English    Türkçe    فارسی   

5
2830-2879

  • رنج جوع اولی بود خود زان علل  ** هم به لطف و هم به خفت هم عمل  2830
  • Açlık illeti, hem lâtif oluş, hem hafif bir hale geliş, hem de Tanrı'ya yalvarıp ibadette bulunuş bakımından o illetlerden elbette daha iyidir.
  • رنج جوع از رنجها پاکیزه‌تر  ** خاصه در جوعست صد نفع و هنر 
  • Açlık zahmeti, illetlerden daha iyidir; hele açlıkta yüzlerce fayda ve hüner de varken.
  • در بیان فضیلت احتما و جوع 
  • Az yeyiş ve açlığın iyiliği
  • جوع خود سلطان داروهاست هین  ** جوع در جان نه چنین خوارش مبین 
  • Kendine gel, açlık, ilâçların padişahıdır. Açlığı canla başla kabul et, onu böyle hor görme.
  • جمله ناخوش از مجاعت خوش شدست  ** جمله خوشها بی‌مجاعتها ردست 
  • Bütün hastalıklar, açlıkla iyileşir. Bütün ilâçlar, aç olmadıkça sana tesir etmez.
  • مثل 
  • Örnek
  • آن یکی می‌خورد نان فخفره  ** گفت سایل چون بدین استت شره 
  • Birisi küflü ekmek yiyordu. Bir adam, neden bu kadar haris ve aç gözlü oldun? diye sordu?
  • گفت جوع از صبر چون دوتا شود  ** نان جو در پیش من حلوا شود  2835
  • Dedi ki: Sabrın sonucunda açlık, iki misli arttı mı arpa ekmeği bile bana helva gelir.
  • پس توانم که همه حلوا خورم  ** چون کنم صبری صبورم لاجرم 
  • Sabrettim, sabırlı oldum mu daima helva yemiş olurum.
  • خود نباشد جوع هر کس را زبون  ** کین علف‌زاریست ز اندازه برون 
  • Zaten açlık, herkese zebun olmaz ki. Bu açlık, hadden aşırı bir otlaktır.
  • جوع مر خاصان حق را داده‌اند  ** تا شوند از جوع شیر زورمند 
  • Açlığı, onunla güçlü kuvvetli aslan kesilsinler diye ancak Tanrı haslarına vermişlerdir.
  • جوع هر جلف گدا را کی دهند  ** چون علف کم نیست پیش او نهند 
  • Açlığı, öyle her âdi yoksula nerden verecekler? Ot az değil a, önüne koyuverirler.
  • که بخور که هم بدین ارزانیی  ** تو نه‌ای مرغاب مرغ نانیی  2840
  • Ye derler, sen ancak buna lâyıksın. Suda yüzen kuş değilsin sen, ekmek yiyen bir kuşsun.
  • حکایت مریدی کی شیخ از حرص و ضمیر او واقف شد او را نصیحت کرد به زبان و در ضمن نصیحت قوت توکل بخشیدش به امر حق 
  • Bir şeyhin, dervişin içini okuyup hırsını anlaması, ona dille nasihat vererekTanrı emriyle Tanrı'ya dayanma kuvvetini bağışlaması
  • شیخ می‌شد با مریدی بی‌درنگ  ** سوی شهری نان بدانجا بود تنگ 
  • Bir şeyh, müridiyle dara düşmüştü. Şehirde ekmek vardı, bulundukları yerde kıttı.
  • ترس جوع و قحط در فکر مرید  ** هر دمی می‌گشت از غفلت پدید 
  • Müridin gönlünde açlık ve kıtlık korkusu, gafletinden her an artmaktaydı.
  • شیخ آگه بود و واقف از ضمیر  ** گفت او را چند باشی در زحیر 
  • Şeyh biliyordu, müridin içinden geçeni anlamıştı. Ona dedi ki: Ne vakte dek bu elem, bu ıstırap içinde kalacaksın?
  • از برای غصه‌ی نان سوختی  ** دیده‌ی صبر و توکل دوختی 
  • Ekmek derdinden yanıp yakılıyorsun. Âdeta Tanrı'ya dayanma gözünü kapamışsın.
  • تو نه‌ای زان نازنینان عزیز  ** که ترا دارند بی‌جوز و مویز  2845
  • Sen o yüce nazeninlerden değilsin ki sana ceviz ve kuru üzüm vermesinler.
  • جوع رزق جان خاصان خداست  ** کی زبون هم‌چو تو گیج گداست 
  • Açlık. Tanrı haslarının gıdasıdır. Senin gibi ahmak yoksul, nerden ona zebun olacak?
  • باش فارغ تو از آنها نیستی  ** که درین مطبخ تو بی‌نان بیستی 
  • Aldırış etme, sen onlardan değilsin ki bu mutfakta ekmeksiz beklıyesin.
  • کاسه بر کاسه‌ست و نان بر نان مدام  ** از برای این شکم‌خواران عام 
  • Şu aşagılık ve karnına düşkün kişilere daima kâse üstünde kâse sunarlar, ekmek üstüne ekmek.
