English    Türkçe    فارسی   

2
3029-3038

  • Bu sırada müezzin içeriye girdi. Hintlilerin birisinin ağzından bilâihtiyar bir söz çıktı; “ Müezzin, ezanı okudun mu, yoksa vakit var mı?”
  • موذن آمد از یکی لفظی بجست ** کای موذن بانگ کردی وقت هست‏
  • Öbür Hintli, namaz içinde olduğu halde “ Sus yahu, konuştun, namazın bozuldu.” dedi. 3030
  • گفت آن هندوی دیگر از نیاز ** هی سخن گفتی و باطل شد نماز
  • Üçüncü Hintli ikincisine dedi ki : “Onu ne kınıyorsun baba, kendi derdine bak, kendini kına!”
  • آن سوم گفت آن دوم را ای عمو ** چه زنی طعنه بر او خود را بگو
  • Dördüncü “Hamd olsun ben, üçünüz gibi kuyuya düşmedim” dedi.
  • آن چهارم گفت حمد الله که من ** در نیفتادم به چه چون آن سه تن‏
  • Hulasâ dördünün de namazı bozuldu. Âlemin ayıbını söyleyen daha fazla yol kaybeder.
  • پس نماز هر چهاران شد تباه ** عیب گویان بیشتر گم کرده راه‏
  • Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbını görür. Kim birisinin ayıbını görürse o alınır, o ayıbı kendisinde bulur.
  • ای خنک جانی که عیب خویش دید ** هر که عیبی گفت آن بر خود خرید
  • Çünkü insanın yarısı ayıptandır, yarısı gayıptan! 3035
  • ز انکه نیم او ز عیبستان بده ست ** و آن دگر نیمش ز غیبستان بده ست‏
  • Mademki başında onlarca yara var, merhemini başına vurmalısın.
  • چون که بر سر مر ترا ده ریش هست ** مرهمت بر خویش باید کار بست‏
  • Yarayı ayıplamak, ona merhem koymaktır. Sınık bir hale düştü mü “ Bir kavmin azizi zelil oldu mu acıyın ona” hadîsine mazhar olur.
  • عیب کردن ریش را داروی اوست ** چون شکسته گشت جای ارحمواست‏
  • Sende o ayıp yoksa da yine emin olma. Olabilir ki o ayıbı sen de yaparsın, günün birin de o ayıp, senden de zuhur edebilir.
  • گر همان عیبت نبود ایمن مباش ** بو که آن عیب از تو گردد نیز فاش‏