English    Türkçe    فارسی   

6
416-465

  • که نخواهد شد غلط پاداش میر  ** خصم را می‌داند آن میر بصیر 
  • Bir beyin bile ceza vermesi yanlış olmuyor, o gözü açık er, düşmanı biliyor.
  • چون عسل خوردی نیامد تب به غیر  ** مزد روز تو نیامد شب به غیر 
  • Bal şerbeti içersen başkasına humma gelmiyor. Gündüzün çalışıyorsun, akşamleyin ücretini başkası almıyor.
  • در چه کردی جهد کان وا تو نگشت  ** تو چه کاریدی که نامد ریع کشت 
  • Neye çalıştın da zararını, faydasını görmedin? Ne ektin de devşirme vakti onu biçmedin?
  • فعل تو که زاید از جان و تنت  ** هم‌چو فرزندت بگیرد دامنت 
  • Canından, teninden doğan işin, çocuğun gibi gelir, senin eteğini tutar.
  • فعل را در غیب صورت می‌کنند  ** فعل دزدی را نه داری می‌زنند  420
  • Yaptığın işe gayb âleminden bir suret verirler. Hırsızlık için darağacı kurmuyorlar mı?
  • دار کی ماند به دزدی لیک آن  ** هست تصویر خدای غیب‌دان 
  • Darağacı hırsızlığa benzemez ama gaypları bilen Allah’nın meydana getirdiği bir örnektir.
  • در دل شحنه چو حق الهام داد  ** که چنین صورت بساز از بهر داد 
  • Allah, şahsın gönlüne, adalet için şöyle bir suret düz diye ilhamda bulunur.
  • تا تو عالم باشی و عادل قضا  ** نامناسب چون دهد داد و سزا 
  • Sen de bilir, anlarsın ki bu, bu işin karşılığı. Yoksa adalet sahibi olan Allah takdiri, insana yaptığına uygun olmayan cezayı nasıl olur da verir?
  • چونک حاکم این کند اندر گزین  ** چون کند حکم احکم این حاکمین 
  • Hâkim bile bunu seçer, bu çeşit hareket ederken bu hâkimlerin en doğru ve adaletli hüküm vereni olan Allah, nasıl hükmeder? Düşün artık.
  • چون بکاری جو نروید غیر جو  ** قرض تو کردی ز که خواهد گرو  425
  • Arpa ektin mi, arpadan başka bir şey bitmez. Borcu sen verdin kimden rehin istiyorsun ki?
  • جرم خود را بر کسی دیگر منه  ** هوش و گوش خود بدین پاداش ده 
  • Suçunu başkasına yükleme. Aklını yaptığın işin cezasına ver, kulağını o yana aç...
  • جرم بر خود نه که تو خود کاشتی  ** با جزا و عدل حق کن آشتی 
  • Suçu kendine bul, tohumu sen ektin. Allah’nın mücazatıyla, adaletiyle uzlaş.
  • رنج را باشد سبب بد کردنی  ** بد ز فعل خود شناس از بخت نی 
  • Zahmetin sebebi kötülük etmektir. Kötülüğü yaptığın işlerde gör, talihimden deme.
  • آن نظر در بخت چشم احوال کند  ** کلب را کهدانی و کاهل کند 
  • Talihe bakış insanı şaşı eder.Köpeği samanlıkta uyutur, tembel bir hale sokar.
  • متهم کن نفس خود را ای فتی  ** متهم کم کن جزای عدل را  430
  • Civanım kendi nefsini suçlu bul da adaletin verdiği cezayı az kına.
  • توبه کن مردانه سر آور به ره  ** که فمن یعمل بمثقال یره 
  • Ercesine tövbe et, yola baş koy. “Kim bir zerre kadar iyilik, yahut kötülük etse mükâfat ve mücazatını görür.”
  • در فسون نفس کم شو غره‌ای  ** که آفتاب حق نپوشد ذره‌ای 
  • Nefsin afsununa az aldan, Allah güneşi, bir zerreyi bile örtüp kaybetmez.
  • هست این ذرات جسمی ای مفید  ** پیش این خورشید جسمانی پدید 
  • Şu cismani güneş karşısında bile bu cismani zerreler görünürse,
  • هست ذرات خواطر و افتکار  ** پیش خورشید حقایق آشکار 
  • Elbette hâtıra ve düşünce zerreleri, hakikatlar güneşine karşı görünecek.
