگیران گردون می‌رود 165
  • Seni çirkin nefeslerine yoldaş olup felekte kokuları alanlara kadar gider.
  • بوی کبر و بوی حرص و بوی آز ** در سخن گفتن بیاید چون پیاز
  • Kibir, hırs, şehvet kokusu, söz söylerken soğan gibi kokar.
  • گر خوری سوگند من کی خورده‌ام ** از پیاز و سیر تقوی کرده‌ام
  • Yemin eder de “Ben onları ne zaman yedim? Soğandan da çekinmekteyim, sarımsaktan da” dersen
  • آن دم سوگند غمازی کند ** بر دماغ همنشینان بر زند
  • O yalan yemini ederken nefesin, kovuculuk eder. Kokusu seninle beraber oturanların dimağına vurur.
  • پس دعاها رد شود از بوی آن ** آن دل کژ می‌نماید در زبان
  • O koku yüzünden dualar reddedilir. O kötü kalp, sözle kendisini gösterir.
  • اخسا آید جواب آن دعا ** چوب رد باشد جزای هر دغا 170
  • O duaya “Sesinizi kesin” cevabı gelir. Her azgının cezası onu kovan sopadır.
  • گر حدیثت کژ بود معنیت راست ** آن کژی لفظ مقبول خداست
  • Fakat sözün eğri, özün doğru olursa o söz eğriliği, Allah’a makbuldür.
  • بیان آنک خطای محبان بهترست از صواب بیگانگان بر محبوب
  • Dostların hatası, yabancıların doğrusundan daha iyidir.
  • آن بلال صدق در بانگ نماز ** حی را هی همی‌خواند از نیاز
  • O doğru sözlü Bilâl, ezan okurken “Hayyı alesselâ, Hayyı alelfelâh- Haydin namaza, Haydin felâha” cümlelerindeki “Hayyı- haydin” kelimesini “Heyyi” diye okurdu.
  • تا بگفتند ای پیمبر راست نیست ** این خطا اکنون که آغاز بناست
  • Nihayet Peygamber’e dediler ki: “Ya Resulâllâh, bina yeni kuruluyor. Bu hata, hiç de doğru değil.
  • ای نبی و ای رسول کردگار ** یک مذن کو بود افصح بیار
  • Ey Allah habercisi, ey Allah resulü, ey Allah meydanının tek binicisi, daha fasih bir müezzin getir.
  • عیب باشد اول دین و صلاح ** لحن خواندن لفظ حی عل فلاح 175
  • Din daha yeni kurulur, doğruluk düzenlik daha yeni meydana gelirken “Hayyı alelfelâh”’ı yanlış okumak ayıptır.
  • خشم پیغامبر بجوشید و بگفت ** یک دو رمزی از عنایات نهفت
  • Peygamber’in hiddeti coştu. Gizli inayetlerden bir iki remiz söyleyip dedi ki :
  • کای خسان نزد خدا هی بلال ** بهتر از صد حی و خی و قیل و قال
  • “Ey aşağılık adamlar, Allah yanında Bilâl’in Heyyi’si yüzlerce hadan, hıdan, yüzlerce dedikodudan iyidir.
  • وا مشورانید تا من رازتان ** وا نگویم آخر و آغازتان
  • İşi çok karıştırmayın da sırrınızı açmayayım, önünüzü, sonunuzu söylemeyeyim.”
  • گر نداری تو دم خوش در دعا ** رو دعا می‌خواه ز اخوان صفا
  • Her duada güzel bir nefese sahip değilsen yürü, özü sözü doğru kardeşlerden dua iste.
  • امر حق به موسی علیه السلام که مرا به دهانی خوان کی بدان دهان گناه نکرده‌ای
  • Musa aleyhisselâm’a, Beni günah etmediğin ağızla çağır diye vahiy gelmesi
  • گفت ای موسی ز من می‌جو پناه ** با دهانی که نکردی تو گناه 180
  • Allah, “Ey Musa, bana suç etmediğin, kötü söylemediğin bir ağızla sığın, dua et” dedi.
  • گفت موسی من ندارم آن دهان ** گفت ما را از دهان غیر خوان
  • Musa, “Bende o ağız yok deyince Allah, “Başkasının ağzıyla dua et”
  • از دهان غیر کی کردی گناه ** از دهان غیر بر خوان کای اله
  • Başkasının ağzıyla nasıl günah edebilirsin? Yarabbi diye başkasının ağzıyla çağır” buyurdu.
  • آنچنان کن که دهانها مر ترا ** در شب و در روزها آرد دعا
  • Sen de öyle muamelede bulun ki ağızlar, gece gündüz sana dua edip dursunlar.
  • از دهانی که نکردستی گناه ** و آن دهان غیر باشد عذر خواه
  • Günah etmediğim ağız, başkasının özürler dileyen ağzıdır.