English    Türkçe    فارسی   

1
2651-2700

  • Âdem’in yüzünden nail oldukları fütuhata, göklerde bile erişememişlerdir.
  • آن گشادی‌‌شان کز آدم رو نمود ** در گشاد آسمانهاشان نبود
  • Âdem’in o pak ruhunun fezasına nispetle yedi gök sahası bile dardı.
  • در فراخی عرصه‌‌ی آن پاک جان ** تنگ آمد عرصه‌‌ی هفت آسمان‌‌
  • Peygamber dedi ki “Tanrı; 'Ben yücelere, aşağılara sığmam.
  • گفت پیغمبر که حق فرموده است ** من نگنجم هیچ در بالا و پست‌‌
  • Yere, göğe, hatta arşa sığmam' buyurdu." Bunu, ey aziz, yakînen bil.
  • در زمین و آسمان و عرش نیز ** من نگنجم این یقین دان ای عزیز
  • Fakat şaşılacak şeydir ki inanan kişinin kalbine sığarım. Beni ararsan inanan gönüllerde ara buyurdu” dedi. 2655
  • در دل مومن بگنجم ای عجب ** گر مرا جویی در آن دلها طلب‌‌
  • Tanrı dedi ki: “Ey haramdan, şüpheli şeylerden sakınan! Kullarımın arasına gir ki bu suretle beni görme cennetine erişesin.”
  • گفت ادخل فی عبادی تلتقی ** جنة من رؤیتی یا متقی‌‌
  • Arş, bile o nuriyle, o genişliğiyle beraber Âdem’ görünce yerinden kalktı.
  • عرش با آن نور با پهنای خویش ** چون بدید آن را برفت از جای خویش‌‌
  • Arşın sonsuz bir büyüklüğü var, fakat mânaya karşı suret nedir ki?
  • خود بزرگی عرش باشد بس مدید ** لیک صورت کیست چون معنی رسید
  • Her melek diyordu ki: Bizim bundan önce yeryüzüyle üfletimiz vardı.
  • هر ملک می‌‌گفت ما را پیش از این ** الفتی می‌‌بود بر گرد زمین‌‌
  • Hizmet ve ibadet tohumunu yere ekiyorduk. Yere olan bu meylimize, bu alâkamıza da şaşmaktaydık. 2660
  • تخم خدمت بر زمین می‌‌کاشتیم ** ز آن تعلق ما عجب می‌‌داشتیم‌‌
  • Gökten yaratıldığımız halde yeryüzüne bu alâkamız nedir?
  • کاین تعلق چیست با این خاکمان ** چون سرشت ما بده ست از آسمان‌‌
  • Biz nurlarız, karanlıklarla ülfetimiz neden? Nur zulmetlerle yaşayabilir mi?
  • الف ما انوار با ظلمات چیست ** چون تواند نور با ظلمات زیست‌‌
  • Ey Âdem! O ülfet, senin kokundanmış. Çünkü cisminin nesci yeryüzü.
  • آدما آن الف از بوی تو بود ** ز آن که جسمت را زمین بد تار و پود
  • Topraktan olan cismini yeryüzünde dokudular; pak nurunu burada buldular.
  • جسم خاکت را از اینجا بافتند ** نور پاکت را در اینجا یافتند
  • Şimdi canımızın ruhundan bulduğu ülfet, bundan önce cisminin yoğrulduğu topraktan parlıyordu. 2665
  • این که جان ما ز روحت یافته ست ** پیش پیش از خاک آن می‌‌تافته ست‌‌
  • Yeryüzündeydik ama yerden gafildik, orada gömülü olan defineden haberimiz yoktu.
  • در زمین بودیم و غافل از زمین ** غافل از گنجی که در وی بد دفین‌‌
  • Tanrı da bize oradan göklere sefer etmeyi emredince, bu yurt değiştirme, acı geldi.
