English    Türkçe    فارسی   

6
1172-1221

  • صحبت او با ستور و استرست  ** سایس است و منزلش این آخرست 
  • O, atlarla katırlarla düşer kalkar, seyis olduğu için şu ahırda yatar.
  • در آمدن مصطفی علیه‌السلام از بهر عیادت هلال در ستورگاه آن امیر و نواختن مصطفی هلال را رضی الله عنه 
  • Mustafa aleyhisselâm’ın, Hilâl’e geçmiş olsun demek için o beyin ahırına girmesi ve –Allah razı olsun—Hilâl’e iltifatta bulunması.
  • رفت پیغامبر به رغبت بهر او  ** اندر آخر وآمد اندر جست و جو 
  • Peygamber, Hilâl’i görmek üzere ahıra girdi araştırmaya başladı.
  • بود آخر مظلم و زشت و پلید  ** وین همه برخاست چون الفت رسید 
  • Ahır karanlık, pis ve berbattı. Fakat ülfet zamanı gelip çatınca bu kötülüklerin hepsi ortadan kalktı.
  • بوی پیغامبر ببرد آن شیر نر  ** هم‌چنانک بوی یوسف را پدر  1175
  • O erkek aslan, Yusuf’un kokusunu alan Yakup gibi Peygamberin kokusunu aldı.
  • موجب ایمان نباشد معجزات  ** بوی جنسیت کند جذب صفات 
  • Mucizeler, imana sebep olmaz, sıfatları çeken cinsiyet kokusudur.
  • معجزات از بهر قهر دشمنست  ** بوی جنسیت پی دل بردنست 
  • Mucizeler, düşmanı kahretmek içindir. Halbuki cinsiyet kokusu, gönül almaya insanı âşık etmeye sebep olur.
  • قهر گردد دشمن اما دوست نی  ** دوست کی گردد ببسته گردنی 
  • Mucizeler, düşmanı kahreder ama dostu değil. Hiç dostun boynu bağlanır mı?
  • اندر آمد او ز خواب از بوی او  ** گفت سرگین‌دان درون زین گونه بو 
  • Hilâl uykudayken Peygamberin kokusunu aldı, bu gübrelik içindeki şu güzel koku nedir ki? dedi.
  • از میان پای استوران بدید  ** دامن پاک رسول بی‌ندید  1180
  • Derken atların, katırların ayakları arasında o eşi olmayan Peygamberin tertemiz eteğini gördü.
  • پس ز کنج آخر آمد غژغژان  ** روی بر پایش نهاد آن پهلوان 
  • Sürüne sürüne ahırın bucağından gelip o erin ayağına yüzünü, gözünü sürdü.
  • پس پیمبر روی بر رویش نهاد  ** بر سر و بر چشم و رویش بوسه داد 
  • Peygamber, yüzünü yüzüne sürdü. Başını, yüzünü, gözünü öptü.
  • گفت یا ربا چه پنهان گوهری  ** ای غریب عرش چونی خوشتری 
  • Rabbim dedi, sen ne gizli mücevhersin. Ey arş garibi, nasılsın, iyi misin?
  • گفت چون باشد خود آن شوریده خواب  ** که در آید در دهانش آفتاب 
  • Hilâl dedi ki: Uykusu dağılmış bir âşıkın ağzına gün doğarsa ne hale gelir?
  • چون بود آن تشنه‌ای کو گل چرد  ** آب بر سر بنهدش خوش می‌برد  1185
  • Toprak çiğneyen bir susuzu su, güzel bir halde başı üstünde taşırsa nasıl olur?
  • در بیان آنک مصطفی علیه‌السلام شنید کی عیسی علیه‌السلام بر روی آب رفت فرمود لو ازداد یقینه لمشی علی الهواء 
  • Mustafa aleyhisselâm,İsa aleyhisselâm’ın su üstünde yürüdüğünü duyunca “Yakıyni artsaydı hava üstünde yürürdü” buyurmuştur.
  • هم‌چو عیسی بر سرش گیرد فرات  ** که ایمنی از غرقه در آب حیات 
  • İsa gibi hani. Irmak onu baş üstünde tutardı; Abıhayat içinde gark olmadan emindi.
