English    Türkçe    فارسی   

4
2173-2222

  • ای بسا مس زر اندوده به زر ** تا فروشد آن به عقل مختصر
  • Nice bakırlar vardır ki aklı kıt olanlara satsınlar diye onları altın suyuna batırmışlar, altın yaldızla yaldızlamışlardır.
  • ما که باطن‌بین جمله‌ی کشوریم ** دل ببینیم و به ظاهر ننگریم
  • Biz bütün ülkelerin iç yüzünü görenleriz... Gönlü görürüz, dış yüzüne bakmayız biz!
  • قاضیانی که به ظاهر می‌تنند ** حکم بر اشکال ظاهر می‌کنند 2175
  • Zahirin etrafında dönüp dolaşan kadılar, zahiri görünüşe göre hükmederler.
  • چون شهادت گفت و ایمانی نمود ** حکم او مومن کنند این قوم زود
  • Birisi şahadet getirdi, imanını gösteren bir şey yaptı mı bunlar, derhal o adamın mümin olduğuna hükmederler.
  • بس منافق کاندرین ظاهر گریخت ** خون صد مومن به پنهانی بریخت
  • Bu suretle de nice münafıklar, zahire sığınmışlar... Böylece de yüzlerce iman sahibinin kanını gizlice dökmüşlerdir.
  • جهد کن تا پیر عقل و دین شوی ** تا چو عقل کل تو باطن‌بین شوی
  • Çalış çabala da akıl ve din piri ol... Bu suretle aklı kül gibi iç âlemini gör.
  • از عدم چون عقل زیبا رو گشاد ** خلعتش داد و هزارش نام داد
  • O güzelim akıl, yokluktan yüz gösterince Allah ona bir elbisedir giydirdi, binlerce de ad taktı.
  • کمترین زان نامهای خوش‌نفس ** این که نبود هیچ او محتاج کس 2180
  • Bu güzel adların en aşağısı işte şu: O, hiç kimseye muhtaç değildir.
  • گر به صورت وا نماید عقل رو ** تیره باشد روز پیش نور او
  • Akıl bir kere yüz gösterse, suretini şu âleme izhar etse gündüz bile, onun nuruna karşı kapkaranlık kalırdı.
  • ور مثال احمقی پیدا شود ** ظلمت شب پیش او روشن بود
  • Ahmaklık da meselâ, meydana çıkıverse gecenin karanlığı, onun yanında apaydın kalır.
  • کو ز شب مظلم‌تر و تاری‌ترست ** لیک خفاش شقی ظلمت‌خرست
  • Çünkü o, geceden daha karanlıktır, daha karadır. Fakat ne fayda? Kötü yarasa karanlıların satın alır.
  • اندک اندک خوی کن با نور روز ** ورنه خفاشی بمانی بیفروز
  • Yavaş, yavaş gündüzün ışığına alış... Yoksa yarasa gibi nura kavuşmaz, kalakalırsın!
  • عاشق هر جا شکال و مشکلیست ** دشمن هر جا چراغ مقبلیست 2185
  • Yarasa nerede bir güçlük, bir müşkül varsa orasını sever... Nerede bir devletlinin ışığı yanıyorsa oraya düşman kesilir.
  • ظلمت اشکال زان جوید دلش ** تا که افزون‌تر نماید حاصلش
  • Bilgisi görgüsü daha fazla görünsün diye gönlü daima müşküller arar.
  • تا ترا مشغول آن مشکل کند ** وز نهاد زشت خود غافل کند
  • O her müşkülle seni oyalar... Kendi kötü tabiatına karşı gaflete daldırır.
  • علامت عاقل تمام و نیم‌عاقل و مرد تمام و نیم‌مرد و علامت شقی مغرور لاشی
  • Tam akılıyla yarı akıllının, tam adamla yarı adamın ve hiçbir şey olmayan mağrur kötü kişinin alâmetleri
  • عاقل آن باشد که او با مشعله‌ست ** او دلیل و پیشوای قافله‌ست
  • Akıllı ona derler ki elinde meşalesi vardır... Kafilenin önünde gider, onlara kılavuzluk eder.
  • پیرو نور خودست آن پیش‌رو ** تابع خویشست آن بی‌خویش‌رو
  • O önde giden kendi nuruna uymuş, onun ardına düşmüştür... O kendinden geçmiş bir halde yola düşüp giden, kendisine tabidir.
