English    Türkçe    فارسی   

6
2990-3039

  • جذب جنسیت کشیده تا زمین  ** اختران را پیش او کرده مبین  2990
  • Cins olma çekişi, yıldızları ta yeryüzüne kadar çekmiş, onun yanına getirmişti.
  • هر یکی نام خود و احوال خود  ** باز گفته پیش او شرح رصد 
  • Her yıldız, kendi adını, halini, nasıl rasat edileceğini ona açar, söylerdi.
  • چیست جنسیت یکی نوع نظر  ** که بدان یابند ره در هم‌دگر 
  • Cinsiyet nedir? Bir çeşit bakış. Bununla bir cinsten olanlar, birbirlerine yol bulur, birbirlerine kavuşurlar.
  • آن نظر که کرد حق در وی نهان  ** چون نهد در تو تو گردی جنس آن 
  • Tanrı, birisine verdiği bakışı sana da verse sen de onun cinsinden olursun.
  • هر طرف چه می‌کشد تن را نظر  ** بی‌خبر را کی کشاند با خبر 
  • Bedeni her yana çeken nedir? bakıştır. Haberdar olan, nasıl olur da bihaberi bildiği tarafa çeker?
  • چونک اندر مرد خوی زن نهد  ** او مخنث گردد و گان می‌دهد  2995
  • Erkekte kadın huyu oldu mu puşt olur, namussuzluk eder.
  • چون نهد در زن خدا خوی نری  ** طالب زن گردد آن زن سعتری 
  • Kadına erkek huyu verdi mi kadın, kadın arar, sevici olur.
  • چون نهد در تو صفات جبرئیل  ** هم‌چو فرخی بر هواجویی سبیل 
  • Tanrı, sana Cebrail sıfatlarını verirse kuş gibi uçar, havalarda yol ararsın.
  • منتظر بنهاده دیده در هوا  ** از زمین بیگانه عاشق بر سما 
  • Gözün, havayı gözler durur. Yeryüzüne yabancı kesilir, gökyüzüne âşık olursun.
  • چون نهد در تو صفت‌های خری  ** صد پرت گر هست بر آخر پری 
  • Fakat sana eşek huyu verirse yüzlerce kanadın olsa uçar, ahıra konarsın!
  • از پی صورت نیامد موش خوار  ** از خبیثی شد زبون موش‌خوار  3000
  • Aşağılık fare, suret bakımından aşağı olmadı. Pisliğinden çaylağa zebun oldu.
  • طعمه‌جوی و خاین و ظلمت‌پرست  ** از پنیر و فستق و دوشاب مست 
  • Yemek peşinde koşan hain olan, karanlığa tapan, peynir, fıstık ve pekmezle sarhoş olur.
  • باز اشهب را چو باشد خوی موش  ** ننگ موشان باشد و عار وحوش 
  • Eşsiz doğan kuşunda bile fare huyu olursa farelere ar olur, hayvanlar ondan utanırlar.
  • خوی آن هاروت و ماروت ای پسر  ** چون بگشت و دادشان خوی بشر 
  • Oğul Harut’la Marut’a Tanrı insan huyunu verdi, melek huyları değişti.
  • در فتادند از لنحن الصافون  ** در چه بابل ببسته سرنگون 
  • “Biz Tanrıya ibadet için saflar kurmuşuz” makamından aşağıya düştüler, Bâbil kuyusuna baş aşağı asıldılar.
  • لوح محفوظ از نظرشان دور شد  ** لوح ایشان ساحر و مسحور شد  3005
  • Levhi mahfuz, gözlerinden uzaklaştı, levhleri büyü yapan ve büyülenen kişilerin bedenleri oldu.
  • پر همان و سر همان هیکل همان  ** موسیی بر عرش و فرعونی مهان 
  • Kanatları aynı, başları aynı, bedenleri aynı fakat birisi arz üstünde Musa, öbürü aşağılık yerlerde hor hakir Firavun.
  • در پی خو باش و با خوش‌خو نشین  ** خوپذیری روغن گل را ببین 
  • Huy peşinde yürü, iyi huyluyla düş kalk. Gül bağına bak, nasıl gülün huyunu almış.
  • خاک گور از مرد هم یابد شرف  ** تا نهد بر گور او دل روی و کف 
  • Mezar toprağı bile insanla şereflenir; gönül ona elini kor, yüzünü sürer.
