English    Türkçe    فارسی   

4
3841-3850

  • Nerede müzmin bir hastalığa uğrasalar onu anarlar da bu suretle şifa bulurlardı.
  • هر کجا بیماری مزمن بدی ** یاد اوشان داروی شافی شدی
  • Sureti, gönüllerinde, kulaklarında, ağızlarında ve yollarındaydı.
  • نقش او می‌گشت اندر راهشان ** در دل و در گوش و در افواهشان
  • Fakat onun hakikî suretini her çakal bulabilir mi hiç? O suret, ancak, onun fer'iydi, yani hayalden ibaretti.
  • نقش او را کی بیابد هر شعال ** بلک فرع نقش او یعنی خیال
  • Onun sureti duvara aksettiyse duvarın gönlünden kan damlar.
  • نقش او بر روی دیوار ار فتد ** از دل دیوار خون دل چکد
  • Sureti, duvara öyle bir kutlu gelir ki duvar, derhal iki yüzlülükten kurtulur. 3845
  • آنچنان فرخ بود نقشش برو ** که رهد در حال دیوار از دو رو
  • Temiz ve pak kişilerin temizliğine nispetle o iki yüzlülük duvara ayıptır doğrusu.
  • گشته با یک‌رویی اهل صفا ** آن دورویی عیب مر دیوار را
  • Fakat nihayet onu görünce bütün bu ululamayı, yüceltmeyi... bütün bu sevgiyi âdeta yel aldı, götürdü.
  • این همه تعظیم و تفخیم و وداد ** چون بدیدندش به صورت برد باد
  • Kalp akçe ateşi görünce hemen karardı... hiç kalp, kalbe yol bulabilir mi ki?
  • قلب آتش دید و در دم شد سیاه ** قلب را در قلب کی بودست راه
  • Kalp, mihenk taşına iştiyakını söyler durur, kendisine uyanları bu suretle şüphelere salar...
  • قلب می‌زد لاف اشواق محک ** تا مریدان را دراندازد به شک
  • Adam olmayan, onun hilesine kapılır gider. Zaten bu şüphe her bayağı kişide baş gösterir! 3850
  • افتد اندر دام مکرش ناکسی ** این گمان سر بر زند از هر خسی