English    Türkçe    فارسی   

5
2650-2699

  • گفت هذا ربی ابراهیم راد  ** چونک اندر عالم وهم اوفتاد  2650
  • Cömert İbrahim bile vehim âlemine düşünce : "Bu, benim rabbimdir" dedi.
  • ذکر کوکب را چنین تاویل گفت  ** آن کسی که گوهر تاویل سفت 
  • Tevil incisini delen o zat, yıldızı görünce böyle dedi işte.
  • عالم وهم و خیال چشم‌بند  ** آنچنان که را ز جای خویش کند 
  • Gözleri bağlayan vehim ve hayal âlemi, öyle bir dağı bile yerinden oynattı.
  • تا که هذا ربی آمد قال او  ** خربط و خر را چه باشد حال او 
  • O bile "Bu, benim rabbimdir" dedi. Artık, eşeği ne hale kor, bir düşün!
  • غرق گشته عقلهای چون جبال  ** در بحار وهم و گرداب خیال 
  • Dağ gibi akıllar bile vehim deniziyle hayal girdabına gark olur.
  • کوهها را هست زین طوفان فضوح  ** کو امانی جز که در کشتی نوح  2655
  • Bu kötülük tufanı, dağlan bile aşarken Nuh gemisine binenlerden başka kim aman bulur?
  • زین خیال ره‌زن راه یقین  ** گشت هفتاد و دو ملت اهل دین 
  • Yakîn yolunun bekçisi olan bu hayal yüzünden din ehli, tam yetmiş iki fırka oldu.
  • مرد ایقان رست از وهم و خیال  ** موی ابرو را نمی‌گوید هلال 
  • Yalnız yakîn eri, vehim ve hayalden kurtulur. Kaşının kılını yeni ay sanmaz.
  • وآنک نور عمرش نبود سند  ** موی ابروی کژی راهش زند 
  • Fakat bir kimseye Ömerin nuru, dayanç olmadıkça onun eğri kaşı yolunu vurur.
  • صد هزاران کشتی با هول و سهم  ** تخته تخته گشته در دریای وهم 
  • Yüz binlerce koskocaman gemi, vehim denizinde paramparça olmuştur.
  • کمترین فرعون چست فیلسوف  ** ماه او در برج وهمی در خسوف  2660
  • Bunların en aşağısı akıllı ve filozof Firavun'dur. Onun ayı da vehim burcunda tutulup gitti.
  • کس نداند روسپی‌زن کیست آن  ** وانک داند نیستش بر خود گمان 
  • Hiç kimse orospu kadın kimdir bilmez. Bilen, o kadını iyice tanıyan da hakkında şüpheye düşmez.
  • چون ترا وهم تو دارد خیره‌سر  ** از چه گردی گرد وهم آن دگر 
  • Vehmin, seni şaşkın bir hale getirdiyse nede öbür vehmin etrafında dönüp dolaşırsın?
  • عاجزم من از منی خویشتن  ** چه نشستی پر منی تو پیش من 
  • Ben kendi benliğimden âciz kaldım. Sen neden benlikle dolu bir halde önümde duruyorsun?
  • بی‌من و مایی همی‌جویم به جان  ** تا شوم من گوی آن خوش صولجان 
  • Canla başla benlikten, varlıktan kurtulmayı istiyorum ki onun o güzelim savlicanına top olayım.
  • هر که بی‌من شد همه من‌ها خود اوست  ** دوست جمله شد چو خود را نیست دوست  2665
  • Kim benliğinden kurtulursa bütün benlikler onun olur. Kendisine dost olmadığı için herkese dost kesilir.
  • آینه بی‌نقش شد یابد بها  ** زانک شد حاکی جمله نقشها 
  • Nakışsız bir ayna haline gelir, değer kazanır| Çünkü bütün nakışları aksettirir.
  • حکایت شیخ محمد سررزی غزنوی قدس الله سره 
  • Tanrı sırrını kutlu etsin, Gazneli Şeyh Muhammed-i Serrezi'nin hikâyesi
  • زاهدی در غزنی از دانش مزی  ** بد محمد نام و کفیت سررزی 
  • Gazne'de bilgiler emen bir zahit vardı. Adı Muhammed'di, Künyesi Serrezi.
