- Pek yüksek, ziyadar bir gökyüzü… Güneş, ay ışığı, yüzlerce süha yıldızı.
- آسمانی بس بلند و پر ضیا ** آفتاب و ماهتاب و صد سها
- Yıldızdan, poyrazdan, doğudan, batıdan esen yeller… Bağlar bahçeler gelin gibi süslenmekte, bezenmekte.
- از جنوب و از شمال و از دبور ** باغها دارد عروسیها و سور
- O âlemdeki şaşılacak şeyler anlatılamaz ki… Sen, neden bu kapkaranlık yerde mihnetler içindesin?
- در صفت ناید عجایبهای آن ** تو درین ظلمت چهای در امتحان
- Bu daracık çarmıhta kan yemektesin; hapis içinde, pislikler içinde, sıkıntılar içindesin.
- خون خوری در چارمیخ تنگنا ** در میان حبس و انجاس و عنا
- Çocuk, kendi haline bakıp bunları inkâr eder, bu elçilikten yüz çevirir, kâfir olur. 60
- او بحکم حال خود منکر بدی ** زین رسالت معرض و کافر شدی
- Olmayacak şey, hileden, yalandan başka bir şey değil, der. Kör adamın vehmi, bunu anlamaktan ne kadar uzak!
- کین محالست و فریبست و غرور ** زانک تصویری ندارد وهم کور
- Buna benzer bir şey görmediği için münkir idraki bunu da kavramaz.
- جنس چیزی چون ندید ادراک او ** نشنود ادراک منکرناک او
- İşte cihandaki halk da buna benzer. Abdal, onlara öbür âlemden bahsetti mi,
- همچنانک خلق عام اندر جهان ** زان جهان ابدال میگویندشان
- “Bu dünya kapkaranlık, dapdaracık bir kuyudur… Bu kuyunun dışında renksiz, kokusuz bir âlem var” dedi mi.
- کین جهان چاهیست بس تاریک و تنگ ** هست بیرون عالمی بی بو و رنگ
- Bu söz onların hiçbirinin kulağına girmez. Çünkü bu dünya tamahı, kuvvetli ve büyük yerdedir. 65
- هیچ در گوش کسی زیشان نرفت ** کین طمع آمد حجاب ژرف و زفت