English    Türkçe    فارسی   

1
1241-1290

  • Bu âlemde Ömer’in adı puta tapındı; hâlbuki tâ “Elest” te onun ismi mümindi.
  • بد عمر را نام اینجا بت پرست ** لیک مومن بود نامش در الست‌‌
  • Bizim yanımızda adı meni olan şey, Hak yanında şu benlikle zahir olan suretti.
  • آن که بد نزدیک ما نامش منی ** پیش حق این نقش بد که با منی‌‌
  • Bu meni, yokluk âleminde vardı; eksiksiz, artıksız aynen Tanrı’nın ilminde mevcuttu.
  • صورتی بود این منی اندر عدم ** پیش حق موجود نه بیش و نه کم‌‌
  • Hâsılı Tanrı indinde sonumuz ne olacaksa hakikatte adımız o olmuştur.
  • حاصل آن آمد حقیقت نام ما ** پیش حضرت کان بود انجام ما
  • Tanrı, insana akıbetine göre bir ad koyar. Halkın taktığı ödünç ada göre değil! 1245
  • مرد را بر عاقبت نامی نهد ** نه بر آن کاو عاریت نامی نهد
  • Âdem’in gözü Tanrı’nın pâk nuru ile gördüğünden adların hakikati ve içyüzü ona ayan oldu.
  • چشم آدم چون به نور پاک دید ** جان و سر نامها گشتش پدید
  • Melekler onda Hak nurunu görüce hepsi, ona yüzüstü secdeye vardılar.
  • چون ملک انوار حق در وی بیافت ** در سجود افتاد و در خدمت شتافت‌‌
  • Adını andığım şu Âdem’i kıyamete kadar övsem, vasıflarını saysam yine övmekten âcizim!
  • مدح این آدم که نامش می‌‌برم ** قاصرم گر تا قیامت بشمرم‌‌
  • Âdem bunların hepsini bildi. Fakat kaza gelince nehyi bilme yüzünden hataya düştü.
  • این همه دانست و چون آمد قضا ** دانش یک نهی شد بر وی خطا
  • Acaba bu nehiy, haram olduğundan mıdır, yoksa korkutmak için mi? 1250
  • کای عجب نهی از پی تحریم بود ** یا به تاویلی بد و توهیم بود
  • Gönlünce tevili üstün tutunca kendisi hayretteyken tabiatı, buğdaya doğru koştu.
  • در دلش تاویل چون ترجیح یافت ** طبع در حیرت سوی گندم شتافت‌‌
  • Bahçıvanın ayağına diken batınca hırsız fırsat buldu, esvabını çalıp kaçtı.
  • باغبان را خار چون در پای رفت ** دزد فرصت یافت، کالا برد تفت‌‌
  • Âdem hayretten kurtulup tekrar yola gelince gördü ki hırsız eşyayı iş yerinden götürmüş!
  • چون ز حیرت رست باز آمد به راه ** دید برده دزد رخت از کارگاه‌‌
  • “ Rabbena İnnâ zalemnâ” deyip âh etmeye başladı. Yani “karanlık bastı, yol kayboldu” dedi.
  • ربنا إنا ظلمنا گفت و آه ** یعنی آمد ظلمت و گم گشت راه‌‌
  • Bu kaza, güneşi örten bir buluttur. Aslan ve ejderha bile ondan feryat ve figan etmektedir. 1255
  • پس قضا ابری بود خورشید پوش ** شیر و اژدرها شود زو همچو موش‌‌
  • “Kaza ve kader zuhur edince bir tuzağı bile görmüyorsam bo yolda cahil olan yalnız ben değilim ya!”
  • من اگر دامی نبینم گاه حکم ** من نه تنها جاهلم در راه حکم‌‌
  • Zorlamayı bırakıp feryad ü figana koyulan kişi me kutlu kişidir; o, iyi bir işe sarılmıştır.
  • ای خنک آن کاو نکو کاری گرفت ** زور را بگذاشت او زاری گرفت‌‌
  • Eğer kaza, seni gece gibi sararsa sonunda yine elinden tutacak odur;
  • گر قضا پوشد سیه همچون شبت ** هم قضا دستت بگیرد عاقبت‌‌
  • Yüz kere canına kastederse yine sana can veren derdine derman olan kazadır.
  • گر قضا صد بار قصد جان کند ** هم قضا جانت دهد درمان کند
  • Bu kaza yüz kere yolunu kesse de yine senin çadırını göklerin üstüne kurar. 1260
  • این قضا صد بار اگر راهت زند ** بر فراز چرخ خرگاهت زند
  • Seni eminlik mülküne götürmek için bu korkutmasını inayet bil!
  • از کرم دان این که می‌‌ترساندت ** تا به ملک ایمنی بنشاندت‌‌
  • Bu sözün sonu gelmez, söz de uzadı. Sen tavşanla aslan hikâyesini dinle!
  • این سخن پایان ندارد گشت دیر ** گوش کن تو قصه‌‌ی خرگوش و شیر
  • Kuyuya yaklaşınca aslanın yanında, tavşanın geri çekilmesi
  • پای واپس کشیدن خرگوش از شیر چون نزدیک چاه رسید
  • Kuyu yanına gelince aslan, tavşanın geri kaldığını gördü.
  • چون که نزد چاه آمد شیر دید ** کز ره آن خرگوش ماند و پا کشید
  • Dedi ki: “Niçin ayağını geri çektin. Ayağını geri çekme, ileri gel!”
