English    Türkçe    فارسی   

1
889-938

  • Yakînen her cinsin zevki kendi cinsiyledir. Bak; cüz’ün zevki kendi küllünden olur.
  • ذوق جنس از جنس خود باشد یقین ** ذوق جزو از کل خود باشد ببین‌‌
  • Yahut o şey, bir cinse katılma kabiliyetinde olur da ona erişince o cinsten oluverir. 890
  • یا مگر آن قابل جنسی بود ** چون بدو پیوست جنس او شود
  • Su ve ekmek gibi ki bizim cinsimiz değilken bizim cinsimizden oluverdi ve vücudumuzu besledi, kuvvetimizi arttırdı.
  • همچو آب و نان که جنس ما نبود ** گشت جنس ما و اندر ما فزود
  • Su ve ekmeğin sûreta bizimle cinsiyeti yoktur ama sonucu bakımından onu cinsimiz bil.
  • نقش جنسیت ندارد آب و نان ** ز اعتبار آخر آن را جنس دان‌‌
  • Eğer, bizimle cins olanlardan başka bir şeyden zevk alıyorsak o da ancak bizimle cinsiyeti olana benzer bir şeydir.
  • ور ز غیر جنس باشد ذوق ما ** آن مگر مانند باشد جنس را
  • Cinse benzeyenden alınan zevk, dimî değildir. O zevk âriyettir. Âriyet nesne ise akıbet baki kalmaz.
  • آن که مانند است باشد عاریت ** عاریت باقی نماند عاقبت‌‌
  • Kuşa, ıslıktan zevk gelirse de cinsini bulamayınca ok gibi uçar gider. 895
  • مرغ را گر ذوق آید از صفیر ** چون که جنس خود نیابد شد نفیر
  • Susuz kimseye seraptan zevk gelir, fakat ona erişince kaçar ve yine su arar.
  • تشنه را گر ذوق آید از سراب ** چون رسد در وی گریزد جوید آب‌‌
  • Müflisler kalp altından hoşlanırlarsa da, o altın darphanede rüsvay olur.
  • مفلسان هم خوش شوند از زر قلب ** لیک آن رسوا شود در دار ضرب‌‌
  • Dikkat et; altın suyu ile boyaman seni yoldan alıkoymasın! Dikkat et; bâtıl hayal seni kuyuya düşürmesin!
  • تا زر اندودیت از ره نفگند ** تا خیال کژ ترا چه نفگند
  • Kelile’den bu hikâyeyi oku ve o kıssadan hisse almaya bak!
  • از کلیله باز جو آن قصه را ** و اندر آن قصه طلب کن حصه را
  • Av hayvanlarının aslana, tevekkül edip çalışmayı terk etmesini söylemeleri
  • بیان توکل و ترک جهد گفتن نخجیران به شیر
  • Güzel bir derede av hayvanları, aslan korkusundan ıstırap içindeydiler. 900
  • طایفه‌‌ی نخجیر در وادی خوش ** بودشان از شیر دایم کش مکش‌‌
  • Çünkü aslan, daima pusudan çıkıp birisini kapmaktaydı. O otlak bu yüzden hepsine fena geliyordu.
  • بس که آن شیر از کمین درمی‌‌ربود ** آن چرا بر جمله ناخوش گشته بود
  • Hileye başvurdular; aslanın huzuruna geldiler. “Biz sana gündelikle yiyecek verip doyuralım,
  • حیله کردند آمدند ایشان بشیر ** کز وظیفه ما ترا داریم سیر
  • Bundan sonra hiçbir av peşine düşme ki bu otlak, bize zehrolmasın” dediler.
  • بعد از این اندر پی صیدی میا ** تا نگردد تلخ بر ما این گیا
  • Aslanın av hayvanlarına cevap verip çalışmanın faydasını söylemesi
  • جواب گفتن شیر نخجیران را و فایده‌‌ی جهد گفتن‌‌
  • Aslan dedi ki: “Hileye uğramasam, vefa görecek olsam dediğiniz doğru. Ben şundan, bundan çok hileler görmüşümdür.
