English    Türkçe    فارسی   

3
3001-3050

  • لایق این حضرت پاکی نه‌اید ** نیشکر پاکان شما خالی‌نیید
  • Bu tertemiz kapıya lâyık değilsiniz ki… Temiz kişiler, şeker kamışıdır, sizse bomboş birer kamıştan ibaretsiniz.
  • آن سگان را این خسان خاضع شوند ** شیر را عارست کو را بگروند
  • O çeşit köpeklere elbette bu çeşit bayağılık adamlar hürmet ederler. Öyle adi kişiye hürmet etmek, öyle adi adama inanmak, aslana ardır.
  • گربه باشد شحنه هر موش‌خو ** موش که بود تا ز شیران ترسد او
  • Fare huylulara kedi bey olur. Fare kim oluyor ki aslandan korksun?
  • خوف ایشان از کلاب حق بود ** خوفشان کی ز آفتاب حق بود
  • Fare huyludur, Allah köpeklerinden korkarlar,
  • ربی الاعلاست ورد آن مهان ** رب ادنی درخور این ابلهان 3005
  • Uluların virdi, (Rabbimiz yücelerin yücedir) sözüdür. Bu aptallara lâyık olan Rab ise kendisinde Allah kuvveti vehmeden dünya büyükleridir.
  • موش کی ترسد ز شیران مصاف ** بلک آن آهوتگان مشک‌ناف
  • Fare, nasıl olurda savaş aslanlarından korkar. Onlardan korkanlar, misk ceylânlarıdır ancak.
  • رو به پیش کاسه‌لیس ای دیگ‌لیس ** توش خداوند و ولی نعمت نویس
  • Yürü ey çömlek yalayıcı, kâse yalayıcının yanına git… Onu kendine Allah say, velinimet say!
  • بس کن ار شرحی بگویم دور دست ** خشم گیرد میر و هم داند که هست
  • Kâfi yeter artık… Uzun uzadıya anlatmaya girişsem beyler, padişahlar, hem kızarlar, hem de anlattıklarımın kendilerinde olduğunu bilirler anlarlar.
  • حاصل این آمد که بد کن ای کریم ** با لیمان تا نهد گردن لیم
  • Hulâsa ey kerem sahibi, alçak nefse iyilik etme, kötü davran da alçaklarla beraber o da sana boyun eğsin, teslim olsun.
  • با لیم نفس چون احسان کند ** چون لیمان نفس بد کفران کند 3010
  • Alçak nefse ihsanda bulunursa alçaklar gibi nimeti inkâr eder, azgınlaşır.
  • زین سبب بد که اهل محنت شاکرند ** اهل نعمت طاغیند و ماکرند
  • İşte mihnette, meşakkatte bulunanların şükretmesi, nimet ve devlet sahiplerinin azgın ve hilebaz olmaları bu yüzdendir.
  • هست طاغی بگلر زرین‌قبا ** هست شاکر خسته‌ی صاحب‌عبا
  • Altınlarla bezenmiş kaftanlara bürünen beyler, padişahlar azgın kişilerdir. Abaya sarınan yoksul yok mu? Şükreden odur işte.
  • شکر کی روید ز املاک و نعم ** شکر می‌روید ز بلوی و سقم
  • Mal, mülk, devlet ve nimet sahipleri hiç şükrederler mi? Şükür mihnetten ve meşakkatten biter, gelişir.
  • قصه عشق صوفی بر سفره‌ی تهی
  • Sofinin boş sofraya sevdalanması
  • صوفیی بر میخ روزی سفره دید ** چرخ می‌زد جامه‌ها را می‌درید
  • Bir sofi bir gün çiviye asılmış bir sofra gördü. Vecde geldi, dönmeye, oynamaya başladı, elbisesini yırtıyor.
  • بانگ می‌زد نک نوای بی‌نوا ** قحطها و دردها را نک دوا 3015
  • İşte azıkların azığı... İşte kıtlıkların, dertlerin devası diye nâralar atıyordu.
  • چونک دود و شور او بسیار شد ** هر که صوفی بود با او یار شد
  • Dumanı başından çıkıp neşesi, zevki arttıkça arttı… Sofilerde ona uydular, semâa başladılar.
