English    Türkçe    فارسی   

1
805-854

  • Hem de memur olmaksızın, kimse kendilerine cebretmeksizin. Yalnız dost aşkıyla… Çünkü sevgili, her acıya lezzet verir. 805
  • بی‌‌موکل بی‌‌کشش از عشق دوست ** ز آن که شیرین کردن هر تلخ از اوست‌‌
  • Nihayet öyle oldu ki hademe, halkı “Ateşe atılmayınız” diye menetmeye başladı.
  • تا چنان شد کان عوانان خلق را ** منع می‌‌کردند کاتش در میا
  • O Yahudi, yüzü kara ve mahcup bir hale geldi. Bu sebeple pişman oldu, gönlü sıkıldı.
  • آن یهودی شد سیه رو و خجل ** شد پشیمان زین سبب بیمار دل‌‌
  • Zira halk, imana eskiden olduğundan daha ziyade âşık, kendilerini feda etmekte daha fazla sadık oldular.
  • کاندر ایمان خلق عاشق‌‌تر شدند ** در فنای جسم صادق‌‌تر شدند
  • Şükrolsun ki, Şeytan’ın hilesi ayağına dolaştı. Şükrolsun ki, Şeytan da kendisini yüzü kara gördü!
  • مکر شیطان هم در او پیچید شکر ** دیو هم خود را سیه رو دید شکر
  • Halkın çehresine sürüp bulaştırdığı zillet tamamıyla o adamlıktan dışarı padişahın yüzüne bulaştı. 810
  • آن چه می‌‌مالید در روی کسان ** جمع شد در چهره‌‌ی آن ناکس آن‌‌
  • O, pervasızca, halkın elbisesini yırtardı, kendininki yırtıldı, halkın elbisesi sağlam kaldı.
  • آن که می‌‌درید جامه‌‌ی خلق چست ** شد دریده آن او ایشان درست‌‌
  • Muhammed Aleyhisselâm’ın adını eğlenerek anan kimsenin ağzının çarpık kalması
  • کج ماندن دهان آن مرد که نام محمد را علیه السلام به تسخر خواند
  • Birisi ağzını eğerek Ahmed adını alayla andı, ağzı çarpıldı öyle kaldı.
  • آن دهان کژ کرد و از تسخر بخواند ** مر محمد را دهانش کژ بماند
  • Pişman olup “Ey Muhammed, affet! Ey Peygamber, sen, Minledün ilminden lütuflara mahzarsın.
  • باز آمد کای محمد عفو کن ** ای ترا الطاف و علم من لدن‌‌
  • Ben bilgisizlikten seninle alay ettim. Alay edilmeğe lâyık ben oldum” dedi.
  • من ترا افسوس می‌‌کردم ز جهل ** من بدم افسوس را منسوب و اهل‌‌
  • Tanrı, bir kimsenin perdesini yırtmak isterse onu, temiz kişileri ta’netmeye meylettirir. 815
  • چون خدا خواهد که پرده‌‌ی کس درد ** میلش اندر طعنه‌‌ی پاکان برد
  • Tanrı, bir kimsenin ayıbını örtmek isterse o kimse ayıplı kimselerin ayıbı hakkında ses çıkaramaz olur.
  • چون خدا خواهد که پوشد عیب کس ** کم زند در عیب معیوبان نفس‌‌
  • Tanrı, yardım etmek dilerse bize yalvarmak ve münacatta bulunmak meylini verir.
  • چون خدا خواهد که‌‌مان یاری کند ** میل ما را جانب زاری کند
  • Onun için ağlayan göz ne mübarektir. Onun aşkıyla yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir.
  • ای خنک چشمی که آن گریان اوست ** وی همایون دل که آن بریان اوست‌‌
  • Her ağlamanın sonu gülmektir. Sonunu gören adam, mübarek bir kuldur.
  • آخر هر گریه آخر خنده‌‌ای است ** مرد آخر بین مبارک بنده‌‌ای است‌‌
  • Akarsu neredeyse orası yeşerir; nerede gözyaşı dökülürse oraya rahmet nazil olur. 820
  • هر کجا آب روان سبزه بود ** هر کجا اشک روان رحمت شود
  • İnleyen dolap gibi gözü yaşlı ol ki can meydanında yeşillikler bitsin.
