English    Türkçe    فارسی   

1
2883-2932

  • Eğri söylese doğru görünür. O ne güzel eğridir ki doğruyu süsler.
  • کف کژ کز بحر صدقی خاسته است ** اصل صاف آن فرع را آراسته است‌‌
  • Doğruluk denizinden zuhur eden o eğri köpük, feridir. Sâf asıl, o fer’i de sâflıkla bezemiştir.
  • آن کفش را صافی و محقوق دان ** همچو دشنام لب معشوق دان‌‌
  • O köpüğü sâf ve makbul bil. Sevgilinin dudağından çıkan azarlayış say. 2885
  • گشته آن دشنام نامطلوب او ** خوش ز بهر عارض محبوب او
  • Âşığın, pek de istemediği o azar, sevgilinin yüzünün hatırı için hoş görülür.
  • گر بگوید کژ نماید راستی ** ای کژی که راست را آراستی‌‌
  • Şekeri, ekmek şekline sokar, pişirirsen tadınca yine onda şeker lezzeti vardır, ekmek lezzeti bulunmaz.
  • از شکر گر شکل نانی می‌‌پزی ** طعم قند آید نه نان چون می‌‌مزی‌‌
  • Bir mümin, altından yapılmış bir put bulsa hiç onu Şamanlara bırakır mı?
  • ور بیابد مومنی زرین وثن ** کی هلد آن را برای هر شمن‌‌
  • Bırakmadıktan başka alır, ateşe atar. Onun ariyet şeklini bu suretle eritip bozar.
  • بلکه گیرد اندر آتش افکند ** صورت عاریتش را بشکند
  • Altında put şekli kalmaz. Çünkü suret, ibadete mânidir, yol vurucudur. 2890
  • تا نماند بر ذهب شکل وثن ** ز آن که صورت مانع است و راه زن‌‌
  • O putun hakikati, yani altın; Tanrı’nın bir ihsanıdır. Sonradan put şekline sokulmuştur. Altın, Tanrı ihsanı olup altınlık nasıl bu ihsan için âriyet bir suretse put şekli de altın için ârızi bir surettir.
  • ذات زرش ذات ربانیت است ** نقش بت بر نقد زر عاریت است‌‌
  • Bir pire için yepyeni kilimi yakma. Sineğin verdiği baş ağrısı yüzünden gününü zayi etme.
  • بهر کیکی تو گلیمی را مسوز ** وز صداع هر مگس مگذار روز
  • Surette kalırsan putperestsin. Her şeyin suretini bırak, mânaya bak.
  • بت پرستی چون بمانی در صور ** صورتش بگذار و در معنی نگر
  • Hacca gidersen hac yoldaşı ara. Ama ha Hintli olmuş, ha Türk, ha Arap.
  • مرد حجی همره حاجی طلب ** خواه هندو خواه ترک و یا عرب‌‌
  • Onun şekline rengine bakma; azmine ve maksadına bak. 2895
  • منگر اندر نقش و اندر رنگ او ** بنگر اندر عزم و در آهنگ او
  • Rengi kara bile olsa değil mi ki seninle aynı maksadı güdüyor, aynı senin rengindedir, sen ona beyaz de.
  • گر سیاه است او هم آهنگ تو است ** تو سپیدش خوان که هم رنگ تو است‌‌
  • Bu hikâye parça buçuk söylendi (araya sözler karıştı, başka hikâyeler girdi.) Âşıkların işi gibi başsız, ayaksız nakledildi.
  • این حکایت گفته شد زیر و زبر ** همچو فکر عاشقان بی‌‌پا و سر
  • Fakat hakikatte başı yoktur, ezel gibi evveline evvel bulunmaz. Sonu da yok. Ebedle eş!
  • سر ندارد چون ز ازل بوده ست پیش ** پا ندارد با ابد بوده ست خویش‌‌
  • Hattâ su gibidir; her katrası hem baştır, hem ayak… Hem de başsız, ayaksız koşup gider.