  • گفت پا واپس کشیدی تو چرا ** پای را واپس مکش پیش اندر آ
  • Tavşan “Ayağım nerede? Elim ayağım kesildi. Canım tir tir titriyor, yüreğim yerinden oynadı. 1265
  • گفت کو پایم که دست و پای رفت ** جان من لرزید و دل از جای رفت‌‌
  • Yüzümün rengini görmüyor musun? Altın sarısı gibi. Rengim, ne halde olduğumu bildiriyor.
  • رنگ رویم را نمی‌‌بینی چو زر ** ز اندرون خود می‌‌دهد رنگم خبر
  • Tanrı yüze “bildirici” demiştir. Onun için ariflerin gözü, yüze dalmış, kalmıştır.
  • حق چو سیما را معرف خوانده است ** چشم عارف سوی سیما مانده است‌‌
  • Renk ve koku, çan gibi haber verir; atın kişnemesi, atın mevcudiyetini bildirir.
  • رنگ و بو غماز آمد چون جرس ** از فرس آگه کند بانگ فرس‌‌
  • Eşeğin sesini, kapının sesinden fark edesin diye her şeyin sesi, o şeyi haber verir.
  • بانگ هر چیزی رساند زو خبر ** تا بدانی بانگ خر از بانگ در
  • Peygamber insanları ayırt etmek hususunda “insan, sözünde gizlidir” dedi. 1270
  • گفت پیغمبر به تمییز کسان ** مرء مخفی لدی طی اللسان‌‌
  • Yüzün renginde gönül halinden bir nişan vardır. Bana acı, sevgi kalbinde tut!
  • رنگ رو از حال دل دارد نشان ** رحمتم کن مهر من در دل نشان‌‌
  • Kırmızı yüz, sahibinin refah ve saadetine delâlet eder, sarı yüz, sahibinin meşakkat ve belâ içinde olduğunu bildirir.
  • رنگ روی سرخ دارد بانگ شکر ** بانگ روی زرد باشد صبر و نکر
  • Elimi, ayağımı alana, yüzümün rengini uçurana, kuvvetimi giderene, çehremi bozana uğradım.
  • در من آمد آن که دست و پا برد ** رنگ رو و قوت و سیما برد
  • Önüne geleni kırma, ağaçları kökünden, dibinden söküp çıkarana sataştım.
  • آن که در هر چه در آید بشکند ** هر درخت از بیخ و بن او بر کند
  • Adamları, hayvanları, cemadat ve nebatatı mat edene rastladım. 1275
  • در من آمد آن که از وی گشت مات ** آدمی و جانور جامد نبات‌‌
  • Bunlar cüziyattır, külliyatın da onun yüzünden renkleri sararmış, kokuları bozulmuştur.
  • این خود اجزایند کلیات از او ** زرد کرده رنگ و فاسد کرده بو
  • Cihan; gâh sabredip gâh şükrettikçe bağlar, bahçeler, gâh giyinir, gâh çırçıplak kalır;
  • تا جهان گه صابر است و گه شکور ** بوستان گه حله پوشد گاه عور
  • Güneş, ateş renginde doğmuşken diğer bir saatte baş aşağı batar;
  • آفتابی کاو بر آید نارگون ** ساعتی دیگر شود او سر نگون‌‌
  • Göklerde parıldayan yıldızlar; zaman zaman ihtiraka uğrarlar;
  • اختران تافته بر چار طاق ** لحظه لحظه مبتلای احتراق‌‌
  • Güzellikte yıldızlardan daha parlak olan ay da ince ağrıya tutulup hilâl olur; 1280
  • ماه کاو افزود ز اختر در جمال ** شد ز رنج دق او همچون خیال‌‌
  • Çok sakin ve edepli olan bu yeri de sarsıntı sıtmaya düşürür;
  • این زمین با سکون با ادب ** اندر آرد زلزله‌‌ش در لرز تب‌‌
  • Nice dağlar, bu ansızın gelen felâketten dolayı yeryüzüne kumlar gibi dağılıvermişlerdir!
  • ای بسا که زین بلای مرده‌‌ریگ ** گشته است اندر جهان او خرد و ریگ‌‌
  • Ruhla eş olan hava bile kaza baş gösterince veba kesilir, ufunetlenir:
  • این هوا با روح آمد مقترن ** چون قضا آید وبا گشت و عفن‌‌
  • Ruhun kız kardeşi olan lâtif su, bir gölcükte sarı, acı ve bulanık bir hale gelir;
  • آب خوش کاو روح را همشیره شد ** در غدیری زرد و تلخ و تیره شد
  • Azametli ve kibirli ateşi bile bir yel söndürüverir! 1285
  • آتشی کاو باد دارد در بروت ** هم یکی بادی بر او خواند یموت‌‌
  • Denizin halini de ıstırabından, coşkunluğundan anla, aklının değişik durduğunu, kalıptan kalıba girdiğini bil!
  • حال دریا ز اضطراب و جوش او ** فهم کن تبدیلهای هوش او
  • Tanrı rızasını arayıp duran başı dönmüş feleğin hali de oğullarının hali gibidir:
  • چرخ سر گردان که اندر جستجوست ** حال او چون حال فرزندان اوست‌‌
  • Gâh en altta, gâh ortada, gâh en tepede. Onda da bölük bölük kutlu ve yomsuz zamanlar var!
  • گه حضیض و گه میانه گاه اوج ** اندر او از سعد و نحسی فوج فوج‌‌
  • Ey külliyat ile karışmış olan, ey insan! Basit cisimlerin halini de kendinden kıyas et!
  • از خود ای جزوی ز کلها مختلط ** فهم می‌‌کن حالت هر منبسط
  • Külliyatın böyle hastalıkları, böyle dertleri olunca onların cüzülerinin yüzü nasıl sararmaz? 1290
  • چون که کلیات را رنج است و درد ** جزو ایشان چون نباشد روی زرد