English    Türkçe    فارسی   

1
664-713

  • Bir hayli halk onun yası ile saçlarını yolarak, elbiselerini yırtarak mezarı üstüne yığıldı.
  • خلق چندان جمع شد بر گور او ** موکنان جامه دران در شور او
  • Arap’tan, Türk’ten, Rum’dan, Kürt’ten oraya toplananların sayısını da ancak Tanrı bilir. 665
  • کان عدد را هم خدا داند شمرد ** از عرب وز ترک و از رومی و کرد
  • Mezarın toprağını başlarına serptiler. Onun derdini yerinde ve dertlerine derman gördüler.
  • خاک او کردند بر سرهای خویش ** درد او دیدند درمان جای خویش‌‌
  • Bir ay ahali, mezarı üstünde gözlerinden kanlı yaşlara yol verdiler. Onun ayrılığı derdinden padişahlar da, büyükler de, küçükler de ah u figan ediyorlardı.
  • آن خلایق بر سر گورش مهی ** کرده خون را از دو چشم خود رهی‌‌
  • İsa Aleyhisselâm ümmetinin emirlere "İçinizde veliaht kimdir?" diye sorması
  • طلب کردن امت عیسی علیه السلام از امرا که ولی عهد از شما کدام است
  • Bir ay sonra halk dedi ki: “Ey ulular! Siz beylerden o vezirin makamına oturacak kimdir.
  • بعد ماهی خلق گفتند ای مهان ** از امیران کیست بر جایش نشان‌‌
  • Ki biz o zatı, vezirin yerine imam ve mukteda tanıyalım. Elimizi de, eteğimizi de onun eline teslim edelim.
  • تا به جای او شناسیمش امام ** دست و دامن را بدست او دهیم‌‌
  • Mademki güneş battı ve bizim gönlümüzü dağladı, onun yerine çırağı yakmaktan başka çaremiz yok. 670
  • چون که شد خورشید و ما را کرد داغ ** چاره نبود بر مقامش از چراغ‌‌
  • Sevgili, göz önünden kayboldu mu, onun visalinden mahrum kaldık mı, yerine birisinin vekil olması, birisinin bize yadigâr kalması gerekir.
  • چون که شد از پیش دیده وصل یار ** نایبی باید از او مان یادگار
  • Gül mevsimi geçip gülşen harap olunca gül kokusunu nereden alalım? Gül suyundan!
  • چون که گل بگذشت و گلشن شد خراب ** بوی گل را از که یابیم از گلاب‌‌
  • Ulu Tanrı açıkça meydan da olmadığından, bu peygamberler Hakk'ın vekilleridir.
  • چون خدا اندر نیاید در عیان ** نایب حق‌‌اند این پیغمبران‌‌
  • Hayır, yanlış söyledim. Vekil ile vekil edeni iki sanırsan (bu) hatadır, iyi bir şey değil.
  • نه غلط گفتم که نایب با منوب ** گر دو پنداری قبیح آید نه خوب‌‌
  • Sen surete taptıkça ikidir. Suretten kurtulana göre ise birdir. 675
  • نه دو باشد تا تویی صورت پرست ** پیش او یک گشت کز صورت برست‌‌
  • Surete bakarsan gözün ikidir. Sen onun nuruna bak ki o birdir.
  • چون به صورت بنگری چشم تو دست ** تو به نورش درنگر کز چشم رست‌‌
  • Bir adam, gözün nuruna bakarsa iki gözün nuru, birbirinden ayırt edilemez.
  • نور هر دو چشم نتوان فرق کرد ** چون که در نورش نظر انداخت مرد
  • Bir yerde on tane çırağ bulundurulursa görünüşte her biri, öbüründen ayrıdır.
  • ده چراغ ار حاضر آید در مکان ** هر یکی باشد به صورت غیر آن‌‌
  • Nuruna yüz çevirirsen şüphesiz ki birinin nurunu öbürlerinden ayırt etmeye imkân yoktur.
