English    Türkçe    فارسی   

5
3739-3788

  • مثقلان خاک بر جا ماندند  ** سابقون السابقون در راندند 
  • Ağır kişiler, toprak gibi yerlerinde kala kaldılar, îleri gidenlerin ileri gidenleriyse yürüyüp ilerlediler.
  • جنگها کرده مظفر آمدند  ** باز گشته با غنایم سودمند  3740
  • Savaşlar edip üstün gelerek birçok ganimetlerle geri döndüler.
  • ارمغان دادند کای صوفی تو نیز  ** او برون انداخت نستد هیچ چیز 
  • Sen de al diye sofiye de armağan sundular. O, o armağanı attı, hiçbir şey almadı.
  • پس بگفتندش که خشمینی چرا  ** گفت من محروم ماندم از غزا 
  • Neden kızgınsın? dediler. Savaştan mahrum kaldım dedi.
  • زان تلطف هیچ صوفی خوش نشد  ** که میان غزو خنجر کش نشد 
  • Sofi, savaş safında hançer çekip savaşmadığı için bu iltifattan memnun olmadı.
  • پس بگفتندش که آوردیم اسیر  ** آن یکی را بهر کشتن تو بگیر 
  • Bunun üzerine esir getirdik dediler, birini al, öldür.
  • سر ببرش تا تو هم غازی شوی  ** اندکی خوش گشت صوفی دل‌قوی  3745
  • Başını kes de gazi ol. Sofi, buna biraz sevindi, yüreklendi.
  • که آب را گر در وضو صد روشنیست  ** چونک آن نبود تیمم کردنیست 
  • Suyla alınan aptestin yüzlerce aydınlığı, nuru, feri vardır ama su olmazsa teyemmüm edilir.
  • برد صوفی آن اسیر بسته را  ** در پس خرگه که آرد او غزا 
  • Sofi, bağlı esiri alıp gaza etmek üzere çadırın arkasına götürdü.
  • دیر ماند آن صوفی آنجا با اسیر  ** قوم گفتا دیر ماند آنجا فقیر 
  • Oraya tutsakla gitti ama biraz gecikti. Neden o yoksul bu kadar gecikti diye meraka düştüler.
  • کافر بسته دو دست او کشتنیست  ** بسملش را موجب تاخیر چیست 
  • İki eli bağlı tutsak. Onu öldürüvermeliydi. Öldürmede neden bu kadar gecikti, sebebi ne? dediler.
  • آمد آن یک در تفحص در پیش  ** دید کافر را به بالای ویش  3750
  • 3750Birisi, işi anlamak üzere ardından gitti. Bir de ne görsün? Kâfir, sofinin üstüne çıkmamış mı?
  • هم‌چو نر بالای ماده وآن اسیر  ** هم‌چو شیری خفته بالای فقیر 
  • Erkek, dişinin üstüne biner gibi o tutsak da yoksulun üstüne aslan gibi binmiş.
  • دستها بسته همی‌خایید او  ** از سر استیز صوفی را گلو 
  • Elleri bağlı olduğu halde hiddetle sofinin boynunu ısırmada.
  • گبر می‌خایید با دندان گلوش  ** صوفی افتاده به زیر و رفته هوش 
  • Dişleriyle boğazını dişlemede. Sofi, kâfirin altına düşmüş, aklı başından gitmiş.
  • دست‌بسته گبر و هم‌چون گربه‌ای  ** خسته کرده حلق او بی‌حربه‌ای 
  • Eli bağlı kâfir, bir kedi gibi, elinde mızrak olmadığı halde onu berbadetmiş,
  • نیم کشتش کرده با دندان اسیر  ** ریش او پر خون ز حلق آن فقیر  3755
  • Dişleriyle onu yarı öldürmüş. Boynundan akan kanla sakalı kıpkırmızı kesilmiş.
  • هم‌چو تو کز دست نفس بسته دست  ** هم‌چو آن صوفی شدی بی‌خویش و پست 
  • Sen de eli bağlı olan nefsinin elinde tıpkı o sofi gibi alta düşmüş, kendinden geçmişsin.
  • ای شده عاجز ز تلی کیش تو  ** صد هزاران کوهها در پیش تو 
  • Yoldaki bir tepecikten âciz kalmışsın. Halbuki önünde yüz binlerce dağ var.