  • بلکه چون آب است هر قطره از آن ** هم سر است و پا و هم بی‌‌هردوان‌‌
  • Haşa, bu hikâye değil, kendine gel! Bizim ve senin bugünkü halimizdir, dikkat et! 2900
  • حاش لله این حکایت نیست هین ** نقد حال ما و تست این خوش ببین‌‌
  • Kuvvet ve kudret sahibi olan sofilerin yanında geçmiş anılmaz.
  • ز آن که صوفی با کر و با فر بود ** هر چه آن ماضی است لا یذکر بود
  • Arap da biziz, testi de biziz, padişah da biziz, hepsi biziz. Ezelde mahrum olanlar, bunu anlamaktan mahrum kaldılar.
  • هم عرب ما هم سبو ما هم ملک ** جمله ما يؤفک عنه من أفک‌‌
  • Aklı erkek bil. Kadın da bu nefis ve tabiattır. Bu ikisi zulmete mensup ve münkirdirler; akıl ise ışıktır
  • عقل را شو دان و زن را نفس و طمع ** این دو ظلمانی و منکر عقل شمع‌‌
  • Şimdi dinle, asıl inkâr neden meydana geldi, Şundan: küllün çeşit çeşit cüzileri vardır.
  • بشنو اکنون اصل انکار از چه خاست ** ز آن که کل را گونه گونه جزوهاست‌‌
  • Bu küllün cüz’ü, cüzülerin külle nispeti gibi değildir (terkip kabul etmez); gülün cüz’ü olan gül kokusu gibi de değildir.(cüzülenmez. Bu cüz ve kül itibaridir). 2905
  • جزو کل نی جزوها نسبت به کل ** نی چو بوی گل که باشد جزو گل‌‌
  • Yeşilliğin letafeti güldeki güldeki letafetin (itibari olarak) cüz’ü olduğu gibi kumrunun sesi de (yine itibari olarak) bülbül nağmesinin bir cüz’üdür.
  • لطف سبزه جزو لطف گل بود ** بانگ قمری جزو آن بلبل بود
  • Eğer bu husustaki müşkül şeyleri anlatmaya, onlara cevap vermeye koyulsam susamışlara ne vakit su vereceğim?
  • گر شوم مشغول اشکال و جواب ** تشنگان را کی توانم داد آب‌‌
  • Eğer sen, burada müşkül vaziyete düştüysen sabret. Sabır, gamdan kurtulmak için anahtardır.
  • گر تو اشکالی به کلی و حرج ** صبر کن الصبر مفتاح الفرج‌‌
  • Sakın, endişelerden sakın! Fikir aslan ve yaban eşeğidir, gönüller de ormanlıklar.
  • احتما کن احتما ز اندیشه‌‌ها ** فکر شیر و گور و دلها بیشه‌‌ها
  • Perhizler, ilâçların başıdır. Çünkü kaşınma, uyuzluğu arttırır. 2910
  • احتماها بر دواها سرور است ** ز آن که خاریدن فزونی گر است‌‌
  • Perhiz, şüphe yok ki ilâcın aslıdır. Düşüncelerden perhiz et de can kuvvetini gör!
  • احتما اصل دوا آمد یقین ** احتما کن قوت جان را ببین‌‌
  • Sen, kulak gibi bu sözlere kabiliyet kazan da sana altından küpe takayım.
  • قابل این گفته‌‌ها شو گوش‌‌وار ** تا که از زر سازمت من گوشوار
  • Küpe de ne? Altın madeni olursun Aya, Süreyya’ya kadar yükselirsin.
  • حلقه در گوش مه زرگر شوی ** تا به ماه و تا ثریا بر شوی‌‌
  • Önce şunu duy ki bu muhtelif halkın canları da “elif”ten “ya” ya kadar olan harfler gibi muhteliftir.
  • اولا بشنو که خلق مختلف ** مختلف جانند از یا تا الف‌‌
  • Bir yüzden baştan ayağa kadar hepsi birse de yine muhtelif harflerde birbirlerine benzerlik yoktur. 2915
  • در حروف مختلف شور و شکی است ** گر چه از یک رو ز سر تا پا یکی است‌‌
  • Harfler; bir yüzden birbirlerine zıt, bir yüzden birbirleriyle bir, bir yüzden faydasız ve alaydan ibaret, bir yüzden tamamı ile faydalı ve ciddîdir.