  • گوید احمد گر یقینش افزون بدی  ** خود هوایش مرکب و مامون بدی 
  • Ahmed dedi ki: Eğer yakıyni fazla olsaydı hava ona binek olurdu.
  • هم‌چو من که بر هوا راکب شدم  ** در شب معراج مستصحب شدم 
  • Benim gibi... Ben de havaya bindim, miraç gecesi hava üstünde yürüdüm.
  • گفت چون باشد سگی کوری پلید  ** جست او از خواب خود را شیر دید 
  • Hilâl dedi ki: Kör ve pis bir köpek, uykudan sıçrayıp kalkar da kendisini aslan olmuş görünce ne hale gelir?
  • نه چنان شیری که کس تیرش زند  ** بل ز بیمش تیغ و پیکان بشکند  1190
  • Fakat okla vurulan aslan gibi bir aslan değil, korkusundan kılıçların temrenlerin kırıldığı bir aslan!
  • کور بر اشکم رونده هم‌چو مار  ** چشمها بگشاد در باغ و بهار 
  • Yılan gibi karnı üstünde sürünüp giden bir körün gözü açılır, bağı, baharı görürse ne olur?
  • چون بود آن چون که از چونی رهید  ** در حیاتستان بی‌چونی رسید 
  • Mahiyet ve keyfiyetten kurtulan, keyfiyetsizliğin ebedi hayat yurduna ulaşan birisi nasıl olur?
  • گشت چونی‌بخش اندر لامکان  ** گرد خوانش جمله چونها چون سگان 
  • Mekansızlık yurduna mahiyet ve keyfiyet bağışlayan bir hale gelir, bütün keyfiyet ve mahiyetler, köpekler gibi sofrasının etrafına toplanırsa.
  • او ز بی‌چونی دهدشان استخوان  ** در جنابت تن زن این سوره مخوان 
  • Keyfiyetsizlik âleminden onlara kemik verirse ne olur? Cenabetken sus, bu sûreyi okuma.
  • تا ز چونی غسل ناری تو تمام  ** تو برین مصحف منه کف ای غلام  1195
  • Keyfiyetten gusül edip, tamamı ile yıkanıp arınmadıkça sen bu musafa dokunma oğlum.
  • گر پلیدم ور نظیفم ای شهان  ** این نخوانم پس چه خوانم در جهان 
  • Fakat ey padişahlar, pis olayım, temiz olayım, âlemde bunu okumayayım da neyi okuyayım?
  • تو مرا گویی که از بهر ثواب  ** غسل ناکرده مرو در حوض آب 
  • Sen bana sevaba girmem için diyorsun ki yıkanıp arınmadan su havuzuna girme.
  • از برون حوض غیر خاک نیست  ** هر که او در حوض ناید پاک نیست 
  • Fakat havuzun dışında topraktan başka bir şey yok. Havuza girmeyen temizlenemiyor.
  • گر نباشد آبها را این کرم  ** کو پذیرد مر خبث را دم به دم 
  • Suyun bu lütuf ve keremi olmasa, her an pislikleri kabul edip temizlemese,
  • وای بر مشتاق و بر اومید او  ** حسرتا بر حسرت جاوید او  1200
  • Vay ona iştiyak çekenlere, vay ona ümit bağlayanlara, vay onların ebedi hasretine!
  • آب دارد صد کرم صد احتشام  ** که پلیدان را پذیرد والسلام 
  • Suyun yüzlerce lütfu vardır, yüzlerce ihsanı vardır. Pislikleri kabul eder vesselâm.
  • ای ضیاء الحق حسام‌الدین که نور  ** پاسبان تست از شر الطیور 
  • Ey Hak ziyası Hüsamettin, nur seni kötü kuşlardan korur, gözetip bekler.
  • پاسبان تست نور و ارتقاش  ** ای تو خورشید مستر از خفاش 
  • Ey yarasalardan gizli olan güneş, Allah nuru ve onun yücelişi, senin gözcün, bekçindir.
  • چیست پرده پیش روی آفتاب  ** جز فزونی شعشعه و تیزی تاب 
  • Güneşin yüzündeki perde, ancak parlaklığının fazlalığı ve ışığının keskin ve şiddetli oluşudur.