  • حکایت آن صیادی کی خویشتن در گیاه پیچیده بود و دسته‌ی گل و لاله را کله‌وار به سر فرو کشیده تا مرغان او را گیاه پندارند و آن مرغ زیرک بوی برد اندکی کی این آدمیست کی برین شکل گیاه ندیدم اما هم تمام بوی نبرد به افسون او مغرور شد زیرا در ادراک اول قاطعی نداشت در ادراک مکر دوم قاطعی داشت و هو الحرص و الطمع لا سیما عند فرط الحاجة و الفقر قال النبی صلی الله علیه و سلم کاد الفقر ان یکون کفرا 
  • Bir avcı,kuşlar kendisini ot sansınlar diye otlara,çimenlere bürünmüş,başına da külâh gibi gül ve lâleler koymuştu. Akıllı bir kuş,ben bu çeşit çayır,çimen görmedim,bu insan olsa gerek diye ondan bir koku almıştı ama tam değil .Çünkü bu ilk şüphesi, katî değildi ,ikinci şüphesi daha katî oldu,yani hayır,hayır dedi, herhalde çayır,çimen olmalı.Bu şüphe hırs ve tamahtan gelmişti.Hırs ve tamah hele ihtiyaç ve yoksulluk zamanı pek müşküldür.Peygamber , ” Az kaldı yoksulluk küfür oluyordu ” demiştir.
  • رفت مرغی در میان مرغزار  ** بود آنجا دام از بهر شکار  435
  • Bir kuş, çayırlığa gitti. Orada da av için bir tuzak vardı.
  • دانه‌ی چندی نهاده بر زمین  ** وآن صیاد آنجا نشسته در کمین 
  • Avcı yere birkaç tane saçmış, kendisi de orada pusuya sinmişti.
  • خویشتن پیچیده در برگ و گیاه  ** تا در افتد صید بیچاره ز راه 
  • Biçare avı yakalamak için kendisine yaprakları ,otları sarmıştı.
  • مرغک آمد سوی او از ناشناخت  ** پس طوافی کرد و پیش مرد تاخت 
  • Bir kuşcağız onu tanımayıp geldi, adamın etrafında dönüp dolaştı.
  • گفت او را کیستی تو سبزپوش  ** در بیابان در میان این وحوش 
  • Sen kimsin ki dedi, böyle yeşiller giyinmişsin, bu vahşi hayvanlar içinde ovada oturup duruyorsun.
  • گفت مرد زاهدم من منقطع  ** با گیاهی گشتم اینجا مقتنع  440
  • Adam, bir zâhidim dedi, dünyadan elimi ayağımı çektim, burada otlarla kanaat edip gidiyorum.
  • زهد و تقوی را گزیدم دین و کیش  ** زانک می‌دیدم اجل را پیش خویش 
  • Zahitliği kendime yol yordam yaptım. Çünkü ecelimi önümde görmekteyim.
  • مرگ همسایه مرا واعظ شده  ** کسب و دکان مرا برهم زده 
  • Komşumun ölümü, bana, vaiz edici yeter. Bu öğüt, benim kazancımı, dükkânımı yıktı mahvetti.
  • چون به آخر فرد خواهم ماندن  ** خو نباید کرد با هر مرد و زن 
  • Sonunda mademki yapayalnız kalacağım, her kadınla, her erkekle düşüp kalkmaya alışmamak lâzım.
  • رو بخواهم کرد آخر در لحد  ** آن به آید که کنم خو با احد 
  • Mademki sonunda mezara yüz tutacağım, tek Allah’ya alışmam daha iyi.
  • چو زنخ را بست خواهند ای صنم  ** آن به آید که زنخ کمتر زنم  445
  • Güzelim, sonunda değil mi ki çenemiz bağlanacak, çenemi az oynatmam daha doğru.
  • ای بزربفت و کمر آموخته  ** آخرستت جامه‌ی نادوخته 
  • Ey altın sırmalı esvaplar giymeye, altın kemerler takınmaya alışmış adam, nihayet sana da bir dikilmemiş elbisedir giydirilecek.
