English    Türkçe    فارسی   

2
3013-3022

  • Söz manaya daima kifayetsiz. Onun için Peygamber” Allah’ı bilenin dili tutulur” dedi.
  • لفظ در معنی همیشه نارسان ** ز آن پیمبر گفت قد کل لسان‏
  • Söz, hesapta usturlaba benzer. Usturlap, göğü güneşi ne kadar bilebilir ki?
  • نطق اصطرلاب باشد در حساب ** چه قدر داند ز چرخ و آفتاب‏
  • Hele bu gök olursa bu öyle bir gök ki, gökyüzü, buna nispetle bir katre. Bu güneş o güneşe nispetle bir zerre! 3015
  • خاصه چرخی کاین فلک زو پره‏ای است ** آفتاب از آفتابش ذره‏ای است‏
  • Her an bir Mescidi Dırâr var
  • بیان آن که در هر نفسی فتنه‏ی مسجد ضرار است‏
  • Münafıkların yaptıkları mescidin hakikî bir mescit olmayıp hile yurdu, Yahudi tuzağı olduğu anlaşılınca,
  • چون پدید آمد که آن مسجد نبود ** خانه‏ی حیلت بد و دام جهود
  • Peygamber “ Onu yıkın! Süprüntülük, küllük, gübürlük yapın” buyurdu.
  • پس نبی فرمود کان را بر کنید ** مطرحه‏ی خاشاک و خاکستر کنید
  • Mescidin sahibi de mescit gibi kalptı. Tuzağa saçtığın taneler, cömertlik sayılmaz ki.
  • صاحب مسجد چو مسجد قلب بود ** دانه‏ها بر دام ریزی نیست جود
  • Oltandaki et lokması, balığı avlamak içindir. Öyle bir lokma ne ihsandır, ne cömertlik!
  • گوشت کاندر شست تو ماهی رباست ** آن چنان لقمه نه بخشش نه سخاست‏
  • Kubâ’lıların Mescidi, taştan, topraktan ibaretken yine kendisinin naziri olmayan Mescid- i Dırar’ın vücuduna meydan vermedi. 3020
  • مسجد اهل قبا کان بد جماد ** آن چه کفو او نبد راهش نداد
  • Taşa toprağa bile böyle bir zulüm ve sitem yapılmadı. Adalet emîri olan Resulullah, Kubâ mescidine benzemeyen o mescide şûle vurdu, onu yakıp yıktı!
  • در جمادات این چنین حیفی نرفت ** زد در آن ناکفو امیر داد نفت‏
  • Asılların aslı olan hakikatlerin de, bil ki, farkları, ayrılıkları vardır.
  • پس حقایق را که اصل اصلهاست ** دان که آن جا فرق‏ها و فصل‏هاست‏