- Kanun buydu: hiçbir esir, ister vakitli olsun, ister vakitsiz, o padişahın yüzünü göremeyecek.
- یاسه این بد که نبیند هیچ اسیر ** در گه و بیگه لقای آن امیر
- Yolda çavuşların seslerini duydu mu, yüzünü görmemek için duvara dönecekti.
- بانگ چاووشان چو در ره بشنود ** تا ببیند رو به دیواری کند
- Şayet yüzünü görürse mücrim sayılır, başına gelecek en kötü şeyler gelip çatardı.
- ور ببیند روی او مجرم بود ** آنچ بتر بر سر او آن رود
- Onlarda görmeleri men edilen o yüzü görmeyi pek isterlerdi. İnsan men edildiği şeye haristir derler.
- بودشان حرص لقای ممتنع ** چون حریصست آدمی فیما منع
- İsrailoğullarını, Musa aleyhisselâm’ın doğumuna mâni olmak üzere meydana çağırmaları
- به میدان خواندن بنی اسرائیل برای حیلهی ولادت موسی علیه السلام
- (Tellâllar bağırdılar:) “Esirler, meydana doğru koşun. Umulur ki padişahlar padişahı, size yüzünü gösterecek. İhsanlarda bulunacak!” 855
- ای اسیران سوی میدانگه روید ** کز شهانشه دیدن و جودست امید
- İsrailoğulları bu müjdeyi duyunca padişahın didarına susuz ve müştak olduklarından,
- چون شنیدند مژده اسرائیلیان ** تشنگان بودند و بس مشتاق آن
- Hileye inandılar. Süslenip püslenip o tarafa doğru koştular.
- حیله را خوردند و آن سو تاختند ** خویشتن را بهر جلوه ساختند
- Hani şunun gibi: Burada da hilekâr Moğollar, “Mısırlılardan birini arıyoruz.
- همچنان کاینجا مغول حیلهدان ** گفت میجویم کسی از مصریان
- Mısırlıları bu tarafa toplayın da aradığımızı ele geçirelim” derler.
- مصریان را جمع آرید این طرف ** تا در آید آنک میباید بکف
- Kim gelirse “ hayır bu değil. Sen geç oracıkta otur” derler de, 860
- هر که میآمد بگفتا نیست این ** هین در آ خواجه در آن گوشه نشین