English    Türkçe    فارسی   

3
851-860

  • Kanun buydu: hiçbir esir, ister vakitli olsun, ister vakitsiz, o padişahın yüzünü göremeyecek.
  • یاسه این بد که نبیند هیچ اسیر ** در گه و بیگه لقای آن امیر
  • Yolda çavuşların seslerini duydu mu, yüzünü görmemek için duvara dönecekti.
  • بانگ چاووشان چو در ره بشنود ** تا ببیند رو به دیواری کند
  • Şayet yüzünü görürse mücrim sayılır, başına gelecek en kötü şeyler gelip çatardı.
  • ور ببیند روی او مجرم بود ** آنچ بتر بر سر او آن رود
  • Onlarda görmeleri men edilen o yüzü görmeyi pek isterlerdi. İnsan men edildiği şeye haristir derler.
  • بودشان حرص لقای ممتنع ** چون حریصست آدمی فیما منع
  • İsrailoğullarını, Musa aleyhisselâm’ın doğumuna mâni olmak üzere meydana çağırmaları
  • به میدان خواندن بنی اسرائیل برای حیله‌ی ولادت موسی علیه السلام
  • (Tellâllar bağırdılar:) “Esirler, meydana doğru koşun. Umulur ki padişahlar padişahı, size yüzünü gösterecek. İhsanlarda bulunacak!” 855
  • ای اسیران سوی میدانگه روید ** کز شهانشه دیدن و جودست امید
  • İsrailoğulları bu müjdeyi duyunca padişahın didarına susuz ve müştak olduklarından,
  • چون شنیدند مژده اسرائیلیان ** تشنگان بودند و بس مشتاق آن
  • Hileye inandılar. Süslenip püslenip o tarafa doğru koştular.
  • حیله را خوردند و آن سو تاختند ** خویشتن را بهر جلوه ساختند
  • Hikâye
  • حکایت
  • Hani şunun gibi: Burada da hilekâr Moğollar, “Mısırlılardan birini arıyoruz.
  • همچنان کاینجا مغول حیله‌دان ** گفت می‌جویم کسی از مصریان
  • Mısırlıları bu tarafa toplayın da aradığımızı ele geçirelim” derler.
  • مصریان را جمع آرید این طرف ** تا در آید آنک می‌باید بکف
  • Kim gelirse “ hayır bu değil. Sen geç oracıkta otur” derler de, 860
  • هر که می‌آمد بگفتا نیست این ** هین در آ خواجه در آن گوشه نشین