  • خاک از همسایگی جسم پاک  ** چون مشرف آمد و اقبال‌ناک 
  • Toprak bile temiz bir bedenle komşu olduğundan şereflenir, devlet bulursa,
  • پس تو هم الجار ثم الدار گو  ** گر دلی داری برو دلدار جو  3010
  • Artık sen “Önce komşu gerek sonra ev” de. Gönlün varsa yürü, bir gönül sahibi dost ara.
  • خاک او هم‌سیرت جان می‌شود  ** سرمه‌ی چشم عزیزان می‌شود 
  • Onun toprağı bile can huyunu almış, aziz kişilerin gözlerine sürme olmuştur.
  • ای بسا در گور خفته خاک‌وار  ** به ز صد احیا به نفع و انتشار 
  • Nice toprak gibi mezarlarda yatanlar var ki faydaları, feyizleri bakımından yüzlerce diriden yeğ.
  • سایه برده او و خاکش سایه‌مند  ** صد هزاران زنده در سایه‌ی ویند 
  • Gölgesini gizlemiş ama toprağı, gölge vermekte. Yüz binlerce diri, onun gölgesinde gölgelenmekte.
  • داستان آن مرد کی وظیفه داشت از محتسب تبریز و وامها کرده بود بر امید آن وظیفه و او را خبر نه از وفات او حاصل از هیچ زنده‌ای وام او گزارده نشد الا از محتسب متوفی گزارده شد چنانک گفته‌اند لیس من مات فاستراح بمیت انما المیت میت الاحیاء 
  • Bir adamın Tebriz muhtesibinden aylığı vardı. O aylığa güvenerek borç etmişti. Muhtesibin ölümünden haberi yoktu. Hâsılı onun borcunu kimse vermedi, yine o ölmüş olan muhtesip verdi. Nitekim demişlerdir: Ölüp rahatlaşan ölü değildir, Ölü, yaşadığı halde ölen kişidir
  • آن یکی درویش ز اطراف دیار  ** جانب تبریز آمد وامدار 
  • Bir yoksul borçlanmış, civar memleketlerden kalkıp Tebriz’e gelmişti.
  • نه هزارش وام بد از زر مگر  ** بود در تبریز بدرالدین عمر  3015
  • Dokuz bin altın borcu vardı. O vakit de Tebriz’de Bedrettin Ömer, muhtesipti.
  • محتسب بد او به دل بحر آمده  ** هر سر مویش یکی حاتم‌کده 
  • Bu öyle bir erdi ki gönlü âdeta bir denizdi. Her kılı bir Hatem kesilmişti.
  • حاتم ار بودی گدای او شدی  ** سر نهادی خاک پای او شدی 
  • Hatem, dünyada olsa ona yoksul olur, önüne baş kor, ayağına toprak olmayı canına minnet bilirdi.
  • گر بدادی تشنه را بحری زلال  ** در کرم شرمنده بودی زان نوال 
  • Birisine bir deniz dolusu iyi su verse o vergisinden utanırdı.
  • ور بکردی ذره‌ای را مشرقی  ** بودی آن در همتش نالایقی 
  • Bir zerreyi doğu güneşi haline getirse bu ihsanı bile kendisine lâyık görmezdi.
  • بر امید او بیامد آن غریب  ** کو غریبان را بدی خویش و نسیب  3020
  • O garip, muhtesipten bir kerem umarak gelmişti. Çünkü o, gariplere bir dost, bir hısım olmuştu âdeta.
  • با درش بود آن غریب آموخته  ** وام بی‌حد از عطایش توخته 
  • O garip kişi de âdeta onun kapısına kapılanmış, ihsanını umarak tekrar borç vermeye başlamıştı.
  • هم به پشت آن کریم او وام کرد  ** که ببخششهاش واثق بود مرد 
  • O kerem sahibine güvenerek, onun vergilerini umarak borçlanmaktaydı.
  • لا ابالی گشته زو و وام‌جو  ** بر امید قلزم اکرام‌خو 
  • O ümitle bir hayli borca girmede, o huyu kerem ve ihsandan ibaret olan zatın lûtuf denizine dayanarak şundan bundan borç almaktaydı.
  • وام‌داران روترش او شادکام  ** هم‌چو گل خندان از آن روض الکرام 
  • Borç verenlerin suratları asılıyor, o ise o ululuklar, keremler bahçesinin lûtfuna güvenerek gül gibi gülüyordu.