  • چون بمیرد می‌رود نان پیش پیش  ** کای ز بیم بی‌نوایی کشته خویش 
  • Bu çeşit adam öldü mü ekmek, önünden giderek ey yoksullukla, ümitsizlikle kendini öldüren der,
  • تو برفتی ماند نان برخیز گیر  ** ای بکشته خویش را اندر زحیر  2850
  • İşte sen öldün, ekmek kaldı. Hadi kalk da al ekmeğini bakalım ey kendini elemlerle öldüren!
  • هین توکل کن ملرزان پا و دست  ** رزق تو بر تو ز تو عاشق‌ترست 
  • Kendine gel de elin, ayağın titremesin. Rızkın, senin ona âşık olmandan ziyade sana âşıktır.
  • عاشقست و می‌زند او مول‌مول  ** که ز بی‌صبریت داند ای فضول 
  • Âşıktır, senin sabırsızlığını bilir de emekliye emekliye sana gelir a herzevekil!
  • گر ترا صبری بدی رزق آمدی  ** خویشتن چون عاشقان بر تو زدی 
  • Sabrın olsaydı rızkın gelir, âşıklar gibi kendini sana teslim ederdi.
  • این تب لرزه ز خوف جوع چیست  ** در توکل سیر می‌تانند زیست 
  • Açlık korkusundan bu titreyiş nedir? Tanrı'ya dayanmayla tok yaşanabilir pekâlâ.
  • حکایت آن گاو کی تنها در جزیره ایست بزرگ حق تعالی آن جزیره‌ی بزرگ را پر کند از نبات و ریاحین کی علف گاو باشد تا به شب آن گاو همه را بخورد و فربه شود چون کوه پاره‌ای چون شب شود خوابش نبرد از غصه و خوف کی همه صحرا را چریدم فردا چه خورم تا ازین غصه لاغر شود هم‌چون خلال روز برخیزد همه صحرا را سبزتر و انبوه‌تر بیند از دی باز بخورد و فربه شود باز شبش همان غم بگیرد سالهاست کی او هم‌چنین می‌بیند و اعتماد نمی‌کند 
  • Büyük bîr adada bir öküz varmış. Ulu Tanrı, o adayı otlarla, çayır, çimenle doldurur, öküz, akşama kadar hepsini otlar, bir dağ parçatı gibi şişer, semirir, gece olunca bütün ovayı ot-ladım, hepsini bitirdim. Yarın ne yiyeceğim diye korkuyla, derde kapılır, uyuyamaz, bu dertle kulak karıştırılan hilâle dönermiş. Sabahleyin kalkınca yine bütün yazıyı, dünkünden daha yeşil, daha bol çayır, çimenle dolu bulur, yine yer, içer, semirir, geceleyin aynı derde düşermiş. Yıllardır bunu görür, fakat Tanrı'ya yine güvenmezmiş.
  • یک جزیره‌ی سبز هست اندر جهان  ** اندرو گاویست تنها خوش‌دهان  2855
  • Dünyada yemyeşil bir ada vardır, orada yalnız başına obur bir öküz yaşar.
  • جمله صحرا را چرد او تا به شب  ** تا شود زفت و عظیم و منتجب 
  • Akşama kadar bütün yazıyı yalar, otlar, doyar, semirip şişer.
  • شب ز اندیشه که فردا چه خورم  ** گردد او چون تار مو لاغر ز غم 
  • Gece oldu mu yarın ne yiyeceğim diye düşünceye dalar, bu düşünce onu dertlendirir, ince bir kıla döner.
  • چون برآید صبح گردد سبز دشت  ** تا میان رسته قصیل سبز و کشت 
  • Sabah olunca yazı, yine yeşermiştir. Yeşillik, çayır, çimen, tâ bele kadar büyümüştür.
  • اندر افتد گاو با جوع البقر  ** تا به شب آن را چرد او سر به سر 
  • Okuz, öküz açlığına tutulmuştur, akşama kadar bütün yazıyı baştanbaşa otlar, bitirir.
  • باز زفت و فربه و لمتر شود  ** آن تنش از پیه و قوت پر شود  2860
  • Yine büyür, semirir, şişer. Bedeni yağanır, güçlü kuvvetli bir hale gelir.
  • باز شب اندر تب افتد از فزع  ** تا شود لاغر ز خوف منتجع 
  • Derken akşam oldu mu açlık korkusuna düşer, bu korkuyla titremeye başlar, yine korkusundan zayıflar.
  • که چه خواهم خورد فردا وقت خور  ** سالها اینست کار آن بقر 
  • Yarın yayım zamanı ne yiyeceğim, ne edeceğim? diye düşünür durur. Yıllardır, o öküz bu haldedir işte.
  • هیچ نندیشد که چندین سال من  ** می‌خورم زین سبزه‌زار و زین چمن 
  • Bunca yıldır bu yeşilliği otlar, bu çimenlikte yayılırım.