  • کخ‌کخی و های و هویی می‌زدند ** تای چندی مست و بی‌خود می‌شدند
  • Kih, kih gülmeye, hay huy etmeye koyuldular… Defalarca kendilerinden geçip kendilerine geldiler.
  • بوالفضولی گفت صوفی را که چیست ** سفره‌ای آویخته وز نان تهیست
  • Herzevekilin biri, sofiye “Çiviye asılı ve içinde ekmek olmayan bomboş sofra nedir ki seni bu derece zevke, vecde getiriyor?” dedi.
  • گفت رو رو نقش بی‌معنیستی ** تو بجو هستی که عاشق نیستی
  • Sofi dedi ki: “ Yürü git be… Sen manasız bir suretten ibaretsin… Sen varlık peşinde koş, âşık değilsin sen.
  • عشق نان بی نان غذای عاشق است ** بند هستی نیست هر کو صادقست 3020
  • Aşığın gıdası, ekmeksiz ekmeğe âşık olmaktır. Aşkında doğru olan kişi. Varlığa bağlanmaz.
  • عاشقان را کار نبود با وجود ** عاشقان را هست بی سرمایه سود
  • Âşıkların varlıkla işi yoktur… Âşıklar, kârı sermayesiz elde ederler.
  • بال نه و گرد عالم می‌پرند ** دست نه و گو ز میدان می‌برند
  • Kanatları yoktur, âlemin etrafında uçarlar… Elleri yoktur, topu meydandan kaparlar!
  • آن فقیری کو ز معنی بوی یافت ** دست ببریده همی زنبیل بافت
  • Mana kokusunu duyan o yoksul da eli kesik olduğu halde zembil örerdi ya!
  • عاشقان اندر عدم خیمه زدند ** چون عدم یک‌رنگ و نفس واحدند
  • Âşıklar, yoklukta çadır kurarlar… Onlar, yokluk gibi bir renktedirler, bir tek ruhları vardır onların!
  • شیرخواره کی شناسد ذوق لوت ** مر پری را بوی باشد لوت و پوت 3025
  • Süt emen çocuk yemekten nasıl zevk alabilir? Perinin gıdası kokudan ibarettir.
  • آدمی کی بو برد از بوی او ** چونک خوی اوست ضد خوی او
  • Fakat insanoğlu perinin kokusundan koku alabilir mi? Huyu, onun huyunun zıddıdır.
  • یابد از بو آن پری بوی‌کش ** تو نیابی آن ز صد من لوت خوش
  • Perinin az bir güzel kokudan aldığı zevki, sen yüz batman güzel yemekten bile alamazsın.
  • پیش قبطی خون بود آن آب نیل ** آب باشد پیش سبطی جمیل
  • Nil ırmağının suyu Mısırlılara kan kesildiği halde İsrailoğulları’na sudur.
  • جاده باشد بحر ز اسرائیلیان ** غرقه گه باشد ز فرعون عوان
  • Deniz, Firavunu boğduğu halde İsrailoğulları’na bir ana cadde haline gelir.
  • مخصوص بودن یعقوب علیه السلام به چشیدن جام حق از روی یوسف و کشیدن بوی حق از بوی یوسف و حرمان برادران و غیر هم ازین هر دو
  • Allah kadehini Yusuf’un yüzünden içmek, Allah kokusunu Yusuf’un kokusundan duymak, Yakup aleyhisselâm’a mahsustur. Yusuf’un kardeşleri de bunlardan mahrumdur başkaları da
  • آنچ یعقوب از رخ یوسف بدید ** خاص او بد آن به اخوان کی رسید 3030
  • Yakup’un, Yusuf’un yüzünde gördüğü nur, ancak Yakup’a mahsustu. Kardeşleri bunu nereden görecekler?
  • این ز عشقش خویش در چه می‌کند ** و آن بکین از بهر او چه می‌کند
  • Bu, sevgiliye olan sevdası yüzünden kendini kuyulara atar. Öbürü kininden sevgiliye kuyu kazar!
  • سفره‌ی او پیش این از نان تهیست ** پیش یعقوبست پر کو مشتهیست
  • Sofra, onun önünde ekmeksizdir, bomboştur… Fakat Yakup’un önünde nimetlerle dopdoludur, iştahını açar.
