English    Türkçe    فارسی   

5
2291-2340

  • آن نصوح رفته باز آمد به خویش  ** دید چشمش تابش صد روز بیش 
  • Kendinden geçen Nasuh, tekrar kendine geldi. Gözü. yüzlerce aydın gün gördü.
  • می حلالی خواست از وی هر کسی  ** بوسه می‌دادند بر دستش بسی 
  • Herkes ondan helâllik istemekte, herkes elini öpüp durmaktaydı.
  • بد گمان بردیم و کن ما را حلال  ** گوشت تو خوردیم اندر قیل و قال 
  • Senden şüphe ettik, hakkını helâl et. Dedikoduda bulunduk, âdeta etini yedik diyorlardı.
  • زانک ظن جمله بر وی بیش بود  ** زانک در قربت ز جمله پیش بود 
  • Çünkü o, yakınlıkta herkesten ön olduğu için herkes daha ziyade ondan şüphe etmişti.
  • خاص دلاکش بد و محرم نصوح  ** بلک هم‌چون دو تنی یک گشته روح  2295
  • Nasuh, has tellâktı, mahremdi. Hattâ sultanla ruhları birdi, bedenleri ayrı.
  • گوهر ار بردست او بردست و بس  ** زو ملازم‌تر به خاتون نیست کس 
  • Sultana ondan yakın bir kadın yok. İnciyi aşırdıysa o aşırmıştır.
  • اول او را خواست جستن در نبرد  ** بهر حرمت داشتش تاخیر کرد 
  • Önce onu aramalı demişlerdi ama yine de hürmet ettiklerinden sona bırakmışlar;
  • تا بود کان را بیندازد به جا  ** اندرین مهلت رهاند خویش را 
  • Aldıysa biraz mühlet vermiş olalım da bir yere atsın bari, fikrine düşmüşlerdi.
  • این حلالیها ازو می‌خواستند  ** وز برای عذر برمی‌خاستند 
  • Onun için ondan helâllik diliyorlardı, mazeret getirip duruyorlardı.
  • گفت بد فضل خدای دادگر  ** ورنه زآنچم گفته شد هستم بتر  2300
  • Nasuh, "Bu bana Tanrı'nın lûtfu, ihsanı. Yoksa dediğinizden beterim ben.
  • چه حلالی خواست می‌باید ز من  ** که منم مجرم‌تر اهل زمن 
  • Benden helâllik dilemeye hacet yok. Çünkü ben, zamane halkının en suçlusuyum.
  • آنچ گفتندم ز بد از صد یکیست  ** بر من این کشفست ار کس را شکیست 
  • Bana söylediğiniz kötülükler, bendeki kötülüğün yüzde biridir. Bunda şüphe eden olabilir, fakat bence apaçıktır bu.
  • کس چه می‌داند ز من جز اندکی  ** از هزاران جرم و بد فعلم یکی 
  • Kim bende birazcık kötülük biliyorsa muhakkak o bildiği şey, binlerce kötü suçumdan, binlerce pis işimden biridir.
  • من همی دانم و آن ستار من  ** جرمها و زشتی کردار من 
  • Suçlarımı ve kütü hareketlerimi bir ben bilirim, bir de onları örten Tanrım.
  • اول ابلیسی مرا استاد بود  ** بعد از آن ابلیس پیشم باد بود  2305
  • Önce iblis bana hocalık etti ama sonradan o bile gözümde bir yelden ibaret oldu.
  • حق بدید آن جمله را نادیده کرد  ** تا نگردم در فضیحت روی‌زرد 
  • Yaptıklarımın hepsini Tanrı gördü de göstermedi, bu suretle de kötülükle yüzümü sarartmadı.
  • باز رحمت پوستین دوزیم کرد  ** توبه‌ی شیرین چو جان روزیم کرد 
  • Sonra da yine Tanrı rahmeti, kürkümü dikti, canıma can gibi tatlı tövbeyi nasibetti.
  • هر چه کردم جمله ناکرده گرفت  ** طاعت ناکرده آورده گرفت 
  • Ne yaptıysam yapmadım saydı, bulunmadığım ibadetleri yapmışım farzetti.
  • هم‌چو سرو و سوسنم آزاد کرد  ** هم‌چو بخت و دولتم دلشاد کرد 
  • Beni selvi ve süsen gibi azadetti. Bahtım, devletim gibi gönlüm de açıldı.