  • گرم شد پشتش ز خورشید عرب  ** چه غمستش از سبال بولهب  3025
  • Birisinin sırtı, Arab’ın güneşinden kızışırsa artık ona Ebuleheb’in kızgınlığından ne gam?
  • چونک دارد عهد و پیوند سحاب  ** کی دریغ آید ز سقایانش آب 
  • Bir adam bulutla sözleşti mi sakaların suyuna muhtaç olur mu artık?
  • ساحران واقف از دست خدا  ** کی نهند این دست و پا را دست و پا 
  • Tanrı elini bilen büyücüler, bu ele, bu ayağa el, ayak derler mi hiç?
  • روبهی که هست زان شیرانش پشت  ** بشکند کله‌ی پلنگان را به مشت 
  • Aslana güvenen tilki, yumruğu ile kaplanların bile kellesini kırar!
  • آمدن جعفر رضی الله عنه به گرفتن قلعه به تنهایی و مشورت کردن ملک آن قلعه در دفع او و گفتن آن وزیر ملک را کی زنهار تسلیم کن و از جهل تهور مکن کی این مرد میدست و از حق جمعیت عظیم دارد در جان خویش الی آخره 
  • Tanrı razı olsun, Cafer’in, tek başına bir kaleyi zaptetmeye gelmesi, kaleye sahibolan padişahın onu altetmek için vezirle görüşmesi, vezirin padişaha “Kaleyi teslim et”. Bilgisizlikle hiddete kapılma. Çünkü bu adam, Tanrı’dan kuvvet bulmada. Tanrı onun ruhuna pek büyük bir ordu ihsan etmiş ve saire” demesi
  • چونک جعفر رفت سوی قلعه‌ای  ** قلعه پیش کام خشکش جرعه‌ای 
  • Cafer, tek başına bir kaleyi zapt etti. Kale, onun sonsuz ve kurumuş dudağına bir yudumcuk suydu.
  • یک سواره تاخت تا قلعه بکر  ** تا در قلعه ببستند از حذر  3030
  • Bir tek atlı, yürümüş, kaleye kadar gelmiş, savaşa hazırlanmıştı. Kaledekiler ürküp kapıyı kapattılar.
  • زهره نه کس را که پیش آید به جنگ  ** اهل کشتی را چه زهره با نهنگ 
  • Kimsede karşı duracak cüret yoktu. Gemidekilerin ne hadleri vardı ki timsaha karşı koysunlar.
  • روی آورد آن ملک سوی وزیر  ** که چه چاره‌ست اندرین وقت ای مشیر 
  • Padişah, vezire yüz çevirip “Seninle danışıyorum, böyle bir zamanda ne çare var, ne yapalım?” dedi.
  • گفت آنک ترک گویی کبر و فن  ** پیش او آیی به شمشیر و کفن 
  • Vezir dedi ki: Kibri, hileyi bırakıp eline bir kılıç al, boynuna bir kefen at, huzuruna git.
  • گفت آخر نه یکی مردیست فرد  ** گفت منگر خوار در فردی مرد 
  • Padişah peki ama dedi, bu tek bir kişi değil mi? Vezir, doğru, fakat onun tek oluşunu görüp de bunu ehemmiyetsiz bulma.
  • چشم بگشا قلعه را بنگر نکو  ** هم‌چو سیمابست لرزان پیش او  3035
  • Gözünü aç, kaleye dikkat et. Önünde cıva gibi titreyip durmada.
  • شسته در زین آن‌چنان محکم‌پیست  ** گوییا شرقی و غربی با ویست 
  • O ise eyerin üstüne öyle bir oturmuş ki sanki doğudakiler de onunla berabermiş, batıdakiler de. Hiçbir şeye aldırmıyor.
  • چند کس هم‌چون فدایی تاختند  ** خویشتن را پیش او انداختند 
  • Birkaç fedai, ona saldırdı; kendilerini onun önüne attılar.
  • هر یکی را او بگرزی می‌فکند  ** سر نگوسار اندر اقدام سمند 
  • Fakat hepsini de gürzüyle öldürdü. Hepsi de onun atının ayakları altına baş aşağı düştüler.
  • داده بودش صنع حق جمعیتی  ** که همی‌زد یک تنه بر امتی 
  • Tanrı kudreti, ona öyle bir ordu vermiş ki tek başına bir ümmete saldırıyor.