  • زین قدر خرپشته مردی از شکوه  ** چون روی بر عقبه‌های هم‌چو کوه 
  • Bu kadarcık bir tepeden korkup ölüye döndün, önünde aşılacak dağ gibi beller var, nasıl gideceksin?
  • غازیان کشتند کافر را بتیغ  ** هم در آن ساعت ز حمیت بی‌دریغ 
  • Gaziler, hiddete gelip derhal acımadan o kâfiri kılıçlayıp öldürdüler.
  • بر رخ صوفی زدند آب و گلاب  ** تا به هوش آید ز بی‌خویشی و خواب  3760
  • Kendine gelsin diye de sofinin yüzüne sular saçtılar, gül sulan serptiler.
  • چون به خویش آمد بدید آن قوم را  ** پس بپرسیدند چون بد ماجرا 
  • Sofi, kendine gelip onları görünce ne oldu yahu? diye sordular.
  • الله الله این چه حالست ای عزیز  ** این چنین بی‌هوش گشتی از چه چیز 
  • Ey aziz, Tanrı hakkı için bu ne hal? Neden böyle bu derece kendinden geçtin?
  • از اسیر نیم‌کشت بسته‌دست  ** این چنین بی‌هوش افتادی و پست 
  • Yarı ölmüş, elleri bağlı bir tutsaktan neden böyle korktun, aklın başından gitti, bu hale düştün?
  • گفت چون قصد سرش کردم به خشم  ** طرفه در من بنگرید آن شوخ‌چشم 
  • Sofi dedi ki: Başını keseceğim sırada o açgözlü, bana öyle bir hışımla baktı ki..
  • چشم را وا کرد پهن او سوی من  ** چشم گردانید و شد هوشم ز تن  3765
  • Gözünü açtı, dolandırdı da öyle bir bakış baktı bana ki aklım başımdan gitti.
  • گردش چشمش مرا لشکر نمود  ** من ندانم گفت چون پر هول بود 
  • Gözünü dolandırması, bana âdeta bir ordu göründü. O nasıl korkuydu? Anlatamam!
  • قصه کوته کن کزان چشم این چنین  ** رفتم از خود اوفتادم بر زمین 
  • Hikâyeyi kısa keselim, işte o bakıştan korktum. Kendimden geçip yere yıkıldım.
  • نصیحت مبارزان او را کی با این دل و زهره کی تو داری کی از کلابیسه شدن چشم کافر اسیری دست بسته بیهوش شوی و دشنه از دست بیفتد زنهار زنهار ملازم مطبخ خانقاه باش و سوی پیکار مرو تا رسوا نشوی 
  • "Eli bağlı bir kâfirin göz süzmesinden kendinden geçiyorsun, elinden hançer düşüyor. Sende bu yürek, bu öt varken sakın sakın, savaşa gelip de rüsvay olma, sen tekkenin mutfağını gözle" diye gazilerin öğüt vermeleri
  • قوم گفتندش به پیکار و نبرد  ** با چنین زهره که تو داری مگرد 
  • Gaziler dediler ki: Sende bu yürek varken sakın savaşa girişmeye yeltenme.
  • چون ز چشم آن اسیر بسته‌دست  ** غرقه گشتی کشتی تو در شکست 
  • Eli bağlı bir kâfirin göz süzmesiyle gemin kırıldı, gark oldun.
  • پس میان حمله‌ی شیران نر  ** که بود با تیغشان چون گوی سر  3770
  • Erkek aslanlar, saldırdılar mı kılıçlariyle başlar top gibi yerlere yuvarlanır.
  • کی توانی کرد در خون آشنا  ** چون نه‌ای با جنگ مردان آشنا 
  • Erlerin savaşına âşinâ değilsin, böyle bir zamanda kan denizinde nasıl yüzebilirsin sen?
  • که ز طاقاطاق گردنها زدن  ** طاق‌طاق جامه کوبان ممتهن 
  • Boyunlara inen kılıçların tak tak diye çıkardığı ses, (bir mahalle öteden duyulan) çamaşır dövenlerin tak takını hiçe sayar.