  • چون سفر فرمود ما را ز آن مقام ** تلخ شد ما را از آن تحویل کام‌‌
  • O yüzden Tanrı’ya deliller getirerek “Ey Tanrı! Bizim yerimize kim gelecek?
  • تا که حجتها همی‌‌گفتیم ما ** که بجای ما کی آید ای خدا
  • Bu tesbih ve tehlinin nurunu, dedikoduya satıyorsun” dedik.
  • نور این تسبیح و این تهلیل را ** می‌‌فروشی بهر قال و قیل را
  • Tanrı hükmü, bize rahmet yaygısını döşedi:”Açıkça istediğinizi söyleyin. 2670
  • حکم حق گسترد بهر ما بساط ** که بگویید از طریق انبساط
  • Tek evlâtların babalarına söyledikleri gibi ağzınıza ne gelirse çekinmeden deyin.
  • هر چه آید بر زبانتان بی‌‌حذر ** همچو طفلان یگانه با پدر
  • Çünkü bu sözler, yaraşmasa bile rahmetim, gazabımdan artıktır.
  • ز آن که این دمها چه گر نالایق است ** رحمت من بر غضب هم سابق است‌‌
  • Ey melek! Bunu meydana çıkarmak için gönlünüze şüpheler salmaktayım;
  • از پی اظهار این سبق ای ملک ** در تو بنهم داعیه‌‌ی اشکال و شک‌‌
  • Sen söyleyesin; ben darılmayayım, gazaplanmayayım. Bu suretle de benim hilmimi inkâr eden ağız açamasın.
  • تا بگویی و نگیرم بر تو من ** منکر حلمم نیارد دم زدن‌‌
  • Her nefeste bizim hilmimizden yüzlerce baba yüzlerce ana doğar, yokluğa dalıp mahvolur. 2675
  • صد پدر صد مادر اندر حلم ما ** هر نفس زاید در افتد در فنا
  • O babaların, o anaların hilmi, şefkati, bizim hilim ve şefkat denizimizin köpüğüdür. Köpük gider gelir ama deniz bâkidir dedi.”
  • حلم ایشان کف بحر حلم ماست ** کف رود آید ولی دریا به جاست‌‌
  • Hayır, ne dedim? O inciye karşı bu sedef, köpük değil, köpüğünün köpüğüdür.
  • خود چه گویم پیش آن در این صدف ** نیست الا کف کف کف کف‌‌
  • İşte o köpük hakkı için, o sâf deniz hakkı için bu söz bir sınama, bir lâf değil.
  • حق آن کف حق آن دریای صاف ** که امتحانی نیست این گفت و نه لاف‌‌
  • Sevgiden, vefadan, boyun büküp teslim olmadan ileri gelmiştir. Huzuruna varacağım Tanrı hakkı için.
  • از سر مهر و صفاء است و خضوع ** حق آن کس که بدو دارم رجوع‌‌
  • Bu hevesim, sence sınamadan ibaretse bu sınamamı sına. 2680
  • گر به پیشت امتحان است این هوس ** امتحان را امتحان کن یک نفس‌‌
  • Sırrını saklama ki sırrım meydana çıksın. Elimden geleni; gücümün yettiğini buyur!
  • سر مپوشان تا پدید آید سرم ** امر کن تو هر چه بر وی قادرم‌‌
  • Gönlündekini benden gizleme de benim gönlümdeki de ortaya çıksın bu suretle ne yapabileceksem kabul edeyim.
  • دل مپوشان تا پدید آید دلم ** تا قبول آرم هر آن چه قابلم‌‌
  • Fakat nasıl edeyim; elimde ne çare var? Bir bak hele, canım ne işe yarar ki?
  • چون کنم در دست من چه چاره است ** در نگر تا جان من چه کاره است‌‌
  • Kadının kocasına rızık isteme yolunu göstermesi, onun da kabul etmesi
  • تعیین کردن زن طریق طلب روزی کدخدای خود را و قبول کردن او
  • Kadın dedi ki:”Bir güneş doğmuş, bütün cihan ondan aydınlanmıştır.