  • نام من در نامه‌ی پاکان نوشت  ** دوزخی بودم ببخشیدم بهشت  2310
  • Adımı temizler defterine yazdı. Cehennemliktim, bana cenneti bağışladı.
  • آه کردم چون رسن شد آه من  ** گشت آویزان رسن در چاه من 
  • Ah ettim, ahım bir ipe döndü, düştüğüm kuyuya sarktı.
  • آن رسن بگرفتم و بیرون شدم  ** شاد و زفت و فربه و گلگون شدم 
  • O ipe sarıldım, dışarı çıktım. Neşelendim, ferahladım, semirdim, benzim kırmızılaştı.
  • در بن چاهی همی‌بودم زبون  ** در همه عالم نمی‌گنجم کنون 
  • Kuyunun dibinde zebun bir haldeydim, şimdi bütün âleme sığmıyorum.
  • آفرینها بر تو بادا ای خدا  ** ناگهان کردی مرا از غم جدا 
  • Şükürler olsun sana yarabbi. Beni ansızın gamdan kurtardın.
  • گر سر هر موی من یابد زبان  ** شکرهای تو نیاید در بیان  2315
  • Tenimin her kılında bir dil olsa da hepsiyle sana şükretmeye kalkışsam yine şükründen âcizim.
  • می‌زنم نعره درین روضه و عیون  ** خلق را یا لیت قومی یعلمون 
  • Şu bahçede, şu ırmakların kıyısında halka "Keşke kavmim bilseydi, Tanrı beni ne yüzden yarlığadı" diye nara atmaktayım dedi.
  • باز خواندن شه‌زاده نصوح را از بهر دلاکی بعد از استحکام توبه و قبول توبه و بهانه کردن او و دفع گفتن 
  • Sultanın, Nasuh'u tövbesinden ve tövbesinin kabul edilmesinden sonra tekrar tellâklığa çağırması, ve onun bahaneler bularak gitmemesi
  • بعد از آن آمد کسی کز مرحمت  ** دختر سلطان ما می‌خواندت 
  • Ondan sonra birisi gelip Nasuh'a iltifat ederek dedi ki: Padişahımızın kızı, seni çağırıyor.
  • دختر شاهت همی‌خواند بیا  ** تا سرش شویی کنون ای پارسا 
  • Ey temiz kişi, padişahın kızı seni istemede, gel de başını yıka.
  • جز تو دلاکی نمی‌خواهد دلش  ** که بمالد یا بشوید با گلش 
  • Gönlü, senden başka bir tellâk istemiyor. Onu ovmak, kille yıkamak, senin işin.
  • گفت رو رو دست من بی‌کار شد  ** وین نصوح تو کنون بیمار شد  2320
  • Nasuh, yürü yürü dedi, elim işten kurtuldu benim. Senin Nasuh'un hastalandı şimdi.
  • رو کسی دیگر بجو اشتاب و تفت  ** که مرا والله دست از کار رفت 
  • Yürü, koş, acele bir başkasını bul. Tanrı hakkıyçin benim elim, işe varmıyor artık.
  • با دل خود گفت کز حد رفت جرم  ** از دل من کی رود آن ترس و گرم 
  • Kendi kendisine de suç, hadden aştı. Gönlümden o korku, o elem nasıl gider?
  • من بمردم یک ره و باز آمدم  ** من چشیدم تلخی مرگ و عدم 
  • Ben bir kere öldüm de tekrar dünyaya geldim. Ben ölüm ve yokluk acısını tattım.
  • توبه‌ای کردم حقیقت با خدا  ** نشکنم تا جان شدن از تن جدا 
  • Tanrı'ya sağlam tövbe ettim. Canım, bedenimden ayrılmadıkça bu tövbeyi bozmam.
  • بعد آن محنت کرا بار دگر  ** پا رود سوی خطر الا که خر  2325
  • O mihneti gördükten sonra ancak eşek olanın ayağı, tehlikenin bulunduğu tarafa gider diyordu.
  • حکایت در بیان آنک کسی توبه کند و پشیمان شود و باز آن پشیمانیها را فراموش کند و آزموده را باز آزماید در خسارت ابد افتد چون توبه‌ی او را ثباتی و قوتی و حلاوتی و قبولی مدد نرسد چون درخت بی‌بیخ هر روز زردتر و خشک‌تر نعوذ بالله 
  • Birisi tövbe eder, pişman olur, sonra o nedameti unutur da deneneni yine denemeye kalkarsa ebedî olarak ziyana düşer. Tövbesinde sebatı, kuvveti olmaz, o tövbeden bir halâvet duymaz ve tövbesi kabul edilmezse, Tanrı'ya sığınırız, Köksüz ağaca benzer. Her gün biraz daha sararır, biraz daha kurur.