  • بس تن بی‌سر که دارد اضطراب  ** بس سر بی‌تن به خون بر چون حباب 
  • Nice başsız bedenler, yerlerde çırpınır.. Nice bedensiz başlar, kan denizinde habbelere döner.
  • زیر دست و پای اسپان در غزا  ** صد فنا کن غرقه گشته در فنا 
  • İnsanları yok eden yüzlerce er, savaşta atların ayakları altında yok olur gider.
  • این چنین هوشی که از موشی پرید  ** اندر آن صف تیغ چون خواهد کشید  3775
  • Sen, bir fareden ürküp uçan bu akılla o savaş safına karışıp nasıl kılıç çekeceksin?
  • چالش است آن حمزه خوردن نیست این  ** تا تو برمالی بخوردن آستین 
  • Savaş bu, bulgur aşı değil ki yenlerini sıvayıp girişesin.
  • نیست حمزه خوردن اینجا تیغ بین  ** حمزه‌ای باید درین صف آهنین 
  • Bulgur aşını kaşıklamaya benzemez, gel de burada kılıcı gör. Bu safta demirden yaratılmış bir Hamza lâzım.
  • کار هر نازک‌دلی نبود قتال  ** که گریزد از خیالی چون خیال 
  • Savaş, öyle hayal gibi bir hayalden ürküp kaçan her yüreksizin işi değil.
  • کار ترکانست نه ترکان برو  ** جای ترکان هست خانه خانه شو 
  • Savaş, Türklerin işidir, nazenin kadınların değil. Nazlı nazenin kadınların yeri evdir, eve git sen de!
  • حکایت عیاضی رحمه‌الله کی هفتاد غزو کرده بود سینه برهنه بر امید شهید شدن چون از آن نومید شد از جهاد اصغر رو به جهاد اکبر آورد و خلوت گزید ناگهان طبل غازیان شنید نفس از اندرون زنجیر می‌درانید سوی غزا و متهم داشتن او نفس خود را درین رغبت 
  • Tanrı rahmet etsin, Ayyazi'nin, şehit olma ümidiyle yetmiş kere göğsü açık savaşa girmesi, nihayet küçük savaşta şehit olmadan ümidini kesip büyük savaşa yüz tutması ve halvete girmesi. Bu sırada gazilerin davulunu duyup nefsinin, zincirini sürüyerek savaşa gitmeyi istemesi ve onun bu istek yüzünden nefsini töhmet altına alması
  • گفت عیاضی نود بار آمدم  ** تن برهنه بوک زخمی آیدم  3780
  • Ayyazi dedi ki: Tam doksan kere belki yaralanırım diye,
  • تن برهنه می‌شدم در پیش تیر  ** تا یکی تیری خورم من جای‌گیر 
  • Çırılçıplak savaşa girdim, okların önüne gittim, belki birisi gelir saplanır dedim.
  • تیر خوردن بر گلو یا مقتلی  ** در نیابد جز شهیدی مقبلی 
  • Fakat boğaza, yahut can alacak bir yere ok isabeti, devlet sahibi bir şehitten başkasına nasip olmuyor.
  • بر تنم یک جایگه بی‌زخم نیست  ** این تنم از تیر چون پرویز نیست 
  • Vücudumda yaralanmadık bir tek yer yok. Bedenim, oktan kalbur gibi delik deşik oldu.
  • لیک بر مقتل نیامد تیرها  ** کار بخت است این نه جلدی و دها 
  • Fakat bu ne yiğitlik, ne de zekâ işi. Baht işi bu, Bir türlü can alacak bir yerime ok isabet etmedi.
  • چون شهیدی روزی جانم نبود  ** رفتم اندر خلوت و در چله زود  3785
  • Şehitliğin kısmet olmadığını anlayınca halvete gittim, çileye girdim.
  • در جهاد اکبر افکندم بدن  ** در ریاضت کردن و لاغر شدن 
  • Kendimi büyük savaşa attım, riyazata, zayıflamaya koyuldum.
  • بانگ طبل غازیان آمد به گوش  ** که خرامیدند جیش غزوکوش 
  • Halvetteyken kulağıma gazilerin savaşa giderken çaldıkları davul sesleri geldi.
  • نفس از باطن مرا آواز داد  ** که به گوش حس شنیدم بامداد 
  • Sabah çağıydı, can kulağımla duydum, nefsim, içimden seslendi.