  • گفت زن یک آفتابی تافته ست ** عالمی زو روشنایی یافته ست‌‌
  • O Tanrı vekili, Tanrı halifesidir. Bağdat şehri, onun yüzünden bahar gibidir. 2685
  • نایب رحمان خلیفه‌‌ی کردگار ** شهر بغداد است از وی چون بهار
  • O padişaha ulaşabilirsen padişah olursun. Ne vakte kadar ikbal sahibi olmayanların yanına gidip duracaksın?
  • گر بپیوندی بدان شه شه شوی ** سوی هر ادبار تا کی می‌‌روی‌‌
  • İkbal sahiplerinin dostluğu kimya gibidir. Onların nazarına benzer kimya nerede?
  • همنشینی مقبلان چون کیمیاست ** چون نظرشان کیمیایی خود کجاست‌‌
  • Ahmed’in gözü Ebubekir’e değince o bir tasdik yüzünden Sıddıyk olmuştur.”
  • چشم احمد بر ابو بکری زده ** او ز یک تصدیق صدیق آمده‌‌
  • Kocası, “Ben padişah huzuruna nasıl kabul olunurum; bir bahanesiz onun yanına nasıl giderim?
  • گفت من شه را پذیرا چون شوم ** بی‌‌بهانه سوی او من چون روم‌‌
  • Buna bir münasebet, bir vesile gerek. Hiçbir sanat aletsiz meydana gelir mi? 2690
  • نسبتی باید مرا یا حیلتی ** هیچ پیشه راست شد بی‌‌آلتی‌‌
  • Mecnun gibi ki, birisinden Leylâ’nın bir parça hastalandığını duydu.
  • همچو آن مجنون که بشنید از یکی ** که مرض آمد به لیلی اندکی‌‌
  • Eyvah, dedi; bahanesiz nasıl gideyim? Gitmezsem, hatırını sormazsam ne hale gelirim?
  • گفت آوه بی‌‌بهانه چون روم ** ور بمانم از عیادت چون شوم‌‌
  • Keşke hazık bir hekîm olaydım...O vakit Leylâ’ya koşa, koşa giderdim.
  • لیتنی کنت طبیبا حاذقا ** کنت أمشی نحو لیلی سابقا
  • Tanrı, bize “Ya Muhammed, gelin de” buyurdu da bu davet, utanmamızın giderilmesine sebep oldu.
  • قل تعالوا گفت حق ما را بدان ** تا بود شرم اشکنی ما را نشان‌‌
  • Gece kuşlarının gözleri ve kabiliyetleri olsaydı gündüzün uçup gezerler, dönüp dolaşırlardı” dedi. 2695
  • شب پران را گر نظر و آلت بدی ** روزشان جولان و خوش حالت بدی‌‌
  • Kadın cevap verdi: “Kerem sahibi padişah meydana girer, kendisini gösterirse aletsizlik, aletin ta kendisi, vesileden mahrum oluş, vesilenin aynı oldu.
  • گفت چون شاه کرم میدان رود ** عین هر بی‌‌آلتی آلت شود
  • Çünkü alet, vesile… dâvaya düşmektir, varlık alâmetidir. Asıl hüner aletsizliktedir, alçalmadadır."
  • ز آن که آلت دعوی است و هستی است ** کار در بی‌‌آلتی و پستی است‌‌
  • Arap “Aletsiz nasıl alışveriş edeyim de aletsizliği elde edeyim?
  • گفت کی بی‌‌آلتی سودا کنم ** تا نه من بی‌‌آلتی پیدا کنم‌‌
  • Müflisliğime de bir delil gerek ki padişah halime acısın.
  • پس گواهی بایدم بر مفلسی ** تا شهم رحمی کند یا مونسی‌‌
  • Sen, bana dedikodudan ve hileden başka bir şahit göster de o şen padişah merhamete gelsin. 2700
  • تو گواهی غیر گفت‌‌وگو و رنگ ** وانما تا رحم آرد شاه شنگ‌‌