  • باش چون دولاب نالان چشم تر ** تا ز صحن جانت بر روید خضر
  • Ağlamak istersen gözyaşı dökenlere acı… Merhamete nail olmak istersen zayıflara merhamet et!
  • اشک خواهی رحم کن بر اشک بار ** رحم خواهی بر ضعیفان رحم آر
  • O Yahudi padişahının ateşe itap eylemesi
  • عتاب کردن آتش را آن پادشاه جهود
  • Padişah ateşe yüz çevirip dedi ki: “Ey sert huylu! Tabiatındaki o cihanı yakıcılık nerede?
  • رو به آتش کرد شه کای تند خو ** آن جهان سوز طبیعی خوت کو
  • Niye yakmıyorsun? Ne oldu senin hassan? Yoksa bizim talihimizden niyetin mi değişti?
  • چون نمی‌‌سوزی چه شد خاصیتت ** یا ز بخت ما دگر شد نیتت‌‌
  • Sen ateşe tapana bile lütfetmezsin. Sana tapmayan nasıl kurtuldu? 825
  • می‌‌نبخشایی تو بر آتش پرست ** آن که نپرستد ترا او چون برست‌‌
  • Ateş! Sen hiç sabırlı değildin. Niye yakmıyorsun, sebep ne, kadir mi değilsin?
  • هرگز ای آتش تو صابر نیستی ** چون نسوزی چیست قادر نیستی‌‌
  • Bu, gözbağı mı, yoksa akıl bağı mı? Böyle yücelmiş alev nasıl yakmaz?
  • چشم بند است این عجب یا هوش بند ** چون نسوزاند چنین شعله‌‌ی بلند
  • Seni birisi büyüledi mi, yoksa bu simya mı? Yahut tabiatının değişmesi bizim talihimizden mi?
  • جادویی کردت کسی یا سیمیاست ** یا خلاف طبع تو از بخت ماست‌‌
  • Ateş dedi ki: “Ey Şaman! Ben yine o ateşim. Hele bir içeri gel de benim hararetimi gör!
  • گفت آتش من همانم ای شمن ** اندر آ تو تا ببینی تاب من‌‌
  • Benim tabiatım da değişmedi, unsurum da. Ben Tanrı kılıcıyım, izinle keserim. 830
  • طبع من دیگر نگشت و عنصرم ** تیغ حقم هم به دستوری برم‌‌
  • Türkmen’in köpekleri, çadır kapısında misafire yaltaklanmış,
  • بر در خرگه سگان ترکمان ** چاپلوسی کرده پیش میهمان‌‌
  • Ama çadır yanına yabancı biri uğrayacak olursa köpeklerden aslancasına hamleler görür.
  • ور به خرگه بگذرد بیگانه رو ** حمله بیند از سگان شیرانه او
  • Kullukta, ben köpekten aşağı değilim; Tanrı da hayat ve kudrette bir Türk’ten aşağı kalmaz.
  • من ز سگ کم نیستم در بندگی ** کم ز ترکی نیست حق در زندگی‌‌
  • Tabiat ateşi eğer seni gamlandırırsa o yakış, din sultanının emriyledir.
  • آتش طبعت اگر غمگین کند ** سوزش از امر ملیک دین کند
  • Tabiat ateşi eğer sana sevinç verirse ona o sevinci din sultanı verir. 835
  • آتش طبعت اگر شادی دهد ** اندر او شادی ملیک دین نهد
  • Gam görünce istiğfar et. Çünkü gam, Halik emriyle tesir eder.
  • چون که غم بینی تو استغفار کن ** غم به امر خالق آمد کار کن‌‌
  • Tanrı isterse bizzat gam, neşe… Bizzat ayak bağı, azatlık ve hürriyet olur.
  • چون بخواهد عین غم شادی شود ** عین بند پای، آزادی شود
  • Rüzgâr, toprak, su, ateş; kölelerdir. Benimle, seninle ölüdürler. Hak’la diridirler, ancak onun emrini tutarlar.
  • باد و خاک و آب و آتش بنده‌‌اند ** با من و تو مرده با حق زنده‌‌اند
  • Ateş, Tanrı huzurunda daima emre hazırdır, âşık gibi gece gündüz daima kıvranıp durmaktadır.