  • بود افطارش سر رز هر شبی  ** هفت سال او دایم اندر مطلبی 
  • Her gece üzüm çotuğunun ucunu yer, onunla iftar ederdi. Yedi yıl bu haldeydi.
  • بس عجایب دید از شاه وجود  ** لیک مقصودش جمال شاه بود 
  • Varlık padişahından birçok şaşılacak şeyler gördü. Fakat maksadı padişahın cemalini görmekti.
  • بر سر که رفت آن از خویش سیر  ** گفت بنما یا فتادم من به زیر  2670
  • O kendine doymuş er, bir dağ başına çıktı. Dedi ki: Ya bana kendini göster, yahut kendimi dağdan atacağım.
  • گفت نامد مهلت آن مکرمت  ** ور فرو افتی نمیری نکشمت 
  • Tanrı dedi ki: O ihsanın zamanı gelmedi. Kendini atarsan da ölmezsin, ben seni öldürmem.
  • او فرو افکند خود را از وداد  ** در میان عمق آبی اوفتاد 
  • Şeyh, iştiyakından kendisini o yüce dağdan derin bir suya attı.
  • چون نمرد از نکس آن جان‌سیر مرد  ** از فراق مرگ بر خود نوحه کرد 
  • O canına doymuş er ölmedi. Ölümden kurtulduğuna feryadetmeğe başladı.
  • کین حیات او را چو مرگی می‌نمود  ** کار پیشش بازگونه گشته بود 
  • Çünkü bu yaşayış ona ölüm gibi görünmedeydi. İş onca tersineydi.
  • موت را از غیب می‌کرد او کدی  ** ان فی موتی حیاتی می‌زدی  2675
  • O, gayb âleminden ölüm istiyor, hayatım ölümümdedir deyip duruyordu.
  • موت را چون زندگی قابل شده  ** با هلاک جان خود یک دل شده 
  • Ölümü, hayat gibi kabul etmede, helakine gönül vermedeydi.
  • سیف و خنجر چون علی ریحان او  ** نرگس و نسرین عدوی جان او 
  • Ali gibi kılıçla hançer, ona reyhan kesilmiş, nerkisle nesrin, canına düşman olmuştu.
  • بانگ آمد رو ز صحرا سوی شهر  ** بانگ طرفه از ورای سر و جهر 
  • Açıklıktan da ileri, gizlilikten de ileri bir duyulmamış ses geldi: Yürü, ovayı bırak, şehire git!
  • گفت ای دانای رازم مو به مو  ** چه کنم در شهر از خدمت بگو 
  • Dedi ki: Ey kıldan kıla bütün gizliliklerimi bilen Tanrı, şehirde ne yapayım? Söyle.
  • گفت خدمت آنک بهر ذل نفس  ** خویش را سازی تو چون عباس دبس  2680
  • Tanrı dedi ki: Nefsini alçaltma için Abbas-ı Debs gibi rüsvay ol, dilen.
  • مدتی از اغنیا زر می‌ستان  ** پس به درویشان مسکین می‌رسان 
  • Bir müddet zenginlerden para topla, yoksullara dağıt.
  • خدمتت اینست تا یک چند گاه  ** گفت سمعا طاعة ای جان‌پناه 
  • Bir müddet hizmetin budur. Şeyh, baş üstüne ey canımın sığındığı Tann dedi.
  • بس سال و بس جواب و ماجرا  ** بد میان زاهد و رب الوری 
  • Mahlûkatın Tanrısiyle o zahit arasında birçok sual cevap, birçok macera oldu.
  • که زمین و آسمان پر نور شد  ** در مقالات آن همه مذکور شد 
  • Öyle ki yerle gök bunlarla nurlandı. Bütün bu sözler, dillere destan oldu.
  • لیک کوته کردم آن گفتار را  ** تا ننوشد هر خسی اسرار را  2685
  • Fakat ben, bu sözü kısa kesiyorum, her aşağılık kişi, sırları duymasın diye.
