English    Türkçe    فارسی   

6
4341-4350

  • Sonradan yine Tanrı, o sapıklığı, keremiyle lütuf haline getirdi, beni doğru yola götürmeye vesile etti.
  • باز آن عین ضلالت را به جود  ** حق وسیلت کرد اندر رشد و سود 
  • Sapıklığı iman yolu yapar, eğri gidişi ihsan mahsulünün devşirme çağı kılar.
  • گمرهی را منهج ایمان کند  ** کژروی را محصد احسان کند 
  • Bu suretle de hiçbir ihsan sahibinin korkudan emin olmamasını, hiçbir hainin de ricadan el çekmemesini diler.
  • تا نباشد هیچ محسن بی‌وجا  ** تا نباشد هیچ خاین بی‌رجا 
  • Kendisine gizli lütuf sahibi densin diye zehir içine tiryak gizler.
  • اندرون زهر تریاق آن حفی  ** کرد تا گویند ذواللطف الخفی 
  • Namazda bile gizli olmayan lütuf ve keremi, namazda bile bulunmayan o yargılamayı günaha vermiştir. 4345
  • نیست مخفی در نماز آن مکرمت  ** در گنه خلعت نهد آن مغفرت 
  • İnkâr edenler, güvenilir, yüce kişileri aşağılamayı kasdettiler. Fakat bu aşağılama, yüceliğin tâ kendisi oldu, mucizelerin zuhuruna sebep kesildi.
  • منکران را قصد اذلال ثقات  ** ذل شده عز و ظهور معجزات 
  • Onların inkârdan kasıtları, dini aşağılamaydı; fakat bu aşağılamanın ta kendisi, peygamberlerin yüceliğini izhar etti.
  • قصدشان ز انکار ذل دین بده  ** عین ذل عز رسولان آمده 
  • Kötü kişilerin inkârı olmasaydı mucizenin meydana gelmesine ne lüzum vardı?
  • گر نه انکار آمدی از هر بدی  ** معجزه و برهان چرا نازل شدی 
  • İnkâr eden düşman, doğrunun ispatını istemeseydi kadı, tanık istemeye kalkışır mıydı?
  • خصم منکر تا نشد مصداق‌خواه  ** کی کند قاضی تقاضای گواه 
  • Mucize, dâva sahibinin doğruluğunu şüphesiz olarak ispat eden bir tanıktır. 4350
  • معجزه هم‌چون گواه آمد زکی  ** بهر صدق مدعی در بی‌شکی