  • گازری بود و مر او را یک خری  ** پشت ریش اشکم تهی و لاغری 
  • Bir çiftçinin bir eşeği vardı. Beli yaralı, karnı bomboş, tamamiyle arık bir haldeydi.
  • در میان سنگ لاخ بی‌گیاه  ** روز تا شب بی‌نوا و بی‌پناه 
  • Gündüzün, ta gecelere kadar otsuz kayalıklarda gıdasız, koruyucusuz aç biilâç dolaşır dururdu.
  • بهر خوردن جز که آب آنجا نبود  ** روز و شب بد خر در آن کور و کبود 
  • Oralarda içecek sudan başka bir şey yoktu. Eşek gece gündüz yas, matem içindeydi.
  • آن حوالی نیستان و بیشه بود  ** شیر بود آنجا که صیدش پیشه بود 
  • Oralarda bir kamışlık, bir orman vardı. Orada da işi gücü avlanmak olan bir aslan vardı.
  • شیر را با پیل نر جنگ اوفتاد  ** خسته شد آن شیر و ماند از اصطیاد  2330
  • Aslan, bir erkek fille savaşmış, yorulup hastalanmış, avdan kalmıştı.
  • مدتی وا ماند زان ضعف از شکار  ** بی‌نوا ماندند دد از چاشت‌خوار 
  • O zayıflıkla bir müddet avlanamadı, öbür canavarlar da kuşluk yemeği yiyemez oldular.
  • زانک باقی‌خوار شیر ایشان بدند  ** شیر چون رنجور شد تنگ آمدند 
  • Çünkü aslandan artan artıkları onlar yerlerdi. Aslan hastalanınca onlar da dara düştüler.
  • شیر یک روباه را فرمود رو  ** مر خری را بهر من صیاد شو 
  • Aslan, bir tilkiye var git, benim içim bir eşek avla.
  • گر خری یابی به گرد مرغزار  ** رو فسونش خوان فریبانش بیار 
  • Çayırlıkta bir eşek bulursan ona maval oku, kandırıp buraya getir.
  • چون بیابم قوتی از گوشت خر  ** پس بگیرم بعد از آن صیدی دگر  2335
  • Eşeğin etini yer, kuvvetlenirsem ondan sonra başka bir av tutabilirim.
  • اندکی من می‌خورم باقی شما  ** من سبب باشم شما را در نوا 
  • Birazcığını ben yiyeyim, geri kalanını siz yersiniz. Ben de bu suretle sizin gıdalanmanıza sebep olayım.
  • یا خری یا گاو بهر من بجوی  ** زان فسونهایی که می‌دانی بگوی 
  • Benim için ya bir eşek ara, ya bir öküz. Ne bulursan ona, o bildiğin afsunlardan oku,
  • از فسون و از سخنهای خوشش  ** از سرش بیرون کن و اینجا کشش 
  • Onu afsunlarla, güzel sözlerle aldat, buraya çek, getir diye emir verdi.
  • تشبیه کردن قطب کی عارف واصلست در اجری دادن خلق از قوت مغفرت و رحمت بر مراتبی کی حقش الهام دهد و تمثیل بشیر که دد اجری خوار و باقی خوار ویند بر مراتب قرب ایشان بشیر نه قرب مکانی بلک قرب صفتی و تفاصیل این بسیارست والله الهادی 
  • Tanrı ilhamiyle, mertebelere göre halka yargılanma ve rahmet gıdasından ecir verme bakımından Tanrı'ya vâsıl olan kutup, aslana benzer. Başka canavarlar da onun artıklarını yeyip doyarlar. Fakat onların aslana yakınlıkları, mekân bakımından değil, sıfat bakımındandır. Bunun tafsilleri, çoktur, doğru yola götüren, Tanrı'dır
  • قطب شیر و صید کردن کار او  ** باقیان این خلق باقی‌خوار او 
  • Kutup aslandır, işi de avlanmakdır. Bu halkın artakalanları, onun artıklarını yerler.
  • تا توانی در رضای قطب کوش  ** تا قوی گردد کند صید وحوش  2340
  • Kudretin yettikçe kutbun rızasına çalış da o kuvvetlensin, vahşi hayvanları avlasın.