English    Türkçe    فارسی   

6
4490-4539

  • از پگه حمال آورد او چو باد  ** زود آن صندوق بر پشتش نهاد  4490
  • Sabah çağı yel gibi koştu, hamal getirdi, hemencecik sandığı hamalın sırtına yükledi.
  • اندر آن صندوق قاضی از نکال  ** بانگ می‌زد که ای حمال و ای حمال 
  • Kadı, eziyetler içinde sandıkta "Hamal, hamal" diye sesleniyordu.
  • کرد آن حمال راست و چپ نظر  ** کز چه سو در می‌رسد بانک و خبر 
  • Hamal sağına, soluna baktı. Bu ses nereden geliyor ki dedi.
  • هاتفست این داعی من ای عجب  ** یا پری‌ام می‌کند پنهان طلب 
  • Acaba beni çağıran hatif mi? Yoksa gizlice peri mi çağırıyor beni?
  • چون پیاپی گشت آن آواز و بیش  ** گفت هاتف نیست باز آمد به خویش 
  • O ses üst üste gelmeye başlayınca kendisine geldi, bu hatif değil dedi.
  • عاقبت دانست کان بانگ و فغان  ** بد ز صندوق و کسی در وی نهان  4495
  • Nihayet anladı ki o ses sandıktan gelmede, sandıkta da birisi gizli.
  • عاشقی کو در غم معشوق رفت  ** گر چه بیرونست در صندوق رفت 
  • Sevgilinin derdiyle bir âşık, dışardayken sandığa gizlenmiş.
  • عمر در صندوق برد از اندهان  ** جز که صندوقی نبیند از جهان 
  • Ömrünü, dertlere uğramış da sandıkta geçirmiş. Çünkü âlemde yalnız bir sandık görmüş.
  • آن سری که نیست فوق آسمان  ** از هوس او را در آن صندوق دان 
  • Göklerin yücesine yücelmeyen baş, bil ki heveslere kapılmış, sandık içine girmiştir.
  • چون ز صندوق بدن بیرون رود  ** او ز گوری سوی گوری می‌شود 
  • Beden sandığından çıksa bile körlüğünden bir körün yanına gider ancak.
  • این سخن پایان ندارد قاضیش  ** گفت ای حمال و ای صندوق‌کش  4500
  • Bu sözün sonu yoktur. Kadı, ey hamal dedi, ey sandık götüren!
  • از من آگه کن درون محکمه  ** نایبم را زودتر با این همه 
  • Mahkemeye gir, halimi anlat. Naibime çabuk halimi tamamiyle bildir.
  • تا خرد این را به زر زین بی‌خرد  ** هم‌چنین بسته به خانه‌ی ما برد 
  • Gelsin, şu akılsız heriften bu sandığı alsın, açmadan öylece eve götürsün.
  • ای خدا بگمار قومی روحمند  ** تا ز صندوق بدنمان وا خرند 
  • Yarabbi, ruh sahibi bir kavim gönder de bizi de beden sandığından satın alsın.
  • خلق را از بند صندوق فسون  ** کی خرد جز انبیا و مرسلون 
  • Halkı, afsun sandığından peygamberlerden başka kim satın alabilir?
  • از هزاران یک کسی خوش‌منظرست  ** که بداند کو به صندوق اندرست  4505
  • Sandık içinde olduğunu gönül gözü açık olan binde bir kişi bilebilir.
  • او جهان را دیده باشد پیش از آن  ** تا بدان ضد این ضدش گردد عیان 
  • O, önce âlemi görmüştür de o zıtla bu zıt, kendisine ayan olmuştur.
  • زین سبب که علم ضاله‌ی مومنست  ** عارف ضاله‌ی خودست و موقنست 
  • Bilgi, müminin kayıp malıdır. Bu sebeple mümin, kendi yitiğini bilir, anlar.
  • آنک هرگز روز نیکو خود ندید  ** او درین ادبار کی خواهد طپید 
  • Asla iyi gün görmemiş olan, bu devletsizlikten sıkılır, çırpınır mı hiç?
