English    Türkçe    فارسی   

1
184-233

  • Kuyumcuyu o uzak şehirden çağır, onu altınla, elbise ile aldat.”
  • مرد زرگر را بخوان ز ان شهر دور ** با زر و خلعت بده او را غرور
  • Padişahın, kuyumcuyu getirmek üzere Semerkand’a elçiler yollaması
  • فرستادن پادشاه رسولان به سمرقند به آوردن زرگر
  • Padişah, hekimden bu sözü duyunca nasihatini, candan gönülden kabul etti. O tarafa ehliyetli, kifayetli, âdil bir iki kişiyi elçi olarak gönderdi. 185
  • شه فرستاد آن طرف یک دو رسول ** حاذقان و کافیان بس عدول‌‌
  • O iki bey, kuyumcuya padişahtan muştucu olarak Semerkand’a kadar geldiler.
  • تا سمرقند آمدند آن دو امیر ** پیش آن زرگر ز شاهنشه بشیر
  • Dediler ki: “Ey lütuf sahibi üstat, ey marifette kâmil kişi! Öğülmen şehirlere yayılmıştır.
  • کای لطیف استاد کامل معرفت ** فاش اندر شهرها از تو صفت‌‌
  • İşte filân padişah, kuyumcubaşılık için seni seçti. Zira (bu işte) pek büyüksün, pek kâmilsin.
  • نک فلان شه از برای زرگری ** اختیارت کرد زیرا مهتری‌‌
  • Şimdicek şu elbiseyi, altın ve gümüşü al da gelince de padişahın havassından ve nedimlerinden olursun.”
  • اینک این خلعت بگیر و زر و سیم ** چون بیایی خاص باشی و ندیم‌‌
  • Adam; çok malı, çok parayı görünce gururlandı, şehirden çoluk çocuktan ayrıldı. 190
  • مرد مال و خلعت بسیار دید ** غره شد از شهر و فرزندان برید
  • Adam, neşeli bir halde yola düştü. Haberi yoktu ki padişah canına kastetmişti.
  • اندر آمد شادمان در راه مرد ** بی‌‌خبر کان شاه قصد جانش کرد
  • Arap atına binip sevinçle koşturdu, kendi kanının diyetini elbise sandı!
  • اسب تازی بر نشست و شاد تاخت ** خونبهای خویش را خلعت شناخت‌‌
  • Ey yüzlerce razılıkla sefere düşen ve bizzat kendi ayağı ile kötü bir kazaya giden!
  • ای شده اندر سفر با صد رضا ** خود به پای خویش تا سوء القضا
  • Hayalinde mülk, şeref ve ululuk. Fakat Azrail “Git, evet, muradına erişirsin” demekte!
  • در خیالش ملک و عز و مهتری ** گفت عزرائیل رو آری بری‌‌
  • O garip kişi yoldan gelince, hekim, onu padişahın huzuruna götürdü; 195
  • چون رسید از راه آن مرد غریب ** اندر آوردش به پیش شه طبیب‌‌
  • Güzellik mumunun başı ucunda yakılması için onu, padişahın yanına izzet ve ikramla iletti.
  • سوی شاهنشاه بردندش به ناز ** تا بسوزد بر سر شمع طراز
  • Padişah, onu görünce pek ağırladı, altın hazinesini ona teslim etti.
  • شاه دید او را بسی تعظیم کرد ** مخزن زر را بدو تسلیم کرد
  • Sonra hekim dedi ki: “Ey büyük sultan o cariyeciği bu tacire ver
  • پس حکیمش گفت کای سلطان مه ** آن کنیزک را بدین خواجه بده‌‌
  • Ki visali ile iyileşsin, visalinin suyu o ateşi gidersin.”
  • تا کنیزک در وصالش خوش شود ** آب وصلش دفع آن آتش شود
  • Padişah, o ay yüzlüyü kuyumcuya bahşetti, o iki sohbet müştakını birbirine çift etti. 200
  • شه بدو بخشید آن مه روی را ** جفت کرد آن هر دو صحبت جوی را
  • Altı ay kadar murat alıp murat verdiler. Bu suretle o kız da tamamen iyileşti.