  • هیچ روزی کم نیامد روزیم  ** چیست این ترس و غم و دلسوزیم 
  • Hiçbir gün rızkım azalmadı. Bu korku nedir, bu gönlümü yakıp yandıran gam nedir diye düşünmez bile.
  • باز چون شب می‌شود آن گاو زفت  ** می‌شود لاغر که آوه رزق رفت  2865
  • Akşam oldu, gece bastı mi o semiz öküz, eyvahlar olsun, rızkım bitti diye diye yine zayıflar.
  • نفس آن گاوست و آن دشت این جهان  ** کو همی لاغر شود از خوف نان 
  • İşte nefis, o öküzdür, yazı da dünya. Nefis ekmek korkusu ile daima zayıflar durur.
  • که چه خواهم خورد مستقبل عجب  ** لوت فردا از کجا سازم طلب 
  • Gelecek zamanlarda ne yiyeceğim? Yarının rızkını nasıl ve nerde elde edeceğim kaydına düşer.
  • سالها خوردی و کم نامد ز خور  ** ترک مستقبل کن و ماضی نگر 
  • Yıllardır yedin, yiyeceğin eksilmedi. Artık biraz da gelecek düşüncesini bırak da geçmişe bak.
  • لوت و پوت خورده را هم یاد آر  ** منگر اندر غابر و کم باش زار 
  • Yediğin rızıkları hatırına getir, geleceğe bakma da az sızlan!;
  • صید کردن شیر آن خر را و تشنه شدن شیر از کوشش رفت به چشمه تا آب خورد تا باز آمدن شیر جگربند و دل و گرده را روباه خورده بود کی لطیفترست شیر طلب کرد دل و جگر نیافت از روبه پرسید کی کو دل و جگر روبه گفت اگر او را دل و جگر بودی آنچنان سیاستی دیده بود آن روز و به هزار حیله جان برده کی بر تو باز آمدی لوکنا نسمع او نعقل ماکنا فی اصحاب السعیر 
  • Aslanın eteği avlaması, çalınıp çabalarken susaması, tu içmek üzere kaynağa gitmesi, gelince-yedek tilkinin, hayvanın en güzel yerleri olan ciğerini, yüreğini ve böbreklerini yemesi. Aslan gelince eşeğin yüreğini ve ciğerini görmeyerek nerde bunun yüreğiyle ciğeri? diye sorması. Tilkinin, onda yürek ve ciğer olsaydı o gün o korkunç hali gördükten ve binlerce hileyle canını kurtardıktan sonra tekrar buraya gelir miydi? demesi. Tanrı da "Kâfirler, duysaydık, yahut aklımız olsaydı cehennemlik olmazdık derler" buyurmuştur.
  • برد خر را روبهک تا پیش شیر  ** پاره‌پاره کردش آن شیر دلیر  2870
  • Tilkicik, eşeği tâ aslanın yanına kadar götürdü. Aslan, eşeği paramparça etti.
  • تشنه شد از کوشش آن سلطان دد  ** رفت سوی چشمه تا آبی خورد 
  • O canavarlar padişahı, bu savaşta yoruldu, susadı. Su içmek üzere kaynağa gitti.
  • روبهک خورد آن جگربند و دلش  ** آن زمان چون فرصتی شد حاصلش 
  • Tilkiceğiz, eşeğin ciğeriyle yüreğini, fırsat bulup yedi.
  • شیر چون وا گشت از چشمه به خور  ** جست در خر دل نه دل بد نه جگر 
  • Aslan, su içip dönünce aradı, eşeğin ne ciğeri vardı, ne yüreği!
  • گفت روبه را جگر کو دل چه شد  ** که نباشد جانور را زین دو بد 
  • Tilkiye ciğeri nerde, yüreği ne oldu? dedi. Canavar, hayvanın bu iki uzvunu pek sever.
  • گفت گر بودی ورا دل یا جگر  ** کی بدینجا آمدی بار دگر  2875
  • Tilki dedi ki: Onda yürek, yahut ciğer olsaydı hiçbir kere daha buraya gelir miydi?
  • آن قیامت دیده بود و رستخیز  ** وآن ز کوه افتادن و هول و گریز 
  • O kıyameti görmüş, o dağdan düşmeyi seyretmiş, o korkuyu tatmış, güçlükle kaçmıştı.
  • گر جگر بودی ورا یا دل بدی  ** بار دیگر کی بر تو آمدی 
  • Ciğeri, yahut yüreği olsaydı tekrar senin yanına gelir miydi?
  • چون نباشد نور دل دل نیست آن  ** چون نباشد روح جز گل نیست آن 
  • Bir gönülde gönül nuru olmadı mı o gönül, gönül değildir. Bir bedende ruh yoksa o beden, topraktan ibarettir.
  • آن زجاجی کو ندارد نور جان  ** بول و قاروره‌ست قندیلش مخوان 
  • Bir kandilde can nuru yoksa sidikten, pislikten İbarettir. O sırçaya kandil deme artık.