  • فرق نتوان کرد نور هر یکی ** چون به نورش روی آری بی‌‌شکی‌‌
  • Yüz tane elma, yüz tane de ayva saysan her biri ayrı ayrıdır. Onları sıkarsan yüz kalmaz, hepsi bir olur. 680
  • گر تو صد سیب و صد آبی بشمری ** صد نماند یک شود چون بفشری‌‌
  • Manalarda taksim ve sayı yoktur, ayırma, birleştirme olamaz.
  • در معانی قسمت و اعداد نیست ** در معانی تجزیه و افراد نیست‌‌
  • Dostun, dostlarla birliği hoştur. Mana ayağını tut (ona meylet), suret serkeştir.
  • اتحاد یار با یاران خوش است ** پای معنی گیر صورت سرکش است‌‌
  • Serkeş sureti, eziyetle eritip mahveyle ki onun altında define gibi olan vahdeti göresin.
  • صورت سرکش گدازان کن به رنج ** تا ببینی زیر او وحدت چو گنج‌‌
  • Eğer sen eritmezsen onun (Tanrı’nın) inayetleri, esasen onu eritir. Ey gönlüm, kulu olan Tanrı!
  • ور تو نگذاری عنایتهای او ** خود گدازد ای دلم مولای او
  • O, hem gönüllere kendini gösterir, hem dervişin hırkasını diker. 685
  • او نماید هم به دلها خویش را ** او بدوزد خرقه‌‌ی درویش را
  • Hepimiz yayılmıştık ve bir cevherdik. Orada başsız ve ayaksızdık;
  • منبسط بودیم و یک جوهر همه ** بی‌‌سر و بی‌‌پا بدیم آن سر همه‌‌
  • Güneş gibi bir cevherdik, düğümsüz ve saftık, su gibi.
  • یک گهر بودیم همچون آفتاب ** بی‌‌گره بودیم و صافی همچو آب‌‌
  • O güzel ve lâtif nur surete gelince kale burçlarının gölgesi gibi sayı meydana çıktı.
  • چون به صورت آمد آن نور سره ** شد عدد چون سایه‌‌های کنگره‌‌
  • Mancınıkla burçları yıkın ki bu bölüğün arasından ayrılık kalksın.
  • کنگره ویران کنید از منجنیق ** تا رود فرق از میان این فریق‌‌
  • Mutlaka ben bunu açar, anlatırdım, fakat bir fikir bile sürçmesin, (bundan) korkarım. 690
  • شرح این را گفتمی من از مری ** لیک ترسم تا نلغزد خاطری‌‌
  • Nükteler keskin bir çelik kılıç gibidir. Eğer kalkanın yoksa gerisin geriye kaç!
  • نکته‌‌ها چون تیغ پولاد است تیز ** گر نداری تو سپر واپس گریز
  • Kalkansız bu elmasın karşısına gelme. Çünkü kılıca, kesmekten utanç gelmez.
  • پیش این الماس بی‌‌اسپر میا ** کز بریدن تیغ را نبود حیا
  • Ben bu sebepten kılıcı kına koydum; Ters okuyan birisi, aykırı mana vermesin.
  • زین سبب من تیغ کردم در غلاف ** تا که کج خوانی نخواند بر خلاف‌‌
  • Hikâyeyi tamamlamaya, doğrular topluluğunun vefakârlığından bahse geldik:
  • آمدیم اندر تمامی داستان ** وز وفاداری جمع راستان‌‌
  • O reisin ölümünden sonra kalktılar, yerine bir vekil istedilerdi. 695
  • کز پس این پیشوا برخاستند ** بر مقامش نایبی می‌‌خواستند
  • Emirlerin veliahtlık için savaşları ve birbirlerine kılıç çekmeleri
  • منازعت امرا در ولیعهدی
  • O emirlerin birisi öne düşüp o vefalı kavmin yanına gitti.
