English    Türkçe    فارسی   

5
3990-4039

  • سجده کن صد بار می‌گوی ای خدا  ** نیست این غم غیر درخورد و سزا  3990
  • Secde et, yüzlerce defa Yarabbi de, bu gam, yaptığım suçun karşılığıdır ancak!
  • ای تو سبحان پاک از ظلم و ستم  ** کی دهی بی‌جرم جان را درد و غم 
  • Ey rabbim, sen zulümden, sitemden temizsin. Nasıl olur da suçsuz olarak insana bir dert, bir gam verirsin?
  • من معین می‌ندانم جرم را  ** لیک هم جرمی بباید گرم را 
  • Ben suçu belli beyan bilmiyorum, fakat bu derde sebep de mutlaka bir suçtur.
  • چون بپوشیدی سبب را ز اعتبار  ** دایما آن جرم را پوشیده دار 
  • Sebebi örttüğün gibi o suçu da ört.
  • که جزا اظهار جرم من بود  ** کز سیاست دزدیم ظاهر شود 
  • Çünkü ceza, benim suçumu ortaya koymaktır. Ceza sebebiyle hırsızlığım meydana çıkar.
  • عزم کردن شاه چون واقف شد بر آن خیانت کی بپوشاند و عفو کند و او را به او دهد و دانست کی آن فتنه جزای او بود و قصد او بود و ظلم او بر صاحب موصل کی و من اساء فعلیها و ان ربک لبالمرصاد و ترسیدن کی اگر انتقام کشد آن انتقام هم بر سر او آید چنانک این ظلم و طمع بر سرش آمد 
  • Padişahın, işi anlayınca o hıyaneti örtüp affetmeyi ve kendisinin, Musul padişahına zulmettiği için "Kim kötülük ederse kendine eder" ve "Şüphe yok, rabbin gözetleme yerindedir, seni görür" âyetleri mucibince bu kötülüğe uğradığını anlayıp intikam almaya kalkışırsa, bu zulüm ve tamahın cezasını çektiği gibi o intikamın cezasına da uğrayacağını kestirerek cariyeyi o beye vermeyi kurması
  • شاه با خود آمد استغفار کرد  ** یاد جرم و زلت و اصرار کرد  3995
  • Padişah, kendi kendisine suçunu, kabahatini, kızı ele geçirmek için ettiği ısrarı anıp tövbe etti, Tanrı'dan yarlıganmak diledi.
  • گفت با خود آنچ کردم با کسان  ** شد جزای آن به جان من رسان 
  • Dedi ki: Başkalarına yaptığım şeyler, ceza haline geldi, bana gelip çattı.
  • قصد جفت دیگران کردم ز جاه  ** بر من آمد آن و افتادم به چاه 
  • Mevkiime güvenip başkalarının eşine kasdettim. Bu kasıt, bana döndü, kuyuya düştüm.
  • من در خانه‌ی کسی دیگر زدم  ** او در خانه‌ی مرا زد لاجرم 
  • Başkasının kapısını dövdüm, o da tuttu, benim kapımı dövdü.
  • هر که با اهل کسان شد فسق‌جو  ** اهل خود را دان که قوادست او 
  • Kim, başkalarının karısına kötülük ederse bil ki kendi karısına pezevenklik eder.
  • زانک مثل آن جزای آن شود  ** چون جزای سیه مثلش بود  4000
  • Çünkü bir kötülüğün cezası, tıpkı onun gibi olan bir kötülüğe uğramaktır. Suçun cezası, o suçun misli olur.
  • چون سبب کردی کشیدی سوی خویش  ** مثل آن را پس تو دیوثی و بیش 
  • Sen, başkasının karısını, bir sebeple kendine çektin mi aynen sen de onun gibi, hattâ ondan da üstün bir deyyussun.
  • غصب کردم از شه موصل کنیز  ** غصب کردند از من او را زود نیز 
  • Ben, Musul padişahının cariyesini zorla aldım, benden de onu derhal aldılar.
  • او کامین من بد و لالای من  ** خاینش کرد آن خیانتهای من 
  • Emniyet ettiğim bir adam olan lalam, hain çıktı, bana hıyanette bulundu.
  • نیست وقت کین‌گزاری و انتقام  ** من به دست خویش کردم کار خام 
  • Kin gütme, öç alma zamanı değil. Ben kendi elimle bir ham iştir, yaptım.
  • گر کشم کینه بر آن میر و حرم  ** آن تعدی هم بیاید بر سرم  4005
  • O beye de kin güdersem yapacağım zulüm, yine başıma gelir.
