- Alçak nefse ihsanda bulunursa alçaklar gibi nimeti inkâr eder, azgınlaşır. 3010
- با لیم نفس چون احسان کند ** چون لیمان نفس بد کفران کند
- İşte mihnette, meşakkatte bulunanların şükretmesi, nimet ve devlet sahiplerinin azgın ve hilebaz olmaları bu yüzdendir.
- زین سبب بد که اهل محنت شاکرند ** اهل نعمت طاغیند و ماکرند
- Altınlarla bezenmiş kaftanlara bürünen beyler, padişahlar azgın kişilerdir. Abaya sarınan yoksul yok mu? Şükreden odur işte.
- هست طاغی بگلر زرینقبا ** هست شاکر خستهی صاحبعبا
- Mal, mülk, devlet ve nimet sahipleri hiç şükrederler mi? Şükür mihnetten ve meşakkatten biter, gelişir.
- شکر کی روید ز املاک و نعم ** شکر میروید ز بلوی و سقم
- Sofinin boş sofraya sevdalanması
- قصه عشق صوفی بر سفرهی تهی
- Bir sofi bir gün çiviye asılmış bir sofra gördü. Vecde geldi, dönmeye, oynamaya başladı, elbisesini yırtıyor.
- صوفیی بر میخ روزی سفره دید ** چرخ میزد جامهها را میدرید
- İşte azıkların azığı... İşte kıtlıkların, dertlerin devası diye nâralar atıyordu. 3015
- بانگ میزد نک نوای بینوا ** قحطها و دردها را نک دوا
- Dumanı başından çıkıp neşesi, zevki arttıkça arttı… Sofilerde ona uydular, semâa başladılar.
- چونک دود و شور او بسیار شد ** هر که صوفی بود با او یار شد
- Kih, kih gülmeye, hay huy etmeye koyuldular… Defalarca kendilerinden geçip kendilerine geldiler.
- کخکخی و های و هویی میزدند ** تای چندی مست و بیخود میشدند
- Herzevekilin biri, sofiye “Çiviye asılı ve içinde ekmek olmayan bomboş sofra nedir ki seni bu derece zevke, vecde getiriyor?” dedi.
- بوالفضولی گفت صوفی را که چیست ** سفرهای آویخته وز نان تهیست
- Sofi dedi ki: “ Yürü git be… Sen manasız bir suretten ibaretsin… Sen varlık peşinde koş, âşık değilsin sen.
- گفت رو رو نقش بیمعنیستی ** تو بجو هستی که عاشق نیستی