  • پرده‌ی خورشید هم نور ربست  ** بی‌نصیب از وی خفاشست و شبست  1205
  • Güneşin perdesi de Allah nurudur. Ondan nasipsiz olan yarasadır, gecedir.
  • هر دو چون در بعد و پرده مانده‌اند  ** یا سیه‌رو یا فسرده مانده‌اند 
  • Her ikisi de güneşten uzakta ve perde ardında kaldığından ya yüzleri kararmıştır, yahut da donup kalmışlardır.
  • چون نبشتی بعضی از قصه‌ی هلال  ** داستان بدر آر اندر مقال 
  • Hilâl’e ait hikâyenin bir kısmını yazdım. Şimdi de dolunaya ait hikâyeyi dile getir.
  • آن هلال و بدر دارند اتحاد  ** از دوی دورند و از نقص و فساد 
  • Hilâl’le dolunay birdir. İkilikten, noksandan, gidilmeden uzaktır onlar.
  • آن هلال از نقص در باطن بریست  ** آن به ظاهر نقص تدریج آوریست 
  • Hilâl hakikatte noksan kabul etmez, görünüşteki noksan, yavaş yavaş dolunay haline gelmek,kemal bulmaktır.
  • درس گوید شب به شب تدریج را  ** در تانی بر دهد تفریج را  1210
  • Geceleyin geceye yavaşlık hususunda ders verir. Sıkıntının yavaş yavaş açılacağını gösterir.
  • در تانی گوید ای عجول خام  ** پایه‌پایه بر توان رفتن به بام 
  • Yavaşlıkla ey ham aceleci der, dama dayanan merdivenden basamak basamak çıkılır.
  • دیگ را تدریج و استادانه جوش  ** کار ناید قلیه‌ی دیوانه جوش 
  • Tencereye yavaş ve ustaca kayna, delice kaynayan yemekten hayır gelmez der.
  • حق نه قادر بود بر خلق فلک  ** در یکی لحظه به کن بی‌هیچ شک 
  • Allah, âlemi bir kere Kün demekle yaratmaya kadir mi değildi? Bunda şüphe mi var?
  • پس چرا شش روز آن را درکشید  ** کل یوم الف عام ای مستفید 
  • Peki neden bu yaratış, altı gün sürdü; her gün de tam bin yıl kadardı?
  • خلقت طفل از چه اندر نه مه‌است  ** زانک تدریج از شعار آن شه‌است  1215
  • Neden çocuk dokuz ayda yaratılmada? Çünkü padişahların âdeti bir şeyi yavaşlıkla yapmaktır.
  • خلقت آدم چرا چل صبح بود  ** اندر آن گل اندک‌اندک می‌فزود 
  • Neden Âdem’in yaratılışı kırk sabah sürdü, yavaş yavaş o balçığı insan haline getirdi?
  • نه چو تو ای خام که اکنون تاختی  ** طفلی و خود را تو شیخی ساختی 
  • Allah, senin gibi aceleci değildir a ham adam. Sen, şimdi sıçrayıp koştun; çocuk olduğun halde kendini şeyh göstermedesin.
  • بر دویدی چون کدو فوق همه  ** کو ترا پای جهاد و ملحمه 
  • Kabak gibi her şeyin üstüne çıktın. Nerede sen de savaşta direnecek ayak
  • تکیه کردی بر درختان و جدار  ** بر شدی ای اقرعک هم قرع‌وار 
  • Ağaçlara, duvarlara dayandın, kabak gibi yukarı çıktın a kelceğiz!
  • اول ار شد مرکبت سرو سهی  ** لیک آخر خشک و بی‌مغزی تهی  1220
  • Önce bineğin, usul boylu selvidir ama sonunda kupkuru, içi boş bir hale gelirsin!
  • رنگ سبزت زرد شد ای قرع زود  ** زانک از گلگونه بود اصلی نبود 
  • A su kabağı, yeşil rengin tez sararır, çünkü o renk iğreti bir boyadır, aslında yok ki.
  • داستان آن عجوزه کی روی زشت خویشتن را جندره و گلگونه می‌ساخت و ساخته نمی‌شد و پذیرا نمی‌آمد 
  • Bir kocakarı çirkin suratındaki kılları yolar, yüzünü boyar,kızıllaştırırdı ama bir türlü olamazdı