  • هم‌چنانک این یک بیامد در جزا  ** آزمودم باز نزمایم ورا 
  • Şu ceza, bir kere başıma geldi ya, bunu sınadım, artık sınanmışı tekrar sınamam.
  • درد صاحب موصلم گردن شکست  ** من نیارم این دگر را نیز خست 
  • Musul padişahının derdi, boynumu kırdı âdeta. Artık başkasını incitmem.
  • داد حق‌مان از مکافات آگهی  ** گفت ان عدتم به عدنا به 
  • Tanrı, bize mükâfatı anlattı. "Döner, kötülüğe gelirseniz biz de cezanızı veririz" dedi.
  • چون فزونی کردن اینجا سود نیست  ** غیر صبر و مرحمت محمود نیست 
  • Burada ileri gitmek, faydasızdır. Sabırdan, merhametten başka iyi bir iş yok.
  • ربنا انا ظلمنا سهو رفت  ** رحمتی کن ای رحیمیهات رفت  4010
  • Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik, bir hatada bulunduk. Ey merhameti büyük Tanrı, bize acı!
  • عفو کردم تو هم از من عفو کن  ** از گناه نو ز زلات کهن 
  • Ben onu affettim, sen de yeni suçumu da affet, eski suçlarımı da.
  • گفت اکنون ای کنیزک وا مگو  ** این سخن را که شنیدم من ز تو 
  • Sonra cariyeye sakın dedi, bu senden duyduğum sözü kimseye söyleme.
  • با امیرت جفت خواهم کرد من  ** الله الله زین حکایت دم مزن 
  • Seni, beyinle evlendireceğim. Tanrı hakkı için sakın bu hikâyeyi bir daha anma.
  • تا نگردد او ز رویم شرمسار  ** کو یکی بد کرد و نیکی صد هزار 
  • Anma da o, benden utanmasın. Çünkü o, bir kötülükte bulundu ama yüz binlerce de iyilik etti.
  • بارها من امتحانش کرده‌ام  ** خوب‌تر از تو بدو بسپرده‌ام  4015
  • Ben, onu defalarca sınadım, ona, senden de güzel kadınları emniyet ettim.
  • در امانت یافتم او را تمام  ** این قضایی بود هم از کرده‌هام 
  • Hiç dokunmadı. Bu olan şey, benim yaptığımın cezası.
  • پس به خود خواند آن امیر خویش را  ** کشت در خود خشم قهراندیش را 
  • Bundan sonra o beyi huzuruna çağırdı. Âlemi: kahretmeyi düşünen hışmını yendi.
  • کرد با او یک بهانه‌ی دل‌پذیر  ** که شدستم زین کنیزک من نفیر 
  • Ona kabul edilecek bir bahane buldu. Dedi ki: Ben bu cariyeden soğudum.
  • زان سبب کز غیرت و رشک کنیز  ** مادر فرزند دارد صد ازیز 
  • Sebebi de şu: Çocuğumun anası, bu cariyeyi kıskanmada, âdeta bir tencere gibi kaynayıp durmada, yüzlerce sıkıntılara uğradı.
  • مادر فرزند را بس حقهاست  ** او نه درخورد چنین جور و جفاست  4020
  • Oğlumun anasıdır, onun nice hakları vardır. Böylece cevir ve cefalara lâyık değildir o.
  • رشک و غیرت می‌برد خون می‌خورد  ** زین کنیزک سخت تلخی می‌برد 
  • Kıskançlığa başladı, kanlar yutmada. Bu cariye yüzünden pek şiddetli acılara düştü.
  • چون کسی را داد خواهم این کنیز  ** پس ترا اولیترست این ای عزیز 
  • Hâsılı bu cariyeyi birine vereceğim. Buna karar verdikten sonra azizim efendim, senden daha iyisini bulacak değilim ya.
  • که تو جانبازی نمودی بهر او  ** خوش نباشد دادن آن جز به تو 
  • Sen onun için canınla oynadın. Artık onu senden başkasına vermek doğru değil.
  • عقد کردش با امیر او را سپرد  ** کرد خشم و حرص را او خرد و مرد 
  • Onu, o beye nikahlayıp verdi, öfkesini, hırsını kırdı geçirdi.
