- O bucak boşaltılınca şehirli, çoluk, çocuğuyla beraber o daracık, o dönüp kımıldamağa bile imkânsız yere gitti.
- گوشهای خالی شد و او با عیال ** رفت آنجا جای تنگ و بی مجال
- Selden, mağara bucağına sığınmış çekirgeler gibi âdeta birbirlerinin üstüne binmişlerdi. 635
- چون ملخ بر همدگر گشته سوار ** از نهیب سیل اندر کنج غار
- Bütün gece “Aman Yarabbi, sen acı. Biz değil buna, hatta bunun iki yüz misline bile lâyığız.
- شب همه شب جمله گویان ای خدا ** این سزای ما سزای ما سزا
- Aşağılık kişilerle dost olanın, adam olmayanlara adamlık gösterenlerin lâyığı budur.
- این سزای آنک شد یار خسان ** یا کسی کرداز برای ناکسان
- Ham tamaha düşüp ulular kapısındaki hizmeti bırakan, buna lâyıktır.
- این سزای آنک اندر طمع خام ** ترک گوید خدمت خاک کرام
- Temiz kişilerin taşını, toprağını öpüp yalamak aşağılık adamlara hizmetten, onların bağına, bahçesine nail olmaktan yeğdir.
- خاک پاکان لیسی و دیوارشان ** بهتر از عام و رز و گلزارشان
- Gönlü aydın bir ere kul olmak, padişahların başına taç olmadan daha iyi. 640
- بندهی یک مرد روشندل شوی ** به که بر فرق سر شاهان روی
- Ey yol çavuşu, ey aykırı yollarda koşup duran, sen şu toprak yüzündeki padişahlardan davul sesinden başka bir şey bulamazsın ki.
- از ملوک خاک جز بانگ دهل ** تو نخواهی یافت ای پیک سبل
- Şehirliler bile ruha nispetle yol uran hırsızlardan ibaretken köylü dediğim kim oluyor? Feyizden mahrum bir ahmak!
- شهریان خود رهزنان نسبت بروح ** روستایی کیست گیج و بی فتوح
- Aklına, tedbirine uymayıp gulyabani sesi duyunca o sese tabi olana bu layıktır” diyorlardı.
- این سزای آنک بی تدبیر عقل ** بانگ غولی آمدش بگزید نقل