English    Türkçe    فارسی   

2
3389-3398

  • Canı, gökyüzünden gelen vahiy sesini duydu. Dedi ki. “ Eğer bizi cezalandırdıysa nişanesi nerede?”
  • جان او بشنید وحی آسمان ** گفت اگر بگرفت ما را کو نشان‏
  • Şuayb “Yarabbi, beni kabul etmiyor. Bu muhazeye, bu cezaya nişane aramakta” dedi. 3390
  • گفت یا رب دفع من می‏گوید او ** آن گرفتن را نشان می‏جوید او
  • Allah “Ben ayıpları örtücüyüm, sırlarını söylemem. Ancak iptilâsına dair şu tek remzi söyleyeyim:
  • گفت ستارم نگویم رازهاش ** جز یکی رمز از برای ابتلاش‏
  • Onu cezalandırdığımın bir nişanesi şu: Oruç tutmak da dua etmekte.
  • یک نشان آن که می‏گیرم و را ** آن که طاعت دارد از صوم و دعا
  • Namaz kılmakta, zekât vermekte, başka ibadetlerde bulunmakta. Fakat ruhu bir zerre bile zevk duymuyor.
  • و ز نماز و از زکات و غیر آن ** لیک یک ذره ندارد ذوق جان‏
  • Ne güzel ibadetler ediyor, ne hoş işlerde bulunuyor. Fakat bir parçacık bile tat yok.
  • می‏کند طاعات و افعال سنی ** لیک یک ذره ندارد چاشنی‏
  • İbadeti kışırdan ibaret, iç, yok. Cevizler çok ama içleri boş! 3395
  • طاعتش نغز است و معنی نغز نی ** جوزها بسیار و در وی مغز نی‏
  • İbadetlerin netice vermesi için zevk gerek, tohumun ağaç olması için iç gerek!
  • ذوق باید تا دهد طاعات بر ** مغز باید تا دهد دانه شجر
  • İçsiz tohum, fidan olur mu? Cansız surette hayalden başka bir şey değil.
  • دانه‏ی بی‏مغز کی گردد نهال ** صورت بی‏جان نباشد جز خیال‏
  • O hale âşina olamayan müridin şeyhi kınaması hikâyesinin sonu
  • بقیه‏ی قصه‏ی طعنه زدن آن مرد بیگانه در شیخ‏
  • O habis, şeyh hakkında hezeyanlarda bulunmaktaydı. Eğri bakan kişinin gözü daima eğri ve aykırı görür.
  • آن خبیث از شیخ می‏لایید ژاژ ** کژنگر باشد همیشه عقل کاژ