English    Türkçe    فارسی   

6
1166-1175

  • Söyle de senin lütuf ve ihsan bağına dikilmiş bir fidan olan o zatın ayaklarına toprak olayım.
  • تا شوم من خاک پای آن کسی  ** که به باغ لطف تستش مغرسی 
  • Mustafa, arşın Hilâl’i nerede? Tevazuundan ay ışığı gibi yerlere döşenen.
  • پس بگفتش کان هلال عرش کو  ** هم‌چو مهتاب از تواضع فرش کو 
  • Kullukta gizlenen padişah, o sırları duymak için dünyaya gelmiş er nerede?
  • آن شهی در بندگی پنهان شده  ** بهر جاسوسی به دنیا آمده 
  • O bizim kulumuz, seyisimiz deme. Şunu bil ki define yıkık yerlerdedir.
  • تو مگو کو بنده و آخرجی ماست  ** این بدان که گنج در ویرانه‌هاست 
  • Binlerce dolunay, ayaklarının altına döşenmiş olan Hilâl, hastalıkla ne âlemde acaba? dedi. 1170
  • ای عجب چونست از سقم آن هلال  ** که هزاران بدر هستش پای‌مال 
  • Bey; hastalığından haberim yok ama dedi, birkaç gündür yanıma gelmedi.
  • گفت از رنجش مرا آگاه نیست  ** لیک روزی چند بر درگاه نیست 
  • O, atlarla katırlarla düşer kalkar, seyis olduğu için şu ahırda yatar.
  • صحبت او با ستور و استرست  ** سایس است و منزلش این آخرست 
  • Mustafa aleyhisselâm’ın, Hilâl’e geçmiş olsun demek için o beyin ahırına girmesi ve –Allah razı olsun—Hilâl’e iltifatta bulunması.
  • در آمدن مصطفی علیه‌السلام از بهر عیادت هلال در ستورگاه آن امیر و نواختن مصطفی هلال را رضی الله عنه 
  • Peygamber, Hilâl’i görmek üzere ahıra girdi araştırmaya başladı.
  • رفت پیغامبر به رغبت بهر او  ** اندر آخر وآمد اندر جست و جو 
  • Ahır karanlık, pis ve berbattı. Fakat ülfet zamanı gelip çatınca bu kötülüklerin hepsi ortadan kalktı.
  • بود آخر مظلم و زشت و پلید  ** وین همه برخاست چون الفت رسید 
  • O erkek aslan, Yusuf’un kokusunu alan Yakup gibi Peygamberin kokusunu aldı. 1175
  • بوی پیغامبر ببرد آن شیر نر  ** هم‌چنانک بوی یوسف را پدر