  • رو به خاک آریم کز وی رسته‌ایم  ** دل چرا در بی‌وفایان بسته‌ایم 
  • Yüzümüzü toprağa tutalım, ondan bittik, geliştik. Neden gönlümüzü vefasızlara verelim?
  • جد و خویشانمان قدیمی چار طبع  ** ما به خویشی عاریت بستیم طمع 
  • Bizim atalarımız akrabalarımız, eskiden beri dört tabiattır. Öyle olduğu halde biz, eğreti akrabalara tamah ettik.
  • سالها هم‌صحبتی و هم‌دمی  ** با عناصر داشت جسم آدمی 
  • Yıllardır insanın cismi, unsurlarla görüşmede, konuşmada.
  • روح او خود از نفوس و از عقول  ** روح اصول خویش را کرده نکول  450
  • Ruhu da, nefislerle akıllardan ama ruh, kendi asıllarını unutmuş.
  • از عقول و از نفوس پر صفا  ** نامه می‌آید به جان کای بی‌وفا 
  • O tertemiz nefislerle akıllardan, cana her an ey vefasız diye mektup gelmede.
  • یارکان پنج روزه یافتی  ** رو ز یاران کهن بر تافتی 
  • Beş günlük dostları buldun da eski dostlardan yüz çevirdin.
  • کودکان گرچه که در بازی خوشند  ** شب کشانشان سوی خانه می‌کشند 
  • Çocuklar oyundan hoşlanırlar ama, geceleyin onları çeke çeke evlerine götürürler.
  • شد برهنه وقت بازی طفل خرد  ** دزد از ناگه قبا و کفش برد 
  • Küçük çocuk oyuna başlarken soyunur, hırkasını külâhını, ayakkabısını çıkarır atar. Hırsız da gelip ansızın onları kapıverir.
  • آن چنان گرم او به بازی در فتاد  ** کان کلاه و پیرهن رفتش ز یاد  455
  • Çocuk, oyuna öyle bir dalar ki külâhı, gömleği aklına bile gelmez.
  • شد شب و بازی او شد بی‌مدد  ** رو ندارد کو سوی خانه رود 
  • Gece gelir çatar bir türlü oyunu bırakamaz. Eve bir türlü yüz çeviremez.
  • نی شنیدی انما الدنیا لعب  ** باد دادی رخت و گشتی مرتعب 
  • Duymadın mı, “Dünya ancak bir oyundan ibarettir” denmiştir. Sense oyuna daldın, elbiseni yele verdin, şimdi korkuya düştün.
  • پیش از آنک شب شود جامه بجو  ** روز را ضایع مکن در گفت و گو 
  • Gece gelmeden elbiseni ara, gündüzü dedikoduyla zayi etme.
  • من به صحرا خلوتی بگزیده‌ام  ** خلق را من دزد جامه دیده‌ام 
  • Hâsılı ben de ovada kendime halvet bir yer seçtim, halkı elbise hırsızı gördüm.
  • نیم عمر از آرزوی دلستان  ** نیم عمر از غصه‌های دشمنان  460
  • Ömrün yarısı, sevgili isteğiyle geçti, yarısı düşmanların derdiyle.
  • جبه را برد آن کله را این ببرد  ** غرق بازی گشته ما چون طفل خرد 
  • O, cüppeyi aldı götürdü, bu, külâhı. Biz de küçücük çocuklar gibi oyuna daldık;
  • نک شبانگاه اجل نزدیک شد  ** خل هذا اللعب به سبک لاتعد 
  • Derken ecel gecesi yaklaştı. Artık bırak şu oyunu, yeter dönme oyuna gayrı.
  • هین سوار توبه شود در دزد رس  ** جامه‌ها از دزد بستان باز پس 
  • Tövbe atına binde hırsıza yetiş, hırsızdan elbiselerini al, geri dön.
  • مرکب توبه عجاب مرکبست  ** بر فلک تازد به یک لحظه ز پست 
  • Tövbe atı acayip bir attır. Bir anda şu aşağılık âlemden ta göğün üstüne kadar sıçrayıp çıkar.
  • لیک مرکب را نگه می‌دار از آن  ** کو بدزدید آن قبایت را نهان  465
  • Fakat atını da hırsızdan gözet ha. Biliyorsun ya, o, gizlice elbiseni de çaldı.