English    Türkçe    فارسی   

1
3514-3563

  • Vücut da ana gibi can çocuğuna gebedir. Ölüm, doğmak derdi ve kıyamettir.
  • تن چو مادر طفل جان را حامله ** مرگ درد زادن است و زلزله‌‌
  • Bu dünyada geçmiş canların hepsi, “ O ferahlı can acaba nasıl doğacak?” diye beklemektedirler. 3515
  • جمله جانهای گذشته منتظر ** تا چگونه زاید آن جان بطر
  • Zenciler, o mutlaka bizdendir derler. Beyazlar da, imkânı yok... O çok güzel olacak, derler.
  • زنگیان گویند خود از ماست او ** رومیان گویند بس زیباست او
  • Vücudun canı, ahiret âlemine doğunca artık beyaz, kara ihtilafı kalmaz.
  • چون بزاید در جهان جان و جود ** پس نماند اختلاف بیض و سود
  • Kara ise Zenciler alıp götürürler, beyazsa kendi cinslerinden olan bu çocuğu, beyazlar alıp götürürler.
  • گر بود زنگی برندش زنگیان ** روم را رومی برد هم از میان‌‌
  • Fakat doğmadıkça anlamak, âlemdeki müşkül işlerdendir. Çünkü henüz doğmamış çocuğun nasıl olduğunu bilen azdır.
  • تا نزاد او مشکلات عالم است ** آن که نازاده شناسد او کم است‌‌
  • Bunu anlayan kişi, ancak Tanrı nuruyla bakıp gören kişidir. Böyle olan zat, bâtına da nüfuz edebilir. 3520
  • او مگر ینظر بنور الله بود ** کاندرون پوست او را ره بود
  • Nutfenin aslı beyaz renkli ve hoştur. Fakat beyaz kişinin canının aksi;
  • اصل آب نطفه اسپید است و خوش ** لیک عکس جان رومی و حبش‌‌
  • Nutfeye renk verir, onu en güzel şekle sokar; kara kişinin canının aksi de bir kısım halkı, en aşağılık bir renge, en bayağı bir şekle sürer, götürür.
  • می‌‌دهد رنگ احسن التقویم را ** تا به اسفل می‌‌برد این نیم را
  • Bu söze nihayet yoktur. Sen yine atını sür de biz kervandan geri kalmayalım.
  • این سخن پایان ندارد باز ران ** تا نمانیم از قطار کاروان‌‌
  • Bir gün her zümrenin önünde, saman çöpü müsün , dağ mı. Hindu musun, Türk mü? Meydana çıkar.
  • یوم تبیض و تسود وجوه ** ترک و هندو شهره گردد ز آن گروه‌‌
  • Hindu ile Türk, ana karnında belli olmaz. Fakat doğunca zayıf mı kuvvetli mi... herkes görür anlar. 3525
  • در رحم پیدا نباشد هند و ترک ** چون که زاید بیندش زار و سترگ‌‌
  • Zeyd “ Ben halkı, kadın, erkek... Herkesi, kıyamet günündeymiş gibi apaçık görüyorum.
  • جمله را چون روز رستاخیز من ** فاش می‌‌بینم عیان از مرد و زن‌‌
  • Hemen şimdicik söyleyeyim mi? Yoksa kapayayım mı?” dedi. Mustafa, dudağını ısırarak sus demek istedi.
  • هین بگویم یا فرو بندم نفس ** لب گزیدش مصطفی یعنی که بس‌‌
  • Zeyd dedi ki: “Ey Tanrı Peygamberi, haşir sırrını söyleyeyim de bugün dünyada kıyameti koparayım mı?
  • یا رسول الله بگویم سر حشر ** در جهان پیدا کنم امروز نشر
  • Müsaade et bana, perdeleri yırtayım da aslım, mahiyetim güneş gibi parlasın;
  • هل مرا تا پرده‌‌ها را بر درم ** تا چو خورشیدی بتابد گوهرم‌‌
  • Güneş benim nurumdan tutulsun... Hurma ağacı (gibi meyveliler) ile söğüt ağacını (gibi meyvesizleri) göstereyim. 3530
  • تا کسوف آید ز من خورشید را ** تا نمایم نخل را و بید را
  • Kıyamet sırrını açayım, halis altın para ile ayarı bozuk parayı izhar edeyim.