  • پیش حق آتش همیشه در قیام ** همچو عاشق روز و شب پیچان مدام‌‌
  • Taşı, demire vurunca kıvılcım sıçrar. Fakat kıvılcım (senin çakmağı çakmanla değil), Tanrı fermanıyla dışarıya ayak basar. 840
  • سنگ بر آهن زنی بیرون جهد ** هم به امر حق قدم بیرون نهد
  • Zulüm demiriyle taşını birbirine vurma. Çünkü bu ikisi, erkek ve kadın gibi çocuk meydana getirirler.
  • آهن و سنگ ستم بر هم مزن ** کاین دو می‌‌زایند همچون مرد و زن‌‌
  • Taş ve demir, sebepten ibarettir ama, ey iyi adam, sen daha ileriye bak!
  • سنگ و آهن خود سبب آمد و لیک ** تو به بالاتر نگر ای مرد نیک‌‌
  • Çünkü bu sebebi o sebep olmaksızın zuhura getirmiştir. Zâhiri sebep, hakikî sebep olmaksızın kendi kendine nasıl meydana gelir?
  • کاین سبب را آن سبب آورد پیش ** بی‌‌سبب کی شد سبب هرگز ز خویش‌‌
  • Enbiyaya rehber olan o sebepler, bu sebeplerden daha yüksektir.
  • و آن سببها کانبیا را رهبر است ** آن سببها زین سببها برتر است‌‌
  • Bu sebebi müessir bir hale getiren o sebeptir. Bazen da olur ki semeresiz ve âtıl kılar, hükümsüz bırakır. 845
  • این سبب را آن سبب عامل کند ** باز گاهی بی‌‌بر و عاطل کند
  • Bu sebebe akıllar mahremdir. O sebeplerin mahremi de enbiyadır.
  • این سبب را محرم آمد عقلها ** و آن سببها راست محرم انبیا
  • Arapça olan bu sebep ne demektir? Cevab ver ki resendir, iptir. O ip, bir kuyuya fen ile sarkıtılmıştır (T.M. 844)
  • این سبب چه بود به تازی گو رسن ** اندر این چه این رسن آمد به فن‌‌
  • Çıkrığın dönmesi, ipin sarılıp koy verilmesine sebeptir. Fakat çıkrığı döndüreni görmemek hatadır.
  • گردش چرخه رسن را علت است ** چرخه گردان را ندیدن زلت است‌‌
  • Dünyada bu sebep iplerini, sakın ha, sakın ha… bu başı dönmüş felekten bilme,
  • این رسنهای سببها در جهان ** هان و هان زین چرخ سر گردان مدان‌‌
  • Ki felek gibi bomboş ve sersem bir halde kalmayasın; akılsızlıktan çıra gibi yanmayasın! 850
  • تا نمانی صفر و سر گردان چو چرخ ** تا نسوزی تو ز بی‌‌مغزی چو مرخ‌‌
  • Rüzgâr Hal’kın emriyle ateş olur; her ikisi de Tanrı şarabıyla sarhoş olmuşlardır.
  • باد آتش می‌‌خورد از امر حق ** هر دو سر مست آمدند از خمر حق‌‌
  • Ey oğul! Eğer gözünü açarsan hilim suyunun da, hışım ateşinin de Hak’tan olduğunu görürsün.
  • آب حلم و آتش خشم ای پسر ** هم ز حق بینی چو بگشایی بصر
  • Rüzgârın canı Hakk’a vâkıf olmasaydı, Âd kavmini(müminlerden) nasıl ayırt ederdi?
  • گر نبودی واقف از حق جان باد ** فرق کی کردی میان قوم عاد
  • Hûd Aleyhisselâm zamanında Âd kavmini helâk eden rüzgârın hikâyesi
  • قصه‌‌ی باد که در عهد هود علیه السلام قوم عاد را هلاک کرد
  • Hûd, müminlerin bulundukları yerin çevresine bir çizgi çizdi. Rüzgâr, o araya gelince hafif ve lâtif bir halde esiyordu.
  • هود گرد مومنان خطی کشید ** نرم می‌‌شد باد کانجا می‌‌رسید