  • بیان آنک نحن قسمنا کی یکی را شهوت و قوت خران دهد و یکی را کیاست و قوت انبیا و فرشتگان بخشد سر ز هوا تافتن از سروریست ترک هوا قوت پیغامبریست تخمهایی کی شهوتی نبود بر آن جز قیامتی نبود 
  • "Onların rızıklarını biz taksîm ettik" hükmünce Tanrı, birisine eşeklerin şehvet ve kuvvetini verir, birine peygamberlerle meleklerin kuvvetini. Baştan hava ve hevesi atmak ululuktur. Hava ve hevesi terketmek, Peygamber'e mahsus bir kuvvettir. Şehvete mensup olmıyan tohumlar, Kıyametten baska bir şey koparmaz.
  • گر بدش سستی نری خران  ** بود او را مردی پیغامبران  4025
  • Onda erkek eşeklerin gücü, kuvveti yoktu. Fakat peygamberlerin erliği vardı.
  • ترک خشم و شهوت و حرص‌آوری  ** هست مردی و رگ پیغامبری 
  • Hışmı, şehveti, hırsı terk etmek, erliktir. Bu, peygamberlik damarıdır.
  • نری خر گو مباش اندر رگش  ** حق همی خواند الغ بگلربگش 
  • Söyle, damarında eşek erliği olmasın da Tanrı onu daima Ulu beylerbeyi diye çağırsın.
  • مرده‌ای باشم به من حق بنگرد  ** به از آن زنده که باشد دور و رد 
  • Tanrı'dan uzak merdut bir diri olmaktansa Tanrı'nın görüp gözettiği bir ölü olmam daha yeğ.
  • مغز مردی این شناس و پوست آن  ** آن برد دوزخ برد این در جنان 
  • Şu erliğin içi, sırrıdır, öbürü deriden ibaret. O, adamı cennete götürür, bu cehenneme!
  • حفت الجنه مکاره را رسید  ** حفت النار از هوا آمد پدید  4030
  • Cennetin, hoşa gitmeyen şeylerle çevrildiği, kaplandığı söylenmiş, cehennemin hava ve hevesten meydana geldiği haber verilmiştir.
  • ای ایاز شیر نر دیوکش  ** مردی خر کم فزون مردی هش 
  • Ey Eyaz, ey Şeytan'ı öldüren erkek aslan, eşek erliğini azalt, akıl erliğini çoğalt.
  • آنچ چندین صدر ادراکش نکرد  ** لعب کودک بود پیشت اینت مرد 
  • Bu kadar yüzlerce âlemin anlayamadığı şey, sence bir çocuk oyuncağı oldu. İşte sana er!
  • ای به دیده لذت امر مرا  ** جان سپرده بهر امرم در وفا 
  • Ey benim emrimin lezzetini bulan, ey emrime vefakârlıkta bulunmak üzere canlar veren!
  • داستان ذوق امر و چاشنیش  ** بشنو اکنون در بیان معنویش 
  • Emre, emrin lezzetine dair mânevi hikâyeyi dinle şimdi!
  • دادن شاه گوهر را میان دیوان و مجمع به دست وزیر کی این چند ارزد و مبالغه کردن وزیر در قیمت او و فرمودن شاه او را کی اکنون این را بشکن و گفت وزیر کی این را چون بشکنم الی آخر القصه 
  • Padişahın, divanda bulunanlara bir mücevher gösterip "Bu ne değerde," diye vezire vermesi, vezirin, mücevherin değerinde ileri gitmesi, padişahın "Kır bu mücevheri" diye emir vermesi üzerine, ben bunu nasıl kırayım, falan filân diye özür getirmesi
  • شاه روزی جانب دیوان شتافت  ** جمله ارکان را در آن دیوان بیافت  4035
  • Padişah, bir gün divana gitti. Bütün memleket büyüklerini divanda toplanmış buldu.
  • گوهری بیرون کشید او مستنیر  ** پس نهادش زود در کف وزیر 
  • O nurlu padişah, bir mücevher çıkarıp vezirin eline vererek.
  • گفت چونست و چه ارزد این گهر  ** گفت به ارزد ز صد خروار زر 
  • Dedi ki: Bu, nasıl bir mücevher, değeri nedir? Vezir, yüz eşek yükü altın değerinde bir mücevher dedi.
  • گفت بشکن گفت چونش بشکنم  ** نیک‌خواه مخزن و مالت منم 
  • Padişah, kır bu mücevheri deyince dedi ki: Nasıl kırabilirim? Senin hazinenin, malının iyiliğini dileyen bir kişiyim ben.
  • چون روا دارم که مثل این گهر  ** که نیاید در بها گردد هدر 
  • Değer biçilmez böyle bir mücevherin zayi olmasını nasıl reva görebilirim?