  • وا نمایم راز رستاخیز را ** نقد را و نقد قلب آمیز را
  • Elleri kesik Eshab-ı Simal-ı küfür rengiyle al rengi...
  • دستها ببریده اصحاب شمال ** وانمایم رنگ کفر و رنگ آل‌‌
  • Tutulmayan, gidilmeyen ayın ziyasında yedi nifak deliğini...
  • واگشایم هفت سوراخ نفاق ** در ضیای ماه بی‌‌خسف و محاق‌‌
  • Şakîlerin pırtıl elbiselerini göstereyim. Peygamberlerin davullarını, nöbetlerini duyurayım.
  • وانمایم من پلاس اشقیا ** بشنوانم طبل و کوس انبیا
  • Cehennemi, cennetleri, ikisinin arasındaki A’raf’ı apaçık olarak kâfirlerin gözlerinin önlerine getireyim. 3535
  • دوزخ و جنات و برزخ در میان ** پیش چشم کافران آرم عیان‌‌
  • Kevser Havuzunun çoşmakta olduğunu... suyunun, cennetliklerin yüzlerine vurmakta. “İç, İç!” diye seslenmekte ve bu sesin de kulaklarına gelmekte bulunduğunu...
  • وانمایم حوض کوثر را به جوش ** کآب بر روشان زند بانگش به گوش‌‌
  • Susuzların, havuzun etrafında koşup durduklarını apaçık göstereyim.
  • و آن کسان که تشنه بر گردش دوان ** گشته‌‌اند این دم نمایم من عیان‌‌
  • Onların omuzları omuzlarıma sürünmekte, naraları kulağıma gelmekte.
  • می‌‌بساید دوششان بر دوش من ** نعره‌‌هاشان می‌‌رسد در گوش من‌‌
  • İşte gözümün önünde... Cennet ehli, dilekleriyle birbirlerini kucaklamışlar;
  • اهل جنت پیش چشمم ز اختیار ** در کشیده یکدگر را در کنار
  • Birbirlerinin ellerini ziyaret ediyor, musafahada bulunuyorlar, dudaklarından buseler yağmalıyorlar. 3540
  • دست همدیگر زیارت می‌‌کنند ** از لبان هم بوسه غارت می‌‌کنند
  • Aşağılık kişilerin hasret naralarından, “ ah, ah” diye bağrışmalarından kulağım sağır oldu.
  • کر شد این گوشم ز بانگ آه آه ** از خسان و نعره‌‌ی وا حسرتاه‌‌
  • Bu söylediklerim ancak işaretlerden ibarettir. Daha derin söylerim ama Peygamberi incitmekten korkuyorum.”
  • این اشارتهاست گویم از نغول ** لیک می‌‌ترسم ز آزار رسول‌‌
  • Zeyd, böylece sarhoş, harap bir surette söyleyip duruyordu. Peygamber, yakasını büktü.
  • همچنین می‌‌گفت سر مست و خراب ** داد پیغمبر گریبانش به تاب‌‌
  • Dedi ki: “ Kendine gel, atın pek hızlı gidiyor, yuları çek. “Tanrı haya etmez” hükmünün aksi vurdu, utanma ortadan kalktı.
  • گفت هین در کش که اسبت گرم شد ** عکس حق لا يستحيی زد شرم شد
  • Aynan, kılıftan çıktı. Ayna ve terazi yalan söyler mi? 3545
  • آینه‌‌ی تو جست بیرون از غلاف ** آینه و میزان کجا گوید خلاف‌‌
  • Ayna ile terazi, kimse incinmesin, utanmasın diye sözünü saklar mı?
  • آینه و میزان کجا بندد نفس ** بهر آزار و حیای هیچ کس‌‌
  • Ayna ile teraziye yüzlerce yıl hizmet etsen onlar yine doğrucu ve kadri yüce mihenklerdir.