  • روی ناشسته نبیند روی حور ** لا صلوة گفت الا بالطهور
  • Yüzünü yıkamayan, hurilerin yüzünü göremez. Peygamber, “Namaz, ancak huzur-u kalple kılınır” demiştir.
  • عشق باشد لوت و پوت جانها ** جوع ازین رویست قوت جانها
  • Canların gıdası aşktır. Bundan dolayı ruhların gıdası, açlıktır.
  • جوع یوسف بود آن یعقوب را ** بوی نانش می‌رسید از دور جا 3035
  • Yakup, Yusuf’a acıkmıştı, ekmek kokusu ona ta uzaklardan gelmekteydi.
  • آنک بستد پیرهن را می‌شتافت ** بوی پیراهان یوسف می‌نیافت
  • Hâlbuki Yusuf’un gömleğini alıp koşa koşa Yakup’a getiren o gömleğin kokusunu duymadı bile!
  • و آنک صد فرسنگ زان سو بود او ** چونک بد یعقوب می‌بویید بو
  • Aradaki mesafe yüzlerce fersahken Yakup, Yakup olduğundan Yusuf’un gömleğinin kokusunu duyuyordu.
  • ای بسا عالم ز دانش بی‌نصیب ** حافظ علمست آنکس نه حبیب
  • Nice âlimler vardır ki hakikî ilimden hakiki irfandan nasipleri yoktur. Bu çeşit âlim, ilim hafızıdır, ilim sevgilisi değil.
  • مستمع از وی همی‌یابد مشام ** گرچه باشد مستمع از جنس عام
  • Onun sözlerini duyan kişi, alelâde bir adam olsa bile o sözleri anlar, hakikat korkusunu alır.
  • زانک پیراهان بدستش عاریه‌ست ** چون بدست آن نخاسی جاریه‌ست 3040
  • Çünkü böyle âlimin eline düşen gömlek, eğretidir, bir zaman içindir… Esir tellâlının elindeki cariye gibi!
  • جاریه پیش نخاسی سرسریست ** در کف او از برای مشتریست
  • Tellâlın eline düşen cariye, müşteri içindir, tellâla ne fayda var?
  • قسمت حقست روزی دادنی ** هر یکی را سوی دیگر راه نی
  • Rızık vermek, Allah’ın işidir. Herkes Allah’ın takdirine göre hareket eder, başka türlü hareket etmesine imkân yoktur.
  • یک خیال نیک باغ آن شده ** یک خیال زشت راه این زده
  • Güzel bir hayal, ona bağ, bahçe haline gelmiştir… Çirkin bir hayal, bunun yolunu kesmiştir!
  • آن خدایی کز خیالی باغ ساخت ** وز خیالی دوزخ و جای گداخت
  • Allah öyle bir Allah’tır ki bir hayalden, bağ, bahçe düzmüş, bir hayalide cehennem haline getirmiş, yanıp yakılma yeri yapmıştır!
  • پس کی داند راه گلشنهای او ** پس کی داند جای گلخنهای او 3045
  • Peki… O halde onun gül bahçelerinin yolunu… Külhanlarının yerini kim bilebilir ki?
  • دیدبان دل نبیند در مجال ** کز کدامین رکن جان آید خیال
  • Gönül gözcüsü, bu hayal, canın ne yanından geliyor… Fırsat bulup göremez ki.
  • گر بدیدی مطلعش را ز احتیال ** بند کردی راه هر ناخوش خیال
  • Bir kolayını bulup da doğduğu yeri, geldiği tarafı görseydi kötü hayallerin yolunu keser, gelmelerine mâni olurdu.
  • کی رسد جاسوس را آنجا قدم ** که بود مرصاد و در بند عدم
  • Yokluk geçidine, yokluğun gözetleme yeri olan oraya casus, nasıl ayak atabilir?
  • دامن فضلش بکف کن کوروار ** قبض اعمی این بود ای شهره‌یار
  • Kör gibi onun ihsan eteğine yapış! Padişahım, körün yapışması diye buna derler işte!
  • دامن او امر و فرمان ویست ** نیکبختی که تقی جان ویست 3050
  • Onun eteği, emridir, fermanıdır. Ondan korkmayı, ondan çekinmeyi kendisine can ittihaz eden adam ne iyi bahtlı bir adamdır!