  • یا به طفلی در اسیری اوفتاد  ** یا خود از اول ز مادر بنده زاد 
  • Yahut daha çocukken tutsaklığa düşen, yahut da daha önce anasından kul olarak doğan kişinin canı,
  • ذوق آزادی ندیده جان او  ** هست صندوق صور میدان او  4510
  • Hürlük zevkini görmemiştir. Onun meydanı, suretler sandığıdır.
  • دایما محبوس عقلش در صور  ** از قفس اندر قفس دارد گذر 
  • Aklı, daima suretlerde mahpustur, kafesten kafese gezer durur.
  • منفذش نه از قفس سوی علا  ** در قفس‌ها می‌رود از جا به جا 
  • Kafesten yukarılara çıkmaya bir delik yoktur. Yerden yere boyuna kafeslerde gezer.
  • در نبی ان استطعتم فانفذوا  ** این سخن با جن و انس آمد ز هو 
  • Kur'an da "Gücünüz yeterse çıkın bakalım" denmiştir. Bu söz, Tanrı' dan insanlara da hitaptır, cinlere de.
  • گفت منفذ نیست از گردونتان  ** جز به سلطان و به وحی آسمان 
  • Tanrı, "Tanrı kudreti ve gökten gelen vahiy olmadıkça size bu göklerden yücelere çıkacak bir delik yoktur" demiştir.
  • گر ز صندوقی به صندوقی رود  ** او سمایی نیست صندوقی بود  4515
  • Sandıktan sandığa giden adam, gökyüzüne mensup değildir, sandığa mensuptur.
  • فرجه صندوق نو نو مسکرست  ** در نیابد کو به صندوق اندرست 
  • Sandığın yarığı, yeniden yeniye insana sarhoşluk verir. Fakat sandıkta olan, bunu anlayamaz.
  • گر نشد غره بدین صندوق‌ها  ** هم‌چو قاضی جوید اطلاق و رها 
  • Bu sandıklara kapılmazsa o vakit kadı gibi kurtulmayı aramaya başlar.
  • آنک داند این نشانش آن شناس  ** کو نباشد بی‌فغان و بی‌هراس 
  • Bu nişaneyi bilen, sandıkta olduğunu anlar, korkusuz ve feryatsız durmaz.
  • هم‌چو قاضی باشد او در ارتعاد  ** کی برآید یک دمی از جانش شاد 
  • Kadı gibi boyuna titrer, canı, bir an olsun nerden neşelenecek? Hep onu özler.
  • آمدن نایب قاضی میان بازار و خریداری کردن صندوق را از جوحی الی آخره 
  • Kadı naibinin pazara gelerek Cuha' dan sandığı satın alması
  • نایب آمد گفت صندوقت به چند  ** گفت نهصد بیشتر زر می‌دهند  4520
  • Naip gelip bu sandık kaça? dedi. Cuha, dokuz yüz altından fazla veriyorlar.
  • من نمی‌آیم فروتر از هزار  ** گر خریداری گشا کیسه بیار 
  • Fakat ben binden aşağı veremem. Alacaksan aç bak, paranı ortaya dök dedi.
  • گفت شرمی دار ای کوته‌نمد  ** قیمت صندوق خود پیدا بود 
  • Naip, ey hırkası kısa, utan, sandığın değeri meydanda dedi.
  • گفت بی‌ریت شری خود فاسدیست  ** بیع ما زیر گلیم این راست نیست 
  • Cuha, hayır dedi. Görmeden alım satım, şer'î değildir. Malımızı kilim altında satmamız doğru değil.
  • بر گشایم گر نمی‌ارزد مخر  ** تا نباشد بر تو حیفی ای پدر 
  • Açayım, bir bak, gör. Değmezse satın alma. Sana da ziyan olmasın babacığım.
  • گفت ای ستار بر مگشای راز  ** سرببسته می‌خرم با من بساز  4525
  • Naip ey sırları örten dedi, sırrı açma. Benimle uyuş. Ben bunu böyle kapalı olarak alacağım.