  • گفت آری گر وفا بینم نه مکر ** مکرها بس دیده‌‌ام از زید و بکر
  • İnsanların yaptıkları işlerden, ettikleri hilelerden helâk olmuşum; o yılanlar, o akrepler tarafından çık ısırılmışım. 905
  • من هلاک فعل و مکر مردمم ** من گزیده‌‌ی زخم مار و کژدمم‌‌
  • İçinde pusu kurmuş olan nefis ise, kibir ve kin bakımından bütün adamlardan beterdir.
  • مردم نفس از درونم در کمین ** از همه مردم بتر در مکر و کین‌‌
  • Benim kulağım “mümin, bir zehirli hayvan deliğinden iki kere dağlanmaz” sözünü işitti; Peygamber’in sözünü canla, gönülle kabul etti.”
  • گوش من لا یلدغ المؤمن شنید ** قول پیغمبر به جان و دل گزید
  • Av hayvanlarının tevekkülü çalışıp kazanmaya tercih eylemeleri
  • ترجیح نهادن نخجیران توکل را بر جهد و اکتساب‌‌
  • Hepsi dediler ki: “Ey halden haberdar hakîm! Çekinmeyi bırak; çekinme, insanı kaderin hükümlerinden kurtaramaz.
  • جمله گفتند ای حکیم با خبر ** الحذر دع لیس یغنی عن قدر
  • Kaderden çekinmekte perişanlık ve kötülük vardır, yürü, tevekkül et ki tevekkül, hepsinden iyidir.
  • در حذر شوریدن شور و شر است ** رو توکل کن توکل بهتر است‌‌
  • Ey kötü hiddetli adam! Kaza ile pençeleşme ki kaza da seninle kavgaya tutuşmasın. 910
  • با قضا پنجه مزن ای تند و تیز ** تا نگیرد هم قضا با تو ستیز
  • Tanyerini ağartan Tanrı’dan bir zarar gelmemesi için kulun Hak hükmüne karşı ölü gibi olması lâzımdır.”
  • مرده باید بود پیش حکم حق ** تا نیاید زخم از رب الفلق‌‌
  • Aslanın çalışıp kazanmayı tevekküle, teslimiyete tercih etmesi
  • ترجیح نهادن شیر جهد و اکتساب را بر توکل و تسلیم‌‌
  • Aslan: “Evet, tevekkül kılavuzsa da bu sebebe teşebbüs de, Peygamber’in sünnetidir.
  • گفت آری گر توکل رهبر است ** این سبب هم سنت پیغمبر است‌‌
  • Peygamber, yüksek sesle “Tevekkülle beraber yine devenin ayağını bağla” dedi.
  • گفت پیغمبر به آواز بلند ** با توکل زانوی اشتر ببند
  • “Çalışan kimse Tanrı sevgilisidir” işaretini dinle: tevekkülden dolayı esbaba teşebbüs hususunda tembel olma” dedi.
  • رمز الکاسب حبیب الله شنو ** از توکل در سبب کاهل مشو
  • Av hayvanlarının tevekkülü çalışmaya tercih etmeleri
  • ترجیح نهادن نخجیران توکل را بر اجتهاد
  • Hayvanlar, ona: “Çalışıp kazanma, bil ki, halkın itikat zayıflığı yüzünden, harislerin boğazları miktarınca bir riya lokmasıdır. 915
  • قوم گفتندش که کسب از ضعف خلق ** لقمه‌‌ی تزویر دان بر قدر حلق‌‌
  • Tevekkülden daha güzel bir kazanç yoktur. Esasen Hakk’a teslim olmadan daha sevgili ne var?
  • نیست کسبی از توکل خوبتر ** چیست از تسلیم خود محبوبتر
  • Çokları belâdan belâya; yılandan ejderhaya sıçrarlar,
  • بس گریزند از بلا سوی بلا ** بس جهند از مار سوی اژدها
  • İnsan hile etti ama hilesi kendisine tuzak oldu… Can sandığı, kan içici bir düşman kesildi!
  • حیله کرد انسان و حیله‌‌ش دام بود ** آن که جان پنداشت خون آشام بود
  • Kapıyı kapadı, hâlbuki düşman evinin içindeydi. Firavunun hile ve tedbiri de işte buna benzer masallardandı.
  • در ببست و دشمن اندر خانه بود ** حیله‌‌ی فرعون زین افسانه بود
  • O kin güdücü, yüz binlerce çocuk öldürdü; aradığıysa evinin içindeydi. 920
  • صد هزاران طفل کشت آن کینه کش ** و آن که او می‌‌جست اندر خانه‌‌اش‌‌
  • Mademki bizim gözümüzde birçok illet var; yürü, kendi görüşünü dostun görüşünde yok et!