  • مومن خویشست و ایمان آورید ** هم بدان نوری که جانش زو چرید 2190
  • O kendisine inanmıştır... Sizde onun canının yayıldığı nura, o nur âlemince inanın.
  • دیگری که نیم‌عاقل آمد او ** عاقلی را دیده‌ی خود داند او
  • Yarım akıllıda kendisine bir akıllıyı göz etmiş, göz diye bu akıllıyı bilmiş tanımıştır.
  • دست در وی زد چو کور اندر دلیل ** تا بدو بینا شد و چست و جلیل
  • Körün kendisini yedene sarılması gibi ona el atmıştır... Bu suretle onunla göz sahibi olmuş, çevikleşmiş ululaşmıştır.
  • وآن خری کز عقل جوسنگی نداشت ** خود نبودش عقل و عاقل را گذاشت
  • Bir arpa ağırlığınca bile aklı olmayan eşeğe gelince: Hem aklı yoktur, hem akıllıyı terk etmiştir.
  • ره نداند نه کثیر و نه قلیل ** ننگش آید آمدن خلف دلیل
  • Az, çok... Bir yol da bilmez. Fakat yine de bir kılavuzun ardına düşmekten sıkılır, arlanıp utanır.
  • می‌رود اندر بیابان دراز ** گاه لنگان آیس و گاهی بتاز 2195
  • Upuzun, uçsuz bucaksız çöllerde gâh topallayıp meyus olarak, gâh koşup yortarak gider durur.
  • شمع نه تا پیشوای خود کند ** نیم شمعی نه که نوری کد کند
  • Bir kandil yoktur ki önünde tutsun, önünü görsün... Hatta yarım bir ışık bile bulamaz ki ondan bir nur dilensin.
  • نیست عقلش تا دم زنده زند ** نیم‌عقلی نه که خود مرده کند
  • Aklı yoktur ki dirilikten dem vursun, yarım aklı bile yoktur ki ölsün, kendisini ölü bilsin.
  • مرده‌ی آن عاقل آید او تمام ** تا برآید از نشیب خود به بام
  • O akıllıya karşı tam bir ölü hale gelsin de kendisini aşağılık yerden dama yüceltsin!
  • عقل کامل نیست خود را مرده کن ** در پناه عاقلی زنده‌سخن
  • Tam aklın yoksa kendini ölü hale getir... Sözü diri bir akıllıya sığın.
  • زنده نی تا همدم عیسی بود ** مرده نی تا دمگه عیسی شود 2200
  • Böyle olmayan adam diri değildir ki İsa’ya hemdem olsun... Ölü değildir ki İsa’nın ölüleri dirilten nefesine mazhar olsun.
  • جان کورش گام هر سو می‌نهد ** عاقبت نجهد ولی بر می‌جهد
  • Kör canı her yana adım atar, sıçrar durur ama bir türlü kurtulamaz.
  • قصه‌ی آن آبگیر و صیادان و آن سه ماهی یکی عاقل و یکی نیم عاقل وان دگر مغرور و ابله مغفل لاشی و عاقبت هر سه
  • Gölcük, gölcükte balık avlayanlar, birisi akıllı, öbürü yarı akıllı, üçüncüsü de mağrur, aptal, gafil ve değersiz üç balıkla akıbetleri
  • قصه‌ی آن آبگیرست ای عنود ** که درو سه ماهی اشگرف بود
  • A inatçı, bu, içinde üç büyük balık bulunan gölcüğün hikâyesine benzer.
  • در کلیله خوانده باشی لیک آن ** قشر قصه باشد و این مغز جان
  • “Kelile” de okumuşsundur ama o kabuktan ibarettir, bu anlatışımızsa canın ta içidir.
  • چند صیادی سوی آن آبگیر ** برگذشتند و بدیدند آن ضمیر
  • Birkaç balıkçı, o gölcüğün yanından geçtiler, o balıkları gördüler.
  • پس شتابیدند تا دام آورند ** ماهیان واقف شدند و هوشمند 2205
  • Derhal koşup ağ getirmeye gittiler. Balıklar bunu anladılar...
  • آنک عاقل بود عزم راه کرد ** عزم راه مشکل ناخواه کرد
  • İçlerinden akıllı olan yola düştü; hiç de gidilmesi istenmeyen o güç yola yürüdü.
