- Tatlı suyu tatmadıkça acı su, insana gözünün nuru gibi hoş gelir.
- آب شیرین تا نخوردی آب شور ** خوش بود خوش چون درون دیده نور
- Gökyüzü şaraplarının bir katrası bile insanı şaraptan da vazgeçirir, sâkilerden de!
- قطرهای از بادههای آسمان ** بر کند جان را ز می وز ساقیان
- Artık düşün sen, meleklerin ne sarhoşlukları olur, tertemiz ruhlar, ululuktan ne mestîliklere düşer!
- تا چه مستیها بود املاک را ** وز جلالت روحهای پاک را
- Onlar, bu şaraptan bir koku alarak gönüllerini vermişler, bu âlem şarabının küpünü kırmışlardır. 825
- که به بوی دل در آن می بستهاند ** خم بادهی این جهان بشکستهاند
- Ancak, ümitsiz ve o âlemden uzak olanlar, kâfirler gibi kabirlerinde gizlenmişler,
- جز مگر آنها که نومیدند و دور ** همچو کفاری نهفته در قبور
- İki âlemden de ümitlerini kesmişler, hadde hesaba gelmez dikenler ekmişlerdir!
- ناامید از هر دو عالم گشتهاند ** خارهای بینهایت کشتهاند
- Hârût la Mârût, sarhoşluklarından “Ah ne olurdu, bulut gibi biz de yeryüzüne rahmet yağdırsak,
- پس ز مستیها بگفتند ای دریغ ** بر زمین باران بدادیمی چو میغ
- Bu zulüm yurduna adalet, insaf, ibadet ve vefayı yaysaydık” dediler.
- گستریدیمی درین بیداد جا ** عدل و انصاف و عبادات و وفا
- Onlar bunu dedi ama kaza ve kader de “Durun ayaklarınızın önünde gizli tuzaklar pek çok. 830
- این بگفتند و قضا میگفت بیست ** پیش پاتان دام ناپیدا بسیست
- Kendinize gelin de belâ çölüne küstahça gitmeyin… Kendinize gelin de körcesine Kerbelâ’ya at sürmeyin!
- هین مدو گستاخ در دشت بلا ** هین مران کورانه اندر کربلا