  • مدت شش ماه می‌‌راندند کام ** تا به صحت آمد آن دختر تمام‌‌
  • Ondan sonra hekim, kuyumcuya bir şerbet yaptı, kuyumcu içti, kızın karşısında erimeye başladı.
  • بعد از آن از بهر او شربت بساخت ** تا بخورد و پیش دختر می‌‌گداخت‌‌
  • Hastalık yüzünden kuyumcunun güzelliği kalmayınca kızın canı, onun derdinden azat oldu, ondan vazgeçti.
  • چون ز رنجوری جمال او نماند ** جان دختر در وبال او نماند
  • Kuyumcu, çirkinleşip hastalanınca, yüzü sararıp solunca kızın gönlü de yavaş yavaş ondan soğudu.
  • چون که زشت و ناخوش و رخ زرد شد ** اندک اندک در دل او سرد شد
  • Ancak zahirî güzelliğe ait bulunan aşklar aşk değildir. Onlar nihayet bir âr olur. 205
  • عشقهایی کز پی رنگی بود ** عشق نبود عاقبت ننگی بود
  • Keşke kuyumcu baştanbaşa ayıp ve âr olsaydı, tamamıyla çirkin bulunsaydı da başına bu kötü hal gelmeseydi!
  • کاش کان هم ننگ بودی یک سری ** تا نرفتی بر وی آن بد داوری‌‌
  • Kuyumcunun gözünden ırmak gibi kanlar aktı, yüzü canına düşman kesildi.
  • خون دوید از چشم همچون جوی او ** دشمن جان وی آمد روی او
  • Tavus kuşunun kanadı, kendisine düşmandır. Nice padişahlar vardır ki kuvvet ve azametleri helâklerine sebep olmuştur.
  • دشمن طاوس آمد پر او ** ای بسی شه را بکشته فر او
  • Kuyumcu, ”Ben o ahuyum ki göbeğimin miskinden dolayı bu avcı, benim saf kanımı dökmüştür.
  • گفت من آن آهوم کز ناف من ** ریخت این صیاد خون صاف من‌‌
  • Ah, ben o sahra tilkisiyim ki postum için beni tuzağa düşürüp tuttular, başımı kestiler. 210
  • ای من آن روباه صحرا کز کمین ** سر بریدندش برای پوستین‌‌
  • Ah, ben o filim ki dişimi elde etmek için filci benim kanımı döktü.
  • ای من آن پیلی که زخم پیل بان ** ریخت خونم از برای استخوان‌‌
  • Beni, benden aşağı birisi için öldüren, kanımı döken; bilmiyor ki benim kanım uyumaz!
  • آن که کشتستم پی مادون من ** می‌‌نداند که نخسبد خون من‌‌
  • Bugün bana ise yarın onadır. Böyle benim gibi bir adamın kanı nasıl zayi olur?
  • بر من است امروز و فردا بر وی است ** خون چون من کس چنین ضایع کی است‌‌
  • Duvar gerçi (günün ilk kısmında yere) uzun bir gölge düşürür; fakat o gölge, gölgeyi meydana getirene avdet eder.
  • گر چه دیوار افکند سایه‌‌ی دراز ** باز گردد سوی او آن سایه باز
  • Bu cihan dağdır, bizim yaptıklarımız ses. Seslerin aksi yine bizim semtimize gelir” dedi. 215
  • این جهان کوه است و فعل ما ندا ** سوی ما آید نداها را صدا
  • Kuyumcu, bu sözleri söyledi ve hemen toprak altına gitti. O cariyecik de aşktan ve hastalıktan arındı, tertemiz oldu.
  • این بگفت و رفت در دم زیر خاک ** آن کنیزک شد ز عشق و رنج پاک‌‌
  • Çünkü ölülerin aşkı ebedî değildir, çünkü ölü, tekrar bize gelmez.