  • گفت با اینها ندارم مشورت ** که یقین سستم کنند از مقدرت
  • Bunlarla danışmayayım dedi türlü, türlü fikirlerde bulunur, azmimi gevşetirler.
  • مهر زاد و بوم بر جانشان تند ** کاهلی و جهلشان بر من زند
  • Yurtlarının sevgisine kapılırlar; tembellikleri, bilgisizlikleri bana da sirayet eder.
  • مشورت را زنده‌ای باید نکو ** که ترا زنده کند وان زنده کو
  • Danışmak için bir iyi ve diri kişi lâzım ki seni de diriltsin, fakat nerede öyle bir diri?
  • ای مسافر با مسافر رای زن ** زانک پایت لنگ دارد رای زن 2210
  • Ey yolcu yolcuyla danış, kadınla değil... Çünkü kadının reyi seni topal eder.
  • از دم حب الوطن بگذر مه‌ایست ** که وطن آن سوست جان این سوی نیست
  • Vatan sevgisinden dem vurma; durma, yürü... Vatan oradadır, burada değil canım efendim!
  • گر وطن خواهی گذر آن سوی شط ** این حدیث راست را کم خوان غلط
  • Vatan istiyorsan ırmağın o tarafına geç... Bu doğru hadisi eğri ve yanlış okuma!
  • سر خواندن وضو کننده اوراد وضو را
  • Abdest alanın yıkadığı uzuvlarda dua okunmasının sırrı
  • در وضو هر عضو را وردی جدا ** آمدست اندر خبر بهر دعا
  • Hadiste abdest alınırken yıkanan her uzuv için ayrı dua rivayet edilmiştir.
  • چونک استنشاق بینی می‌کنی ** بوی جنت خواه از رب غنی
  • Burnunu yıkar, burnuna su çekerken gani Allahtan cennet kokusu iste.
  • تا ترا آن بو کشد سوی جنان ** بوی گل باشد دلیل گلبنان 2215
  • İste de bu koku, seni cennete çeksin götürsün... Gül kokusu gül bahçesinin delilidir.
  • چونک استنجا کنی ورد و سخن ** این بود یا رب تو زینم پاک کن
  • Abdest bozduktan sonra yıkanırken de okunacak virt edilecek dua şudur: Yarabbi sen beni bu pislikten arıt.
  • دست من اینجا رسید این را بشست ** دستم اندر شستن جانست سست
  • Benim elin buraya yetişti, burasını yıkadı... Elim canımı yıkamada gevşek.
  • ای ز تو کس گشته جان ناکسان ** دست فضل تست در جانها رسان
  • Adam olmayanların canları, ihsanınla adam olmuştur... Canlara erişen, senin lütuf ve kerem elindir.
  • حد من این بود کردم من لیم ** زان سوی حد را نقی کن ای کریم
  • Ben aşağılık bir kişiyim... Buna kudretim yetişti. Ey kerem sahibi Allah, arıtmaya kudretim olmayan iç pisliğimi de sen temizle!
  • از حدث شستم خدایا پوست را ** از حوادث تو بشو این دوست را 2220
  • Rabbim ben pislikten derimi yıkadım, arıttım... İçimi de hâdiselerden sen yıka, arıt!
  • شخصی به وقت استنجا می‌گفت اللهم ارحنی رائحة الجنه به جای آنک اللهم اجعلنی من التوابین واجعلنی من المتطهرین کی ورد استنجاست و ورد استنجا را به وقت استنشاق می‌گفت عزیزی بشنید و این را طاقت نداشت
  • Birisinin abdest bozduktan sonra yıkanırken, temizlenirken okunacak olan “Allah’ım, beni tövbe edenlerden ve iyice temizlenenlerden et” duasını okuyacak yerde abdest alırken buruna su verildiği sırada okunan “Allah’ım sen bana cennet kokusunu koklat” duasını okuması ve duyan bir azizin dayanamaması
  • آن یکی در وقت استنجا بگفت ** که مرا با بوی جنت دار جفت
  • Birisi abdest bozduktan sonra temizlerken “Yarabbi, beni cennet kokusu ile eş et” diye dua etti.
  • گفت شخصی خوب ورد آورده‌ای ** لیک سوراخ دعا گم کرده‌ای
  • Birisi duyup dedi ki: “Güzel dua ettin ama deliği kaybetmişsin!