English    Türkçe    فارسی   

4
3590-3599

  • Musibetler üst üste gelip, hüzün ve keder verdi. Nil nehri de, Kıptiler için tamamıyla kandan ibaret oldu. (T.M.) 3590
  • چون پیاپی گشت آن امر شجون ** نیل می‌آمد سراسر جمله خون
  • Nihayet, Firavun, bizzat Musa Aleyhisselamın huzurunda eğilip yalvardı. (T.M.)
  • تا بنفس خویش فرعون آمدش ** لابه می‌کردش دو تا گشته قدش
  • Ey Sultan! Söz söyleyecek yüzümüz yoksa da, bizim yaptıklarımızı, sen bize yapma! (T.M.)
  • کانچ ما کردیم ای سلطان مکن ** نیست ما را روی ایراد سخن
  • Parça parça olmuşum, niyazımız kabul et. Ben, izzet ve azamete alışmışım, bana sert muamele etme! (T.M.)
  • پاره پاره گردمت فرمان‌پذیر ** من بعزت خوگرم سختم مگیر
  • Ey emin Musa! Haydi, dudağını merhametle kımıldat da, belanın bu ateşli ağzı kapansın. (T.M.)
  • هین بجنبان لب به رحمت ای امین ** تا ببندد این دهانه‌ی آتشین
  • Musa Aleyhisselam, dedi ki: “Ya Rabbi! Firavun, beni aldatıyor; ama seni aldatamaz!” (T.M.) 3595
  • گفت یا رب می‌فریبد او مرا ** می‌فریبد او فریبنده‌ی ترا
  • Onun hilesini kabul mü edeyim, yoksa o hilenin aslını bilmesi için, hudasına mukabelede bulunayım mı? (T.M.)
  • بشنوم یا من دهم هم خدعه‌اش ** تا بداند اصل را آن فرع‌کش
  • Her mekir ve hilenin aslı, bizdedir. Arz üzerinde olan her şeyin aslı, göktedir. (T.M.)
  • که اصل هر مکری و حیلت پیش ماست ** هر چه بر خاکست اصلش از سماست
  • Cenab-ı Hakk, buyurdu ki: “Ya Musa! O köpek, hudaya değmez. Sen o köpeğin önüne, uzaktan bir kemik atıver.” (T.M.)
  • گفت حق آن سگ نیرزد هم به آن ** پیش سگ انداز از دور استخوان
  • Haydi asanı kımıldat da, topraklar, çekirgelerin yok ettiklerini yeniden versinler. (T.M.)
  • هین بجنبان آن عصا تا خاکها ** وا دهد هرچه ملخ کردش فنا