  • ز انکه عشق مردگان پاینده نیست ** ز انکه مرده سوی ما آینده نیست‌‌
  • Diri aşk, ruhta ve gözdedir. Her anda goncadan daha taze olur durur.
  • عشق زنده در روان و در بصر ** هر دمی باشد ز غنچه تازه‌‌تر
  • O dirinin aşkını seç ki bakidir ve canına can katan şaraptan sana sakilik eder.
  • عشق آن زنده گزین کاو باقی است ** کز شراب جان فزایت ساقی است‌‌
  • O‘nun aşkını seç ki bütün peygamberler, onun aşkıyla kuvvet ve kudret buldular, iş güç sahibi oldular. 220
  • عشق آن بگزین که جمله انبیا ** یافتند از عشق او کار و کیا
  • Sen “Bize o padişahın huzuruna varmaya izin yoktur” deme. Kerim olan kişilere, hiçbir iş güç değildir.
  • تو مگو ما را بدان شه بار نیست ** با کریمان کارها دشوار نیست‌‌
  • Kuyumcuyu öldürme ve zehirlemenin Tanrı emriyle olup padişahın isteğiyle olmadığı
  • بیان آن که کشتن و زهر دادن مرد زرگر به اشارت الهی بود نه به هوای نفس و تامل فاسد
  • O adamın, hekimin eliyle öldürülmesi, ne ümit içindi ne korkudan dolayı.
  • کشتن آن مرد بر دست حکیم ** نی پی اومید بود و نی ز بیم‌‌
  • Tanrının emri ve ilhamı gelmedikçe hekim, onu padişahın hatırı için öldürmedi.
  • او نکشتش از برای طبع شاه ** تا نیامد امر و الهام اله‌‌
  • Hızır’ın o çocuğun boğazını kesmesindeki sırrı halkın avam kısmı anlayamaz.
  • آن پسر را کش خضر ببرید حلق ** سر آن را درنیابد عام خلق‌‌
  • Tanrı tarafından vahiy ve cevaba nail olan kişi her ne buyurursa o buyruk, doğrunun ta kendisidir. 225
  • آن که از حق یابد او وحی و جواب ** هر چه فرماید بود عین صواب‌‌
  • Can bağışlayan kişi öldürse de caizdir. O, nâibdir eli Tanrı elidir.
  • آن که جان بخشد اگر بکشد رواست ** نایب است و دست او دست خداست‌‌
  • İsmail gibi onun önüne baş koy. Kılıcının önünde sevinerek, gülerek can ver.
  • همچو اسماعیل پیشش سر بنه ** شاد و خندان پیش تیغش جان بده‌‌
  • Ki Ahmed’in pak canı, Ahad’la nasıl ebediyse senin canın da ebede kadar sevinçli ve gülümser bir halde kalsın.
  • تا بماند جانت خندان تا ابد ** همچو جان پاک احمد با احد
  • Âşıklar, ferah kadehini, güzellerin elleri ile öldürdükleri vakit içerler.
  • عاشقان جام فرح آن گه کشند ** که به دست خویش خوبانشان کشند
  • Padişah o kanı şehvet uğruna dökmedi. Suizanda bulunma, münakaşayı bırak! 230
  • شاه آن خون از پی شهوت نکرد ** تو رها کن بد گمانی و نبرد
  • Sen onun hakkında kötü ve pis iş işledi deyip fena bir zanda bulundun. Su süzülüp durulunca, berrak bir hale gelince bu berraklıkta bulanıklık ve tortu kalır mı, süzülüş suda tortu bırakır mı?
  • تو گمان بردی که کرد آلودگی ** در صفا غش کی هلد پالودگی‌‌
  • Bu riyazetler, bu cefa çekmeler, ocağın posayı gümüşten çıkarması içindir.
  • بهر آن است این ریاضت وین جفا ** تا بر آرد کوره از نقره جفا
  • İyinin, kötünün imtihanı, altının kaynayıp tortusunun üste çıkması içindir.
  • بهر آن است امتحان نیک و بد ** تا بجوشد بر سر آرد زر زبد