  • یک امیری ز آن امیران پیش رفت ** پیش آن قوم وفا اندیش رفت‌‌
  • Dedi ki: “İşte o zatın vekili; zamanede İsa halifesi benim.
  • گفت اینک نایب آن مرد من ** نایب عیسی منم اندر زمن‌‌
  • İşte tomar, ondan sonra vekilliğin bana ait olduğuna dair burhanımdır.”
  • اینک این طومار برهان من است ** کاین نیابت بعد از او آن من است‌‌
  • Öbür emir de pusudan çıkageldi. Hilâfet hususunda onun dâvası da bunun dâvası gibiydi.
  • آن امیر دیگر آمد از کمین ** دعوی او در خلافت بد همین‌‌
  • O da koltuğundan bir tomar çıkardı, gösterdi. Her ikisinin de Yahudi kızgınlığı başladı. 700
  • از بغل او نیز طوماری نمود ** تا بر آمد هر دو را خشم جهود
  • Diğer emirler de bir bir katar olup (birbirlerinin ardınca dâvaya kalkışıp) keskin kılıçlar çektiler.
  • آن امیران دگر یک یک قطار ** بر کشیده تیغهای آب دار
  • Her birinin elinde bir kılıç ve bir tomar vardı; sarhoş filler gibi birbirlerine düştüler.
  • هر یکی را تیغ و طوماری به دست ** درهم‌‌افتادند چون پیلان مست‌‌
  • Yüz binlerce Hıristiyan öldü, bu suretle kesik başlardan tepe oldu.
  • صد هزاران مرد ترسا کشته شد ** تا ز سرهای بریده پشته شد
  • Sağdan, soldan sel gibi kanlar aktı. Havaya, dağlarcasına tozlar kalktı.
  • خون روان شد همچو سیل از چپ و راست ** کوه کوه اندر هوا زین گرد خاست‌‌
  • O vezirin ektiği fitne tohumları, onların başlarına afet kesilmişti. 705
  • تخمهای فتنه‌‌ها کاو کشته بود ** آفت سرهای ایشان گشته بود
  • Cevizler kırıldı; içi sağlam olan, kırıldıktan sonra temiz ve lâtif ruha malik oldu.
  • جوزها بشکست و آن کان مغز داشت ** بعد کشتن روح پاک نغز داشت‌‌
  • Ancak ten nakşına ait olan öldürmek ve ölmek, nar ve elmayı kırmak, kesmek gibidir.
  • کشتن و مردن که بر نقش تن است ** چون انار و سیب را بشکستن است‌‌
  • Tatlı olan nardenk şerbeti olur, çürümüş olanın ise bir sesten başka bir şeyi kalmaz.
  • آن چه شیرین است او شد ناردانگ ** و آن که پوسیده ست نبود غیر بانگ‌‌
  • Esasen manası olan meydana çıkar; çürümüş olan rüsvay olur, gider.
  • آن چه با معنی است خود پیدا شود ** و آن چه پوسیده ست او رسوا شود
  • Ey surete tapan! Türü, manayı elde etmeye çalış! Çünkü mana suret tenine kanattır. 710
  • رو به معنی کوش ای صورت پرست ** ز آن که معنی بر تن صورت پر است‌‌
  • Mana ehliyle düş, kalk ki hem atâ ve ihsan elde edesin, hem de fetâ olasın.
  • همنشین اهل معنی باش تا ** هم عطا یابی و هم باشی فتا
  • Bu cisimde manasız can; hilâfsız, kılıf içinde tahta kılıç gibidir.
  • جان بی‌‌معنی در این تن بی‌‌خلاف ** هست همچون تیغ چوبین در غلاف‌‌
  • Kılıfta bulundukça kıymetlidir. Çıkınca yakmaya yarar bir alet olur.
  • تا غلاف اندر بود با قیمت است ** چون برون شد سوختن را آلت است‌‌