  • دیده‌‌ی ما چون بسی علت در اوست ** رو فنا کن دید خود در دید دوست‌‌
  • Bizim görüşümüze bedel onun görüşü, ne güzel bir karşılıktır. Bütün maksatları onun görüşünde bulursun.
  • دید ما را دید او نعم العوض ** یابی اندر دید او کل غرض‌‌
  • Çocuk; tutucu, koşucu değilken ancak babasının omzuna biner.
  • طفل تا گیرا و تا پویا نبود ** مرکبش جز گردن بابا نبود
  • Fakat kuvvetlenip küstahlaşınca, elini, ayağını şuraya, buraya salmağa başlayınca hemen zahmet ve ıstıraba düşer.
  • چون فضولی گشت و دست و پا نمود ** در عنا افتاد و در کور و کبود
  • Halkın canlar; el ayak sahibi olmazdan, beden kaydına düşmezden evvel vefadan sefaya uçuyordu. 925
  • جانهای خلق پیش از دست و پا ** می‌‌پریدند از وفا اندر صفا
  • Vakta ki “İniniz” emriyle hapsolundular, hiddet, hırs, kanaat ve zaruret kayıtlarına düştüler.
  • چون به امر اهبطوا بندی شدند ** حبس خشم و حرص و خرسندی شدند
  • Biz Hakk’ın ayali ve süt isteyen yavrularıyız. (Peygamber) “Halk Tanrı ayalidir” dedi.
  • ما عیال حضرتیم و شیر خواه ** گفت الخلق عیال للإله‌‌
  • Gökten yağmur veren, rahmetiyle can vermeye kadirdir” dediler.
  • آن که او از آسمان باران دهد ** هم تواند کاو ز رحمت نان دهد
  • Aslanın yine çalışmayı tevekküle tercih etmesi
  • باز ترجیح‌‌نهادن شیر جهد را بر توکل‌‌
  • Aslan dedi ki: “Evet ama kulların Tanrısı bizim ayağımızın önüne bir merdiven koydu.
  • گفت شیر آری ولی رب العباد ** نردبانی پیش پای ما نهاد
  • Dama doğru basamak basamak çıkmalı, burada Cebrî olmak ham tamahtır. 930
  • پایه پایه رفت باید سوی بام ** هست جبری بودن اینجا طمع خام‌‌
  • Ayağın var, nasıl olur da kendini topal edersin; elin var, neye pençeni saklarsın?
  • پای داری چون کنی خود را تو لنگ ** دست داری چون کنی پنهان تو چنگ‌‌
  • Efendi, kölenin eline beli verince söylemeden dileği malûm olur.
  • خواجه چون بیلی به دست بنده داد ** بی‌‌زبان معلوم شد او را مراد
  • Bel gibi olan el de, Tanrı işaretlerindendir. Sonu düşünmek hassası da onun ibareleridir.
  • دست همچون بیل اشارتهای اوست ** آخر اندیشی عبارتهای اوست‌‌
  • Tanrı’nın işaretlerini canına nakşederek ve o işarete vefakârlık ederek can verirsen.
  • چون اشارتهاش را بر جان نهی ** در وفای آن اشارت جان دهی‌‌
  • Sana nice sır işaretleri bahşeyler; senden yükü kaldırır, seni iş güç sahibi eder. 935
  • پس اشارتهای اسرارت دهد ** بار بر دارد ز تو کارت دهد
  • Şimdi yük altındasın; Tanrı seni yükler, bindirir… Şimdi onun emrini kabul etmektesin; sonra seni makbul eder.
  • حاملی محمول گرداند ترا ** قابلی مقبول گرداند ترا
  • Şimdi onun emrini kabul etmişsin, sonra o emirleri söylersin. Şimdi vuslat arıyorsun, ondan sonra da vasıl olursun.
  • قابل امر ویی قایل شوی ** وصل جویی بعد از آن واصل شوی‌‌
  • Tanrı’nın nimetine şükretmeye çalışmak kudrettir. Senin cebrîliğin ise o nimeti inkârdır.
  • سعی شکر نعمتش قدرت بود ** جبر تو انکار آن نعمت بود