  • ستر کن تا بر تو ستاری کنند  ** تا نبینی آمنی بر کس مخند 
  • Ört de senin ayıbını da örtsünler. Kendine emin olmadıkça kimseye gülme.
  • بس درین صندوق چون تو مانده‌اند  ** خوش را اندر بلا بنشانده‌اند 
  • Niceleri bu sandıkta senin gibi kalmış, kendisini belâlara uğratmıştır.
  • آنچ بر تو خواه آن باشد پسند  ** بر دگر کس آن کن از رنج و گزند 
  • Kendine yapılmasını istediğin şeyi âleme yap, ister eziyet olsun, ister zarar.
  • زانک بر مرصاد حق واندر کمین  ** می‌دهد پاداش پیش از یوم دین 
  • Çünkü Tanrı, gözetleme yerindedir, pusudadır. Kıyamet gününden önce herkesin lâyığını verir.
  • آن عظیم العرش عرش او محیط  ** تخت دادش بر همه جانها بسیط  4530
  • Onun arşı pek büyüktür, onun arşı her şeyi kaplamıştır. İhsanının tahtı, bütün canlara yayılmıştır.
  • گوشه‌ی عرشش به تو پیوسته است  ** هین مجنبان جز بدین و داد دست 
  • Arşının bir köşesi de sana ulaşmıştır. Kendine gel de elini din ve adaletten, lütuf ve ihsandan başka bir şey için oynatma,
  • تو مراقب باش بر احوال خویش  ** نوش بین در داد و بعد از ظلم نیش 
  • Daima kendi ahvalini gözet. Adalette bulundun mu gönül huzurunu gör, zulümden sonra da vicdan azabını.
  • گفت آری اینچ کردم استم است  ** لیک هم می‌دان که بادی اظلم است 
  • Cuha, doğru dedi; bu yaptığım sitem ama bilki ilk yapan daha zalimdir.
  • گفت نایب یک به یک ما بادییم  ** با سواد وجه اندر شادییم 
  • Naip, tek tek hepimizde ilk zulüm yapanız. Yüzümüzün karasiye sevinmedeyiz.
  • هم‌چو زنگی کو بود شادان و خوش  ** او نبیند غیر او بیند رخش  4535
  • Zenci gibi hani. O da sevinçlidir, neşelidir. Kendi yüzünü kendisi görmez, başkası görür dedi.
  • ماجرا بسیار شد در من یزید  ** داد صد دینار و آن از وی خرید 
  • Hâsılı bu alım satımda macera uzadı. Nihayet naip yüz altın verip sandığı satın aldı.
  • هر دمی صندوقیی ای بدپسند  ** هاتفان و غیبیانت می‌خرند 
  • Ey kötü işleri beğenen! Sen de daima sandıktasın; seni hatifler ve gayb âleminde olanlar, satın alıp dururlar.
  • در تفسیر این خبر کی مصطفی صلوات‌الله علیه فرمود من کنت مولاه فعلی مولاه تا منافقان طعنه زدند کی بس نبودش کی ما مطیعی و چاکری نمودیم او را چاکری کودکی خلم آلودمان هم می‌فرماید الی آخره 
  • Mustafa salavatullahi aleyh, "Ben kimin mevlâsıysam şüphe yok ki, Ali, onun mevlâsıdır" buyurdu. Münafıklar, "Kâfi değil miydi ki kendisine muti olduk, kul köle kesildik. Bir de, daha çocukluktan kurtulmamış zata bizi kul köle yapmada" diye kınadılar.
  • زین سبب پیغامبر با اجتهاد  ** نام خود وان علی مولا نهاد 
  • Bu yüzden ictihat sahibi Peygamber kendine de mevlâ adını taktı, Ali'ye de.
  • گفت هر کو را منم مولا و دوست  ** ابن عم من علی مولای اوست 
  • Dedi ki: Ben kimin mevlâsı ve dostuysam amcamın oğlu Ali, onun mevlâsıdır.