  • آینه و میزان محکهای سنی ** گر دو صد سالش تو خدمتها کنی‌‌
  • Sen benim sırrımı sakla, doğruyu gizle; sen de eksik gösterme, fazla göster, ( diye yalvarsan bile)
  • کز برای من بپوشان راستی ** بر فزون بنما و منما کاستی‌‌
  • Onlar sana “ Kendini maskara etme ayna, terazi nerede; hile düzen nerede?
  • اوت گوید ریش و سبلت بر مخند ** آینه و میزان و آن گه ریو و پند
  • Tanrı, hakikatlerin bizim vasıtamızla anlaşılması için kadrimizi yüceltti. 3550
  • چون خدا ما را برای آن فراخت ** که به ما بتوان حقیقت را شناخت‌‌
  • Eğer bu doğruluğumuz olmasaydı ne değerimiz olurdu; iyilerin yüzünü nasıl ağartırdık?” derler.
  • این نباشد ما چه ارزیم ای جوان ** کی شویم آیین روی نیکوان‌‌
  • Fakat sen, gönlüne Sinâ dağındaki Tanrı tecellisi vurduysa bile yine aynayı koynuna koy!”
  • لیک در کش در نمد آیینه را ** گر تجلی کرد سینا سینه را
  • Zeyd, “ Tanrı güneşi, ezeli güneş, hiç koltuğa sığar mı?
  • گفت آخر هیچ گنجد در بغل ** آفتاب حق و خورشید ازل‌‌
  • Aslı olmayan şeyleri de yırtar, yakar; koltuğu da. Önünde ne delilik kalır, ne akıllılık!” dedi.
  • هم دغل را هم بغل را بر درد ** نه جنون ماند به پیشش نه خرد
  • Peygamber dedi ki: “ Bir parmağını gözünün üstüne koydun mu... dünyayı güneşsiz görürsün. 3555
  • گفت یک اصبع چو بر چشمی نهی ** بیند از خورشید عالم را تهی‌‌
  • Bir parmak bile, aya perde oluyor. İşte bu padişahın ayıp örtücülüğüne alâmettir.
  • یک سر انگشت پرده‌‌ی ماه شد ** وین نشان ساتری الله شد
  • Bu suretle bir nokta ( gibi olan parmak), cihanı örter; bir sürçme de güneşi küsufa uğratır.
  • تا بپوشاند جهان را نقطه‌‌ای ** مهر گردد منکسف از سقطه‌‌ای‌‌
  • Dudağını yum, denizin dibine bak. Tanrı, denizi, insana mahkûm etmiştir.
  • لب ببند و غور دریایی نگر ** بحر را حق کرد محکوم بشر
  • Nitekim Selsebîl ve Zencebîl ırmakları da Tanrı’nın cennete koyduğu kulların hükmü altındadır.
  • همچو چشمه‌‌ی سلسبیل و زنجبیل ** هست در حکم بهشتی جلیل‌‌
  • Cennetin dört ırmağı bizim hükmümüzdedir. Fakat bu gücümüzden, kuvvetimizden değil...Tanrı emriyle böyledir. 3560
  • چار جوی جنت اندر حکم ماست ** این نه زور ما ز فرمان خداست‌‌
  • Bu ırmaklar, büyücülerin hükümlerine uyan büyüler gibi bizim hükmümüzdedir; onları nereye istersek oraya akıtırız.
  • هر کجا خواهیم داریمش روان ** همچو سحر اندر مراد ساحران‌‌
  • Bu akıp duran ve gönlün hükmü altında, canın fermanına tâbi bulunan iki göz çeşmesi gibi...
  • همچو این دو چشمه‌‌ی چشم روان ** هست در حکم دل و فرمان جان‌‌
  • Gönül dilerse gözler; zehrin, yılanların bulunduğu tarafa gider; gönül dilerse baktığı şeylerden ibret alır.
  • گر بخواهد رفت سوی زهر و مار ** ور بخواهد رفت سوی اعتبار