  • آمدن شیخ بعد از چندین سال از بیابان به شهر غزنین و زنبیل گردانیدن به اشارت غیبی و تفرقه کردن آنچ جمع آید بر فقرا هر که را جان عز لبیکست نامه بر نامه پیک بر پیکست چنانک روزن خانه باز باشد آفتاب و ماهتاب و باران و نامه و غیره منقطع نباشد 
  • Şeyhin bunca yıldan sonra çölden Gaznenin şehrine gelip gayıptan gelen emirle zembil gezdirerek şunu bunu toplaması ve topladığını yoksullara dağıtması. Buyur kulum yüceliğini bulan cana mektup üstüne mektup gelir, haberci üstüne haberci. Evin penceresi açık olursa oradan güneş de girer, ay ışığı da, yağmur da, mektup da, başka şeyler de ve bunların ardı arası kesilmez.
  • رو به شهر آورد آن فرمان‌پذیر  ** شهر غزنین گشت از رویش منیر 
  • Şeyh, Tanrı buyruğunu kabul edip Gaznenin şehrini, yüzünün nuriyle aydınlattı.
  • از فرح خلقی به استقبال رفت  ** او در آمد از ره دزدیده تفت 
  • Bir bölük halk, ferahtan ona karşı vardılar. Fakat o, acele bilinmez bir yoldan şehre girdi.
  • جمله اعیان و مهان بر خاستند  ** قصرها از بهر او آراستند 
  • Şehrin ileri gelenleri, uluları hep birden kalkıp onun için köşkler hazırladılar.
  • گفت من از خودنمایی نامدم  ** جز به خواری و گدایی نامدم 
  • Şeyh, ben dedi, kendimi göstermeye gelmedim, ancak horluğa ve dilenciliğe geldim.
  • نیستم در عزم قال و قیل من  ** در به در گردم به کف زنبیل من  2690
  • Dedikoduda bulunmaya niyetim bile yok. Elimde zembil kapı kapı gezeceğim.
  • بنده فرمانم که امرست از خدا  ** که گدا باشم گدا باشم گدا 
  • Buyruk kuluyum, buyruk da Tanrı'dan. Ben dilencilik edeceğim, dilencilik edeceğim, dilencilik!
  • در گدایی لفظ نادر ناورم  ** جز طریق خس گدایان نسپرم 
  • Dilenirken de duyulmamış sözler söyleyecek değilim. Dilencilerin aşağılık yolundan başka bir yol yordam tutmayacağım.
  • تا شوم غرقه‌ی مذلت من تمام  ** تا سقطها بشنوم از خاص و عام 
  • Bu suretle tamamiyle alçaklığa dalayım da ileri gelenlerden de, halktan da kötü sözler duyayım.
  • امر حق جانست و من آن را تبع  ** او طمع فرمود ذل من طمع 
  • Tanrı buyruğu candır, ben ona tabiim. O, tamah hakkında "Tamah eden alçalır" buyurdu.
  • چون طمع خواهد ز من سلطان دین  ** خاک بر فرق قناعت بعد ازین  2695
  • Mademki din sultanı, benden tamahkârlık istiyor, bundan böyle kanaatin başına toprak!
  • او مذلت خواست کی عزت تنم  ** او گدایی خواست کی میری کنم 
  • O alçalmamı istiyor, ben nasıl yüceliğe savaşırım? O, dilenci olmamı diliyor, ben nasıl beylik ederim?
  • بعد ازین کد و مذلت جان من  ** بیست عباس‌اند در انبان من 
  • Bundan böyle benden yalnız dilencilik ve alçak iste. Dağarcığımda yirmi tane Abbas var benim.
  • شیخ بر می‌گشت زنبیلی به دست  ** شیء لله خواجه توفیقیت هست 
  • Şeyh, eline zembili almış, sokak sokak, kapı kapı dolaşıyor. Ağam Tanrı için bir şey ver, Hak bu hususta sana tevfik verdi mi ki? diyordu.
  • برتر از کرسی و عرش اسرار او  ** شیء لله شیء لله کار او 
  • Sırları, arştan da yüceydi, kürsüden de. Öyle olduğu halde işi gücü "Tanrı için, Tanrı için" demekti.