  • از یکی رو ضد و یک رو متحد ** از یکی رو هزل و از یک روی جد
  • Kıyamet günü her şeyin Tanrı’ya arz edileceği, Tanrı tarafından görülüp sorulacağı en büyük bir gündür. Kendisini göstermeyi süslenip bezenen kişi ister.
  • پس قیامت روز عرض اکبر است ** عرض او خواهد که با زیب و فر است‌‌
  • O görünüş günü; Hindû gibi yüzü kapkara olan kişiye rüsvay olmak nöbetinin gelip çattığı gündür,
  • هر که چون هندوی بد سودایی است ** روز عرضش نوبت رسوایی است‌‌
  • Yüzü güneş gibi olmayan, ancak yüzünü peçe gibi örten geceyi ister.
  • چون ندارد روی همچون آفتاب ** او نخواهد جز شبی همچون نقاب‌‌
  • Dikeninde bir gül yaprağı bile bulunmadığından baharlar onun sırlarına düşman kesilmiştir. 2920
  • برگ یک گل چون ندارد خار او ** شد بهاران دشمن اسرار او
  • Fakat bahar, baştan ayağa kadar gül ve süsen olana iki aydın gözdür.
  • و انکه سر تا پا گل است و سوسن است ** پس بهار او را دو چشم روشن است‌‌
  • Mânadan mahrum olan diken, gül bahçesiyle bir arada bulunabilmek için güz mevsimini ister güz mevsimini!
  • خار بی‌‌معنی خزان خواهد خزان ** تا زند پهلوی خود با گلستان‌‌
  • Çünkü güz, hem gülün öğünecek halini, hem dikenin ayıbını örter. Bu suretle sen de onun rengiyle bunun halini görmezsin.
  • تا بپوشد حسن آن و ننگ این ** تا نبینی رنگ آن و رنگ این‌‌
  • Şu halde güz, dikenin hayatıdır, baharıdır. Çünkü güzün ikisi de bir görünür.
  • پس خزان او را بهار است و حیات ** یک نماید سنگ و یاقوت زکات‌‌
  • Ama bahçıvan, gülü güzün de görür. Bu bir kişinin görüşü yok mu? Yüzlerce cihanın görüşünden iyidir. 2925
  • باغبان هم داند آن را در خزان ** لیک دید یک به از دید جهان‌‌
  • Zaten Cihan o bir kişiden ibarettir. Geri kalanlar, hep onun tâbileridir, hep onun yüzünden geçinenlerdir.
  • خود جهان آن یک کس است او ابله است ** هر ستاره بر فلک جزو مه است‌‌
  • Onun için bütün güzel çiçekler “ Müjde, müjde; işte bahar gelmekte “ deyip dururlar;
  • پس همی‌‌گویند هر نقش و نگار ** مژده مژده نک همی‌‌آید بهار
  • Çiçekler, akarsu zinciri gibi parlamak, meyveler, tomurcuklanmak için hep baharı isterler.
  • تا بود تابان شکوفه چون زره ** کی کند آن میوه‌‌ها پیدا گره‌‌
  • Baharda çiçek dökülünce meyve baş gösterir. Ten de harap olunca can görünür.
  • چون شکوفه ریخت میوه سر کند ** چون که تن بشکست جان سر بر زند
  • Meyve mânadır, çiçek onun sûreti. O çiçek, müjdedir, meyve de nimeti! 2930
  • میوه معنی و شکوفه صورتش ** آن شکوفه مژده میوه نعمتش‌‌
  • Çiçek döküldü mü meyve meydana çıkar. O kayboldu mu bu fazlasıyla görünür.
  • چون شکوفه ریخت میوه شد پدید ** چون که آن کم شد شد این اندر مزید
  • Ekmek kırılıp yenmeyince kuvvet verir mi; salkımlar sıkılmadıkça şarap olur mu?
  • تا که نان نشکست قوت کی دهد ** ناشکسته خوشه‌ها کی مَیْ دهد