English    Türkçe    فارسی   

5
382-391

  • Bu toprakla karışık bir yudumcuk şarabı yalayıp durmaktasın, onu toprağa karışmamış, saf bir halde görürsen ne hale geleceksin?
  • چون همی مالی زبان را اندرین  ** چون شوی چون بینی آن را بی ز طین 
  • Ölüm zamanında o bir yudumcuk saf şarap, bu toprak bedenden ölümle ayrılmakta.
  • چونک وقت مرگ آن جرعه‌ی صفا  ** زین کلوخ تن به مردن شد جدا 
  • Geri kalanı hemen görmüyorsun. Böyle çirkin bir beden onunla bak ne hale geliyormuş!
  • آنچ می‌ماند کنی دفنش تو زود  ** این چنین زشتی بدان چون گشته بود 
  • Can bunlardan ten olmadan yüz gösterse o vuslattaki letafeti ben anlatamam ki! 385
  • جان چو بی این جیفه بنماید جمال  ** من نتانم گفت لطف آن وصال 
  • Ay, şu bulut olmaksızın ışık salsa onu kimsecikler anlatamaz!
  • مه چو بی‌این ابر بنماید ضیا  ** شرح نتوان کرد زان کار و کیا 
  • Ne hoştur o tatlılarla, şekerlerle dolu olan mutfak. Şu padişahlar o mutfağı yalayıp dururlar.
  • حبذا آن مطبخ پر نوش و قند  ** کین سلاطین کاسه‌لیسان ویند 
  • Ne güzeldir o din ovasının harmanı. Her harman oradan başak devşirir.
  • حبذا آن خرمن صحرای دین  ** که بود هر خرمن آن را دانه‌چین 
  • Ne alâdır gamsız, kedersiz ömür denizi. Yedi denizde ondan meydana gelmiş bir çiğ tanesidir.
  • حبذا دریای عمر بی‌غمی  ** که بود زو هفت دریا شب‌نمی 
  • Elest sakisi, şu aşağılık ve çorak yeryüzünde bir yudumcuk saçmıştır da, 390
  • جرعه‌ای چون ریخت ساقی الست  ** بر سر این شوره خاک زیردست 
  • Toprak, o sebeple coşmuştur; biz de o yüzden coştuk. Allahm, pek isteksiz, pek tembel olduk, bir yudumcuk daha saç!
  • جوش کرد آن خاک و ما زان جوششیم  ** جرعه‌ی دیگر که بس بی‌کوششیم